Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Gazeteci - Yazar

İstanbul’da Uluslararası Anıt Bir Vakıf Kuran İş Adamı

Öyle kişiler vardır ki, herkesin hayatında önemli bir etkisi ve yeri vardır. Bu sanatçı olabilir, kültür adamı, yazar, akademisyen, küçük esnaf, maruf biri veya kanaat önderi yahut her hangi birisi olabilir. Ama kesinlikle “bir müteşebbis, bir iş adamı olur” diyemiyorum. Çünkü günümüzde iş adamlarının önemli bir bölümü istenince veya hatırlatınca, çok düşünerek, kılı kırk yararak size bir katkı verebilir. Bazen içinden gelmez, mahalle baskısı dolayısıyla eli cebine en azı olmak üzere gidebilir. Hele yanına yaklaştığınızda o patron size sürekli borçlarından, hayat pahalılığından bahsediyorsa sizin bir yardım talebi için geldiğinizi fark ettiği içindir. O’na hiç konuyu bile açmayacaksınız. Ama istisna olmak üzere çok güzel örnekler de yok değil. Benim gençliğimde ve üniversite talebeliğim sırasında bu misalleri hala unutmamışımdır.

BİR ANIT MÜTEŞEBBİS İNSAN

İstanbul Fatih’te oturuyordum. Yıl 1967. Yeni bir gazete çıkarmıştık. Adı İttihat’ı. Memleketin, milletin, ülkemizin özgürlüğü, bütünlüğü ve kalkınması önceliğimizdi. Yavuz Sultan Selim’in “Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi/ Kuşe-i kabrimde bi karar eyler beni/ Müttehitken savlet-i a’dayı def’e çaremiz/ İttihat etmezse millet dağıdar eyler beni” duyarlılığından yola çıkmıştık. Karagümrük’te Marangoz Şevket 20 adet gazete aldı. Satabildiğini dükkanında satar, satamadığının da parasını cebinden ödeyerek borcunu ödedi! Sırf gazete yayınını sürdürsün diye. Patronlar ise ilan vermeye çekiniyordu! İttihat o günlerde bugün örneği görülmeyecek şekilde 50 bin satıyordu. Bazı sayılarımız iki baskı yapmıştı. Şoför Hamdi adreslere göndermek üzere götürdüğü gazeteler için sadece benzin parası alıyordu. Dr. Rahmi Eray Ağabey ise yemeğine “bir konuk gelsin” diye bekler, yemezdi. Güzel örnekler o kadar çok ki, bunları hatırlatayım da cimri, kendini beğenmiş, yüzü maskeli, içi dışı bir olmayan, sürekli biriktirmek mesleğini edinenler bir düşünsün istedim.

Güzel örneklerden biri de İşadamı Sabri Özpala idi. İstanbul’da 86 yaşında 04 Eylül 2020 Cuma günü vefat etti. Medya ya göremedi ya da gerektiği kadar bahsetmedi bu gelişmeden Mekanı cennet olsun. Zengin ve varlıklı bir işadamı idi ama aynı zamanda fikren donanımlı, inanç sahibi, birikimli, fedakar, çoğu kişide olmayan aşırı mütevazı şehirli bir aydındı. Bir şehrin yapılanmasını ve toplumunu sürekli konu ederdi. Fatih’te oturuyor, yazları da İstanbul’un gökdelenlerle dolmadığı bir zaman dilimindeki Bahçelievlerdeki mütevazı evinde ikamet ediyordu. Son yıllarda karısı ağır hastaydı. Bir hekim gibi hakka yürüyene kadar senelerce şefkatle ve sevgiyle eşine baktı. Sabri Özpala vefat eden kadar ilme ve ilim yapanlara hizmet etti.

