Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Türkler ve Müzik

Biz Türklerin hayatında müzik; önemli bir yer işgal eder. Doğduğumuzda kulağımıza okunan ezan ve kamette, bebeklik dönemimizde söylenen ninnilerde, sünnet ve nikâh vesilesiyle yapılan düğünlerde okunan mevlitlerde, beş vakit namazdan önce minârelerden yükselen Ezan-ı Muhammedî’de, üç ayları idrak ederken, Recep ayının ilk gecesiyle başlayıp Ramazan ayının teravih kılınan ilk gecesine kadar yatsı namazının ardından, Ramazan’da ise sahurdan sonra müezzinler tarafından minârede okunan temcîdde, bayram namazlarında okunan Itrî’nin Sabâ tekbirinde, ölüm sebebiyle seslendirilen ağıtlarda, Kurban Bayramı günlerinde kılınan vakit namazların farzından sonra okunun teşrik tekbirlerinde, mahalledeki vefat olayını duyurmak maksadıyla okunan salâlarda, her vesile ile ve tecvidle okunan Kur’ân-ı Kerim’de… hep müzik vardır. Müziğin hayatımızdaki yeri engin, derin ve zengindir.

Osmanlı pâdişahlarının hemen hepsi müzikle ilgilenmişlerdir. Şarkı, saz eseri, peşrev, marşlar bestelemişler, beste hâline getirilmeye uygun güfteler yazmışlar, en az bir veya iki müzik âleti ile notalı veya notasız olarak belli sayıda eseri icra edebilme yeteneğine sâhip olmuşlardır. Musıkîşinas olabilme imkânı bulamayanların ailesinde, müzikle alakadar olabilen çok sayıda insan mutlaka vardır. Dünya târihinde gelmiş geçmiş hânedanların içerisinde, Osmanlı Hânedânındakiler kadar üstün vasıflı ve çok sayıda mûsıkîşinasa sâhip bir başka hânedân yoktur. Sultan Üçüncü Selim Han (1761-1808 / pâdişahlık süresi: 1789-1808) seviyesinde bir mûsıkîşinası bir başka millette bulmak, hayâl bile edilemez. 

Bizim, okuma-yazma bilmeyen çobanlarımız bile (kaval ve bağlama gibi) en az bir veya iki enstrümanı ustalıkla kullanmasını bilirler.

Hâli vakti yerinde olan aileler çocuklarına; mandolin,  flüt, gitar veya piyano gibi popüler bir müzik âletini öğretmek için özel hocalara gönderirler.

Prof. Dr. Süleyman Doğan; ‘Okul öncesi dönem çocuğu için müzik,  kendini ifâde etme aracı olmanın ötesinde, onun sosyal gelişimi için de önemli bir çalışmadır. Çünkü çocuk,  müzik eşliğinde arkadaşlarıyla daha kolay bir iletişim kurabilmektedir.’ Diyor.

 

***

Sevgi üzerine kurulu dünyamızda, insanı yücelten en kuvvetli duygu olan sevgiyi gönüllere yerleştirecek olan en güçlü araç şüphesiz şarkılardır. Şarkıların en güzeli en duygulu olanı bizdedir. Şarkılarla gönülden gönüle köprüler kurulur.

 

Bizden başka hiçbir milletin dilinde ‘gönül’ kelimesi yoktur. Yalnızca ‘kalb’ kelimesi vardır.

 

Nasıl olduysa, kalb kelimesinin sonundaki ‘b’ harfi, ‘p’ ye dönüşünce, ne hazin tecellidir ki, en kıymetli organımız, ‘geçmez, sahte para’ mânâsındaki kelimenin ikiz kardeşi oluverdi.

 

Duygu insanları gönülden seviyorlar, gönülden bağlanıyorlar, gönül veriyorlar, gönül gözüyle sevdiklerini gönüllerine yerleştiriyorlar. Şarkılarını gönül sesiyle söylüyorlar.

