Kapağında MTTB, Komunizmle Mücadele Derneği, İlim Yayma Cemiyeti, Ensar Vakfı gibi ilgi alanımda olmuş, şahsım ve yakın çevremde iyilik ve faydalılık amaçlı kurumlarımızın yazılı olduğu bu kitabı merak ve ilgi ile okudum. Buradaki verilen bilgiler, yapılan tespitler insanı düşündüren, üzen ve sarsan hususlar... Tabiiki ayrıca doğruluğu oranında ibretlik!
Benim gibi çocukluğu dindar bir çevrede, gençliği ülkücü hareket içinde (1974 Ankara Tıp Mezunuyum) milliyetci-muhafazakar değerleri bilip-öğrenmek ve savunmak ideali ile geçmiş ise bu bilgiler daha da sarsıcı oluyor. Bu duruma bir de 2001de erdemliler hareketi olarak başlayan,’’ (3Y) Yokluk, Yasaklar ve Yolsuzluk’’ ile mücadeleyi hedefleyen bir siyasi hareket olan Ak Partinin ilimizdeki kurucularından olup 2009’a kadar bu partimizin mutfağında faydalı çalışmalarla geçti ise hüzünlenmemeniz mümkün değil...
Bu kitaptaki bilgi ve tesbitlerin o günlerin şartları içinde, farklı cephelerden de bakılıp yorumların ona göre yapılması gerekir inancındayım. Şöyleki 1950’lerin çift kutuplu dünyasında Batı-Doğu yarışı ve kavgası var. Rusya’nın boğazlarımız dahil bizim doğu sınırlarımız ile ilgili hevesleri, Anadolu Türklerindeki düşman kavramında öncelikle ‘’Moskof’’un olması, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin kuruluşu ile daha da hızlanan batı bloğu içinde olma hassasiyetlerimiz...Tenkitlerinizdeki komünizmle mücadele derneklerimizin ve bu derneklerdeki çalışmalara katkı verenlerin tercihlerinin pek de yanlış olmadığını düşündürüyor.
Altmışlı yıllarda başlayan ve yetmişli yıllarda derinleşen ve zaman zaman içinde de olduğumuz milliyetci-muhafazakar-devrimci kavgalarının arka planlarını o günlerde, bugünkü gibi görebilmek ne kadar mümkündür? Samimi duygularla yapılan o çalışmaların- bu kavgaların görünmeyen yüzünde gizli ajan çalışmalarının-kışkırtmalarının,yönlendirmelerinin olduğunu görememek!..Buralarda devletimizin vatandaşını yeterince bilgilendiremediği gerçeğini görmemiz ve unutmamamız gerekir düşüncesindeyim. Yakından tanıdığım ve birlikte çalışmaktan mutlu olduğum, bilebildiğim kadarı ile hiçbir yanlışları olmayan Prof. Süleyman Yalçın, Prof. Nevzat Yalçıntaş, Prof. Ayhan Songar, Ahmet Kabaklı, Mustafa Yazgan, Prof. Dr. Turan Yazgan, Prof. Sabahattin Zaim gibi isimler 80’li yıllardan sonra bizlere rehberlik yapmış isimler... 1985’de kurduğumuz Kocaeli Aydınlar Ocağı’mızda üyelerimizin ve halkımızın temel insani değerleri bilip öğrenmesi ve yaşaması yönünde muhtelif kültürel çalışmalar yaptık. Yerli ve milli olarak bilip inandığımız değerleri ve davranışları öğrenip, geliştirip hayatımıza kazandıran çalışmaları bu çatı altında sürdürmeye çalıştık. Bu çalışmalarımız sürecinde İlim Yayma Derneği gibi, MTTB gibi, dini hassasiyetler gereği kurulmuş olan yerel derneklerle de müşterek çalışmalarımız olmuştur. Ayrıca muhtelif guruplarla milli ve dini duyguların doğru anlaşılması ve doğru yaşanmasına yönelik bilgilendirme faaliyetlerimiz de mevcuttur. Bu faaliyetlerimizin tamamında kendi özel imkanlarımız kaynak olarak kullanılmış, devlet malının hak edilmediğinde asla alınmayacağı, istifade edilmeyeceği anlayışı ile hareket edilmiştir. Bu çalışmalar imece usulü ile yürütülmüştür. Kul hakkının önemi devlet malı için daha da geçerli olduğu unutulmamıştır. Bu sebeple kitaptaki bazı tespitler bizler için daha iç acıtıcı olmuştur.
Diğer bir husus Ensar Vakfının durumudur.Daha öncesi Hak Yol Vakfı olarak bildiğim bu gurubun da, diğer bazı dini guruplar gibi halka yansıyan yüzü, yardımlaşma ve bu yardımlaşmanın getirdiği imkanların başta eğitim olmak üzere ihtiyaç sahiplerine ulaşmasına-ulaştırılmasına aracılık yapan, yaptığına inanılan yerlerdir. Konya olayı tabi ki kabul edilebilir olmayan yüz karası bir durumdur. Böyle bir ayıbın genelleştirilmesi, tüm benzeri çalışmalar yapan kurumlara şamil imiş gibi kabullenilmesi, gösterilmesi doğru değildir. Burada da devlet kurumlarımızın denetim ve kontrol sistemlerindeki eksikler, yetersizlikler üzerinde durulmalıdır düşüncesindeyim.
TÜGVA, TÜRGEV, OKÇULAR VAKFI gibi kuruluşlar keşke böyle devlet(!) destekli, zoraki bağışlarla büyütülmüş ve çok büyük mali imkanlara kavuşmuş yerler yerine üye ve yöneticilerinin bağış ve imkanları ile yaşayan-yaşatılan yerler olsa idi...Devletin Kredi ve Yurtlar Kurumu gibi kurumlarımız varken yerel yönetimlerimizin bağış ve imkanları buralara yönlendirilmese idi. Bu vakıflar zoraki yönlendirilen bağışlar ve imkan paylaşımı kokan maddi imkanlarla beslenmemiş olsalardı. O zaman yapılan ve iddia edilen hizmetleri çok daha halisane karşılanır ve hüsnü kabül görürdü.
Sarmal kitabının muhtevası okuruna farklı bakış katıyor. Bence en önemlisi Devlet kurumlarının kurallarınca çalıştırılmadığında doğruların azaldığı yanlışların artarak kötü bir yönetime dönüştüğünün anlaşılmasıdır. Bazı insanların ve sivil toplum kuruluşlarının ekonomik güç olarak büyüyebildikleri ama moral değerlerin kaybedildiği, güvenilirliklerinin tahrip olduğudur. Siyasetin devlet imkanları üzerinden zenginleşme yolu olarak kullanılmasının kolay ve uygulanır hale gelmesinin vakıfçılığın, dernekçiliğin ana misyonuna büyük zarar vereceği, verdiği gerçeğini göstermesidir.
Başta siyasetçilerimiz olmak üzere yöneticilerimizin demokrasimizi kuvvetlendirmek için Devletin kurumsal davranışını güçlendirmek yönünde kontrolü kolay, uygulanabilir kuralları hayata geçirmeleri gerektiği anlaşılıyor. Devlet imkanlarının yönetime gelenler tarafından ganimet malı gibi kullanılabilmesinin doğru bir bir yönetim şekli olmadığını görmemiz ve bu çıkmaz yolun çok kötü bir yönetim tarzı olduğunu artık görmemiz gerekiyor.
Kitabınızın ve yasaklarınızın bu yönde uyarıcı bir rol yapması dilek ve temennilerimizle..