ÖNCELİK İLİM VE  BİLİM ADAMININDI

Kendisini gazeteciliğe başladığım günden itibaren tanırdım. İstanbul Kapalı Çarşı’da Hayırlı Kuyumcu idi. Ankara’da şubeleri vardı. Milli Görüş hareketinin başladığı günlerdi. Milli Gazete’nin kuruluşunda görev aldı, fiili sahibi gibiydi. Çünkü eli cebine giden, hep veren bir milli bir insandı. Gazetenin bütün masraflarını kimseye belli etmeden karşılıyordu. Adalet Partisi adaylıklarını kabul etmeyince başta İstanbul olmak üzere “bağımsızlar harekatı” başlamıştı. Ancak sadece Konya’dan Necmettin Erbakan parlamentoya girebilmişti. Bu girişimin de öncülerinden oldu. Her yerde başarılı olunmamıştı ama bir tecrübe kazanılmıştı. Milli Nizam Partisi kuruldu. Ben de basın danışmanı idim. Yine bir lokomotif gibi en öndeydi; kaynak ve imkan aktarıyordu. Milli Nizam’ın kapatması için açılan her davada da öyleydi. Maddi ve manevi katkısını artırarak sürdürdü. “ Milli Selamet Hareketi “geldi peşinden. İstanbul Cağaloğlu Nuruosmaniye Caddesi üzerindeki il merkezinin Milli Gazete’deki gibi sessiz sedasız bütün masraflarını karşılıyor ve heyecanını, aşkını, şevkini içinde saklıyordu hizmetleri için. Milletvekili adaylığına gelince bazıları gibi olmadı, genel merkezin gösterdiği sırasına rıza oldu. “Benim emeğim daha fazla” demedi. Oyun içinde oyuna tenezzül etmedi. Bu yanlış tasarruf sonradan fark edilmiş, iş işten geçmişti. Kadere teslim olduğundan lidere biat değil de davasına ve inancına olan sadakati kendini belli etmişti. İlime, ilim adamına ve yeni nesil araştırmacılarına kucak açtı, politikaya gerektiği kadar mesafe koydu. Dünyanın yeniden nasıl döndüğünü tefekküre yöneldi, tercihini bu yolda kullandı. Öncelik ilim ve ilim adamınındı. Ufku açık, kendini yenileyen aksakal gençlerindi.

GENÇLİK VE MEDYA BİZİM İSTİKBALİMİZ

Batının kurduğu tuzaklarla Türkiye’de sağ - sol kavgasının başladığı yıllardı. Kardeş kardeşi vuruyordu. Ankara “Sokaklar yürümekle aşınmaz” diye değerlendirirken, kanlı mitingler, kavgalı protestolar, sopalı yürüyüşler, yumrukların havaya kalktığı toplantılar arttıkça artıyordu. Her gün bir gencimizin vurulduğu, yaralandığı, kaçırıldığı haberlerinin geldiği günlerdi. Kavgamız adlı kitabımda bu günleri anlattım. Dehşet listelerini sergiledim kamuoyuna. Son yayınlanan iki romanım Tut Elimi Killize ve Öp Beni Asitane’de de arka planı yansıttım. Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki bir olayda hepsi öğrenci olan Bursalı Salih Doğan Pala, Giresunlu Tuncer Arabul, İstanbullu Gündoğan Üçer, Sivaslı Hurşit Korkmaz, Kahramanmaraşlı Hacı Akıncı, Silifkeli Arif Önemli ve Malatyalı Süleyman Özerol’un tutuklanması üzerine kendi çocukları gibi bu talebelerle ilgilendi. Avukatlar tuttu ve bu üniversite talebesi gençlerin aklanmasına, sağlıklarına yeniden kavuşmasına vesile oldu. Kendisini, yani Sabri Özpala’yı gençlerimiz hala minnet ve şükranla anıyorlar.

Bacanağı Hilmi Kurtulmuş ise Cağaloğlu’nda Fatih Yayınevi ve matbaasının sahibi idi. O yıllarda Tercüman’da çalışıyordum. Fatih Yayınevi bitişik komşumuzdu. Sabri Özpala her akşamüzeri buraya gelir, iş bitimi birlikte sohbet ederdik. Gündemi çok iyi takip ederdi. Kainatın teşekkülünün, yeni dünyanın ve konjnoktürün arka planını gördü ve yakaladı. Buna karşılık ne yapılması gerektiği konusunda sürekli kafa yorar, görüşlerimizi alırdı. Her hayırlı girişimin içinde vardı.

