İnsan sevdiği bir işi yaparken zamanın nasıl geçtiğini fark edemiyor. Öğleden sonra kendinden geçercesine kitap okumaya başlıyor, akşama doğru dünyada ne olup bittiğinden habersiz oluyor. Bunun tersi de olabiliyor. Sevmediği bir işi yapan kişi için her dakika ona bir ömür gibi geliyor. Sürekli saate bakıp işin bitmesini bekliyor. Einstein’in öne sürdüğü gibi “ Elinizi sıcak bir sobanın üzerine koyduğunuzda bir dakika bir saat gibi geçer. Hoş bir kızla geçirdiğiniz bir saat ise bir dakika gibi geçer. İşte izafiyet budur."
Özellikle son yıllarda daha çok kazanmak ve daha çok tüketmek felsefesi sebebiyle dikkatimizi dağıtmadan tek bir işe veremiyoruz. Bu sebeple akışı yaşayamıyoruz. Örneğin hayatlarımızı zenginleştirecek sohbet sanatını kaybetmiş gibiyiz. Son iki yüzyılda faydacı ideolojiler bize konuşmanın amacının faydalı bilgi iletmek olduğunu söylemektedirler. Amaçlarına da ulaşmış gibiler. Bilgi vermeyen sohbetler artık zaman kaybı olarak görülüyor. Çok azımız Hz. Ali’ nin şu sözünün anlamını fark edebiliyor “Hoş bir sohbet, işte cennet bahçesi budur.”(Mihaly Csikszentmihaly, Mutluluk Bilimi AKIŞ, s. 191).
Akış, kişinin kendini, her şeyden üstün tuttuğu bir faaliyete kaptırma halidir. Akış anında yaptığınız işten daha önemli bir şey yoktur. O anda kontrol kişinin kendisindedir. Diğer işler ve insanlar onları işinden edemez ve dikkatlerini dağıtamazlar. Zihinleri gezinme, tamamen yaptığı işe odaklanır.
Akış, kişinin bir faaliyet içinde kaybolma halidir. Akan bir nehir gibi kendisini etkinliğe kaptırıp gitmesidir. Akışta zorlama yoktur, odaklanma vardır. Halk arasında bu akış deneyimine farklı isimler veriliyor. “Havaya girmek”, “kendinden geçmek”, “kendini kaptırmak”, “coşmak”, “huşu içinde olmak”, “kendini vermek” gibi… Pek çok durumda akış yaşanılabilir: Düşünürken, çalışırken, spor yaparken, cinselliği yaşarken, oyun oynarken, TV. seyrederken, kitap okurken, müzik dinlerken…
Akış deneyimi o kadar zevklidir ki kişi büyük bedeller ödeyecek olsa bile, kendini o deneyimden koparamaz.
Akışı yaşadığımız faaliyetler, ne bizi sıkacak kadar kolaydır, ne de kaygıya sebep olacak kadar zordur. Fazla görev alan kişi, o görevleri tamamlayacak becerisi yoksa pes etme ihtimali artar. Yeteneklerinin üstündeki işlere girişirse kaygısı işini engelleyecek kadar artar ve hayal kırıklığına uğrar. İdeal olan orta yolu bulmaktır. İşimiz yeteneklerimizle uyumlu ve biraz zorlayacak bir iş olmalıdır ki akış haline geçebilelim. Akış anında kendimizi zorlamak bize keyif verir.
Akış halindeki insanların özellikleri şunlardır: Tek bir işe odaklanırlar, verimlilikleri yüksektir, hata yapma ihtimalleri düşüktür, saatler onlar için uçar gider, anda yaşarlar, kaygılı olmazlar, zihinleri berraktır, egolarının etkisinde kalmazlar, yaratıcılıkları artar, kontrolü ellerinden bırakmazlar.
Akış halinde olmayan kişiler ise bu saydıklarımızın tersini yaşarlar. Zihinleri gezinti halindedir, geçmiş ve gelecek üzerinde düşünürler, etraflarındaki insanlarla ilgili kaygıları düşüncelerini istila eder, her dakika onlar için sonsuz gibi gelir, kontrollerini kaybederler, sık sık çıkmaza girerler, şüpheler ve düşük özsaygı yüzünden rahat yüzü görmezler, çok iş yaptığını sanırlar, ama işleri sıkıcı ve yorucudur, sürekli kendilerini eleştirirler, egoları hep devrededir ve kendilerini öfkeli hissederler, yaratıcılıkları azalır (Hecter Garcia ve Francess Miralles, İkigai, çev, Meltem Uzun, İndigo Kitap, İstanbul, 2019, s. 69).
Bu sebeplerle iş yaparken merdiveni doğru duvara yaslayıp yaslamadığımızı kontrol etmeliyiz. Birden fazla işe odaklanmak merdivenimizi yanlış duvara dayadığımızı gösterir. Sık sık bakacağımız bir saatten ziyade, bize doğru yönü gösterecek bir pusulaya ihtiyacımız vardır. Pusulamız yoksa boşuna yaşamış olabiliriz.