 

Mustafa Kemal Atatürk; ‘Türk Milleti, kültür temelinin üzerinde yükselecektir.’ Diyor. Kültürün üç ayağı vardır: dil, din ve sanat. Müzik sanatın ayrılmaz bir parçasıdır.

Bilindiği gibi; hayatımızı devam ettirebilmek için aldığımız gıdaları yerken, bilgimizi kültürümüzü irfanımızı geliştirmek maksadıyla gerekli çalışmaları yaparken, çoğunlukla ‘masa’ denilen eşyayı kullanıyoruz.  Bir masanın görev yapması için en az üç ayağının olması gerekir. Masanın üç ayağın biri yok veya sakatsa kullanım imkânı kalmaz. Kültürün de bir ayağı kusurlu ise toplum yapımızda sıkıntılar baş gösterir.  

Müzik, estetik değerlerin; kişi-toplum-târih olgularının bütünleşme çizgisinde çok önemli fonksiyonlara sâhiptir. Duyguya şahsiyet kazandıran ve duyguyu aynı kültüre mensup insanlar arasında yaygınlaştıran, böylece o insanlar arasında berâberliği-kaynaşmayı sağlayan çekirdek güçtür.

Müzik her yerde ve her ortamda; aynı kültüre, aynı millete mensup insanları önce tanıştırır, sonra kaynaştırır. Dile ve müziğe yansımayan kültürlerin yaşaması mümkün değildir. Kültürlerin yok olması, milletlerin de yok olmasına uzanan bir felâket yolunun başlangıcıdır.

Sevimsiz bir kelime olan Savaşlar; devletleri târih sahnesinden silse de, kültüründen kopmamış milletleri yok edemez.

Milletin oluşumunda; birçok unsur yanında, kederde ve sevinçte berâberlik aranmaktadır. Müziğin dili, notalarla seslendirilir. Bu sesler ruha gıda verir. Bu gıdalar, millet şuurunu oluşturur ve pekiştirir.

Söylendiğine göre Sokrat; ‘Bir toplumu değiştirmek istiyorsanız, müziğini değiştiriniz!’ Diyor. Çünkü müzik değişince, dil ve düşünce sistemiyle birlikte diğer unsurlar da değişir.

Dilini ve dinini değiştiren toplumlar, müziğini de değiştirmişlerdir. Bu değişimler, tabandan tavana olduğu gibi, tavandan tabana doğru da gelişebilir.

Bunun en çarpıcı örneğini Ermeni bestekârlarda görebiliriz. Onlar için ‘Türkleşti’ Diyemesek bile, rahatlıkla, ‘Kendilerini Türk gibi hissettiler…’ Diyebiliriz.

Arşak Çömlekçiyan ve oğlu Kanunî Nubar Tekyay, Kanunî Artaki Candan, Kemanî Tatyos Efendi, Bestekârlar Bimen Şen ve Asdik Ağa… gibi Türk müziğine hizmet eden Ermeniler… müzik aracılığı ile Türk kültürünü benimsemişlerdir. Onlardan hiçbiri, diğer soydaşlarının hainliklerine katılmamış, Türk milletinin aleyhine olacak hiçbir hareketi desteklememişlerdir. Çünkü onlar kendilerini, Türk müziği aracılığı ile hizmet ettikleri kültürün ve o kültürün sâhibi olan milletin bir mensubu olarak görmüşlerdir.

Müzik, insan kalabalıklarının millet hâline gelmesinde mühim bir unsurdur. Dolayısıyla müziğimizi sevdiğimiz kadar, müziğimize hizmet edenleri de sevmeli ve saymalı, saygı göstermeliyiz.

Dikkat edenler fark etmişlerdir: Müzikle hem-hal olmuş insanlar, gönül adamıdır, zariftir, nâziktir, hoş olmayan kelimelerle ifâde edilen hiçbir husûsiyet onların şahsiyetlerine nüfuz edemez.

Sararmış yapraklarla doğu cadde ve sokaklardan gönüllere sinen sonbahar hüznünü, sevdiğiniz şarkılarla yaşama isteğine dönüştürebilirsiniz.