ÜSTAD SEZAİ KARAKOÇ’U SABAH’A KAZANDIRIYOR

Babıali’de Sabah’ta çalıştığım yıllardı. İstanbullu muhafazakar-milliyetçi patronlar bu gazeteyi çıkarmaya karar verdiklerinde en büyük maddi desteği vermişti. Ama hiç kimse bunu bilmezdi, bilmesini istemezdi. Yazar aranıyordu. Bugün için 86 yaşına basan Üstad Sezai Karakoç’u teklif etti. Tek itiraz “Sezai Bey peki kabul eder mi?” şeklinde oldu. Cevabı ise “Siz bana bırakın, ben hallederim.” biçimindeydi. Sultanahmet’teki bekar evinde kalan Sezai Karakoç’a gitti, teklifini verdi, tek şartı vardı yeni yazarın “6 aylık maaşının yani 12 bin TL kadar telifinin peşin olarak ödenmesi” idi. Sabri Özpala Kapalıçarşı’ya giderek kendi kazasından çıkardığı banknotları, koşarak Üstad Sezai Karakoç’a götürdü. Yoksa bu parayı gazetenin ortağı diğer zenginlerden toplamaya kalksa aylar, belki de yıllar sürerdi. Sezai Karakoç’un evine gitti. Üstad “Lütfen.. ben Müslümanların ne kadar ciddi olduğunu öğrenmek için böyle bir teklif verdim.” dedi. Sezai Karakoç gazetede Sütun yazılarına böylece başlamış oldu. Sonra da bu yazıları iki cilt halinde Fatih Yayınevi kitap haline getirdi.

1971 askeri muhtırası verilmişti. Haftalık bir gazete için çalışmalara başlamıştım. Sabri Özpala lokomotifi oldu bu yeni haftalık gazetenin. Kime telefon etse “Elbette, ne kadar isterseniz ben yardımcı olayım, hisseme düşeni vereyim.” diyordu. Bu konuda Elazığlı iki işadamı kardeş Mehmet ve Ömer Fıratları saygıyla hatırlarım. Ama hayata geçiremedik, bu projeden muhtıranın yan etkilerinden ve vesayet rejiminin baskısından dolayı vaz geçtik.

O günlerde Üstad Sezai Karakoç hakkında Ötüken Yayınlarının neşrettiği küçük cep kitabı boyundaki iki kitabı İslam’ın Dirilişi ve İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü hakkında dava açılmış, eserler toplatılmıştı. Askerlerin verdiği muhtıra yargıyı da etkilemişti. Üstadın böyle bir davayı önemsemeyeceğini biliyordum. Gazete haberini okur okumaz Sabri Özpala’yı aradım. Gayet soğukkanlı “Atla gel hemen Ankara’ya gidiyoruz” dedi. Sabri Özpala’nın kırmızı Renault arabasına atlayarak Başkente gittik. Sezai Karakoç işsiz kalınca yeniden Maliye Bakanlığına geçmiş, Ulus’taki tarihi binada çalışıyordu. İşsiz kalan bir fikir emekçisinin durumunu ben de yaşadığım için çok iyi biliyordum. Ayrıca açılan davalarla alakalı olan TCK’nın 163 ve 6187. Maddelerinden benim de mahkemelerim vardı. Dersime iyi çalışmıştım. Üstad Karakoç’a konuyu açtık, kendisinden yetki alarak avukat tutulması hakkında hemen girişim başlattık. Sezai Karakoç Üstad mahkum oldu, ama af ile dava düştü.

