Prof. Dr. Taner TATAR

Akademisyen

tatartaner@gmail.com

Yesi’den Taşmak Tuna’da Akmak: Dededen Toruna Fetih - 4

 

RÜYA: HAKİKAT

 

Evet “Ana Kokusu”
Bütün toprak duygusu.
Büyük analar onu
Ana vatandan almış
Rumeli’ye salmıştı;
Analar enikonu
Oralarda çoğalmış,
Kök salmış kocalmıştı
Rumeli baştan başa
Analarla dolmuştu:
Balkanlar taşa taşa
“Ana dolu” olmuştu...
Yolum düştü geçende
Arandım o ellerde
Bahçesinde bağında,
Çayırında dağında
Nerde o koku nerde?
Dediler: son günlerde
Bir belâ yeli esti,
Hepsini kırdı, kesti!

Ahmet Cemal Bey
 

Türk geleneğinde rüya, gelecek için yol gösteren bir rehber ve ülkünün müjdeleyicisidir. Destanlarımızda ülkü, evvela rüyada görülür; sonra da hakikate dönüşür. Davasını uykusunda bile devam ettiren bir anlayış söz konusudur. Dolayısıyla rüya, basit bir “aç tavuk ve tahıl ambarı” hikâyesi değildir. Görülen bizatihi hakikatin kendisidir. Hakikatli rüya, gelecek tasavvurunu haklı ve kutlu gayeye matuf kılar. Rüya sonradan uydurulmuş olsa dahi, geçmişe yönelik değerlendirmede, madde ile inşa edilen dünyanın manevî temellerini görmeyi ya da meşruiyetin esasını anlamayı mümkün kılar. Zaten rüya kendiliğinden ortaya çıkmaz. Geçmişten intikal eden tarihî bir vazife için görevlendirilme ya da müjdedir. Bu vazife, doğrudan Allah’tan gelen bir mesajla başlar. Nitekim Cebrâ’il-i Emîn, Hazret-i Peygamber’e şu haberi getirir: “Yâ Resûla’llâh, Hak celle ve ‘alâ hazretleri sana selâm eyledi ve dahı şöyle buyurdı kim çün benim habîbim Ahmed ve Resûlüm Muhammed ‘aleyhi’s-selâmın mubârek hâtırı Rûm’a meyl eyledi. Ben dahı ol vilâyeti ümmetine rûzî kılam. Gerekdir ki, kilisaların yıkalar, yerine mescidler ve medreseler bünyâd ideler. Çün hükm-i risâlet tamâm ola, iki yüz yıldan sonra bir yiğit kopa. Uzun boylu ola, hûb yüzlü ola, buğday tenlü ola. Senin oğlanlarından, Malatya’dan kopa. Adı Ca’fer ola. Pehlivânlıkda Hamza berâberi ola, heybetde ‘Ali heybetlü ola. Ayyârlıkda ‘Ömer-i Ummuyye’den ziyâde ola. Yalnız yürüyici ola. Dört kitâbı yâd kıla. Çün âvâz ile bir nesne okuya havâdan kuşlar aşaga döküle. Ol Ca‘fer ol vilâyeti küşâde kıla. Kilisaların yıkup yerine mescidler ve medreseler yapa, dahı İstanbul’un kapusın ol aça. Keşişlerin ciğerin kebâb eyleye. Resûlün mübârek hâtırı âsûde olsun didi” (Battalnâme, 2012: 67-68). Battal Gâzi destanı bu rüyanın hakikate dönüşünü anlatır.

İlahî kaynaklı müjde, iman ehlinin rüyası haline gelir. Henüz rüya görülmeden önce yaşanan olaylar, kutlu davanın ilk belirtileridir. Nitekim her şey Hüseyin Gâzî’nin bir mağarada bulduğu aletlerle başlar. Aşkar at, Âdem Peygamberin iki bölük saçı, Dâvud Peygamberin zırhı, İshak Peygamberin çakalı ve Hazret-i Hamza’nın silahlarından oluşan her şeyde Ca‘fer (Seyyid Battal Gâzi) ismi yazmaktadır. Böyle bir atın ve silahın verildiği Ca‘fer’in kim olduğunu merak eden Hüseyin Gâzi’ye rüyasında, Onun kendi oğlu olacağı müjdesi verilir (Battalnâme, 2012: 69-70). Görülen rüyanın rehber teşkil edici özelliği ya da hakikate dönüştürme gayreti sadece görenle sınırlı kalmaz. Nesilden nesle aktarılır ve sonradan gelenler de dedelerinin rüyasını rüyaları kabul ederler. Zaten dedelerinin gördüğü bazı rüyalarda bizatihi torunları da vardır. Nitekim Seyyid Battal Gazi’ye rüyasında Hazret-i Peygamber şöyle buyurur: “Oğlum! Senin neslinden bir şahıs gelecek. İsmi, Hızır olacak. Yani, Sarı Saltık olacak. Anadolu’ya gelip nice kiliseler harap edecek. Anadolu onun sebebiyle İslâm ile dolacak. Onunla ümmetim kuvvetli olacak ve çok kâfirleri bilek gücüyle Müslüman edecek. Sen ise çok kısa bir zamanda bana ulaşacaksın. Şehit olup şehadet şerbetini içeceksin” (Saltıknâme, 2013: 21). Hayatını kendisine tevdi edilen vazife istikametinde tamamlama noktasına gelen Seyyid Battal Gazi, vasiyetiyle miras olarak çocuklarına davasını bırakır:

“Ey canım oğullarım! Bundan sonra beni dünyada aramayın. Ben Hak Teâlâ hazretlerine vasıl oldum. Ama benim kalbim sizinledir. Siz de din yolunda sıkı durun. Daima Allah rızası için gaza edin. Nefsinize aldanmayın. Yiğitlinize ve pehlivanlığınıza mağrur olmayın. Dünyayı devlet edinmeyin. Hiçbir yaradılmışa hakaret nazarıyla bakmayın. Her yıl Mekke ve Medine’ye hediyeler gönderin. Acizlere yardım edin. Danışmadan iş işlemeyin ki sonra pişman olmayasınız. Her işte Allah’tan yardım isteyin. Zalimlerle sohbet etmeyin. Onların sohbeti, gönülleri karartır. Daima hayır ve bağıştan uzak durmayın. Eğer bu vasiyetlerimi tutarsanız kıyamet gününde yüzünüz ak olsun…”

Battal Gazi’nin bu vasiyeti daha sonra şair diliyle de nazmedilmiştir:

“Dedi oğullarına, kim, siz beni

Bu cihânda, sanmağız, hergiz beni

Hakk’a vâsıl olmuşam, olun âgah

Himmetimi, ideyim size penâh

Hem yetim olanlara, izzet idin

Hem zâif olanlara, hürmet idin

Meşveretsiz işlemen size bir işi

Sonra peşiman olup teşvişi

İsten Allah’tan, hidâyet, dâimâ

Tâ, inayet ide size dâimâ

Zâlim olanlara, izzet etmeğiz

Hayr ihsân etmeği, terk etmeğiz

Bu fenâ dünyada, mağrûr olmağız

Zikr ü tâat etmeden kalmağız

Tâ ki, size yârin olmaya azâb

Bunu dedi, geçti gitti o habâb.” (Deniz, 1986: 84-85)

 

Dedenin gördüğü rüya ve bıraktığı vasiyet çocukları tarafından da takip edilir ve nihayet torunu Şerif de rüyasında Seyyid Gazi’yi görür ve ondan şu mirası devralması istenir: “-Ciğerimin köşesi! Kalk, sefere çık. Senin karşında kimse duramaz. Yürü, filan mağaraya var, benim bindiğim Aşkar’ı orada bulacaksın. Ayrıca savaş aletlerin ve elbiselerin de orada. Tiğ-ı Dahhak’ı beline tak. Keyyus’un süngüsünü ve diğer silahları da al. Güştaseb kalkanı ve Hamza’nın bütün silahları oradadır, dedi”. (Saltıknâme, 2013: 26). Saltık Baba gördüğü rüya üzere hareket eder ve rüyayı hakikate kalbeder.

Henüz bir Beylik olup, gelecekte Cihan Devleti haline gelecek olan Osmanlı’nın rüyası da burada görülür. Zira Saltık Gazi’ye rüyasında şöyle derler: “Al-i Osman gelecek, bu ayrılığı giderip birliği kuracak. O nesilden bir kişi gelecek, âlemde mezhebi de bir edecek. Âlem nizam bulup düzelecek”. Bunu üzerine Şerif rüyasını yazar ve yanına da nasihatler ekleyerek Osman Gazi’ye gönderir: “Oğul Osman! Gayret et! İli mülk edin. Devlet ve saadet senin ile senin neslinindir. Gaza ve cihadı artır. Kâfirlerle barış yapma. Sonunda mülklerini sana teslim edecekler” (Saltıkname, 2013: 609).

Rüya bununla bitmez ve Hazret-i Peygamber’in müjdesi bu sefer de onun dilinden Sultan Mehmed’e ulaşır. Zira Sultan Mehmed İstanbul’un fethi için hazırlık yaparken gece rüyasında Sultan Saltık’ı görür. Elinde demir bir anahtar tutan Sultan Saltık, anahtarı kendisine verir ve şöyle der: “Al anahtarı! İstanbul’a git. O Perkinik Kapısı’nın anahtarıdır. Onun kapısını aç, fakat anahtarı orada bırakma. Yoksa yaya kalırsın. Sonra getirip anahtarı Edirne’de sakla. Eğer İstanbul’da bırakırsan başka kapı açamazsınız” (Saltıkname, 2013: 662). İstanbul’u açan anahtar, yeni rüyalarda yeni kapılar açmak için beklemektedir.

 

Devamı Gelecek Hafta