DÜNYAYA AÇILAN KAPI; İSAV KURULUYOR

Yüzaltmışüç adında kitabım yayınlanmıştı. Rahmetli Avukatlar Suudi Reşat Saruhan ve Kenan Sah ve Allah sağlık versin Seyfettin Demir ile birlikte Veznecilerin hemen girişindeki üç katlı binanın çatı katını kiralayarak mağdur ve mazlum insanların davasını fahri olarak savunmak üzere bir hukuk bürosu kurulmuştu. Her gün iş sonu hukuk bürosuna uğruyor, sohbet ediyordum. Halil Küçük ve Sabri Özpala’nın da katkısı vardı bu hayırlı girişimde. Bir gün beni hemen bitişiğimizde Millet Caddesi üzerindeki binanın giriş katına götürdü. İçeriye,  girişteki Hacıbozanoğlu Kebapçısının kokularının geldiği daire boştu, bir masa birkaç sandalye vardı. Bir ay sonra yeniden uğradığımızda içerisinde harıl harıl bir çalışma vardı, odalara raflar gelmiş, kitaplar orada yerini almıştı. Prof. Dr. Ali Özek ile tanıştırdı beni. Burası kısa adı İSAV olan İslami İlimler Araştırmalar Vakfı genel merkezi’ydi. Kurucularından biri de Sabri Özpala idi tahmin edileceği gibi. Ama en büyük katkıyı kendisinin verdiğini ben biliyorum. İSAV o günden bugüne yüzlerce uluslararası tartışmalı toplantılar gerçekleştirdi ve yayınladı. Yeni genel merkeze taşınıldı. Fatih Kıztaşı Kamil Paşa Sokak girişinde bulunan apartmanın her katında, kütüphanesi başta olmak üzere, ilmi ve sosyal çalışmaların programı ve projesi hazırlanıyordu. Buradan üniversitelerle ortak, İslam coğrafyasının bireysel, toplumsal ve yönetimsel bütün sorunlarını ve çözüm yollarını, yaşayan misallerini ve nasıl olması icap ettiğini bol referans ve örnekleriyle yazıya döküp kitaplaştırdılar. Hele İslami Tebliğ ve Temsil ile İslam Düşüncesinde Eleştiri Kültürü ve Tahammül Ahlakı konulu milletlerarası tartışmalı ilmi toplantıya bayıldım. Bu ve benzeri, taşra ve İstanbul’daki toplantıların önemli bölümüne katılmıştım. Çok istifade ettim. Birkaç fakülte bitirmiş kadar bu yeni bilgilerle kendimi mutlu ve donanımlı hissettim.  30’ü üzerinde uluslararası sempozyum gerçekleştirdi İSAV, 100’ün üzerinde ilmi kitap yayınladı. Hala da programlarını uygulamayı sürdürüyor.

HER SOKAKTAKİ HOLDİNGLERDEN ACABA KAÇ SABRİ ÖZPALA ÇIKAR?

Sabri Özpala bütün mesaisini yıllardır buraya vermeyi sürdürdü. Vakfın bir kurucusu, bir katkı vereni, bir önde gideni gibi değil de bir personeli gibiydi. Sessiz sedasız dinler, konuklarla alakadar olur, gelişmelerle ilgili soruşturmaları değerlendirir, görüşünü az da olsa yansıtırdı. Uluslararası sempozyumlarda girişteki danışma standında görev yapar, konukları karşılar, bilgilendirirdi. Sabri Özpala’yı tanımanın ve birlikte olmanın ayrıcalığını yaşadığımdan hatıralarını yazmasını veya yazdırmasını önerdim. O gün orada bulunan arkadaşlar ağız birliği etmişçesine bana destek verdiler. Rıza göstermiş, mutlu olmuştu. Sezai Karakoç Üstad ile birkaç hatırasını anlattı. Çoğunu ilk kez duymuştuk. Sevindim. Anılarını yansıtmaya sıcak baktığını fark ettim. Ancak araya bu covit 19 salgını girdi. Evinde tek başına yaşıyordu. O günden sonra bir daha görüşemedik. İSAV Müdürü Ahmet Yıldız Bey aradı ve Sabri Özpala’nın sol tarafına felç geçirdiğini, Kadıköy tarafındaki bir hastane kızının ilgilendiğini ve tedaviye başlandığını belirtti. Daha iyi bir hastane aranıyordu ki bir hafta sonra hakka yürüdü. Fatih Camii’deki cenaze namazının ardından Eyüp Sultan’daki aile mezarlığına defnedildi. Nurlar içinde uyusun, İslam Peygamberine komşu olsun.

Son 20 yılda İstanbul’da neredeyse her sokakta artık birer holding var. Acaba aralarından kaç tane Sabri Özpala çıkar? Bir veya birkaç tane bile çıksa Türkiye’yi kimse tutamaz. Coğrafyamız da derin uykusundan silkinip kendine gelir.