Tüm insanların, düşünürlerin, sanatçıların, bilim adamlarının yüzyıllar boyu aradıkları bir duygu ve bir yaşantı olan mutluluğun temeli, erdemli ve ölçülü olmaktır.
Kişinin temel görevi, potansiyelini artırmak ve bilincini geliştirerek mutlu olmaktır. Ana- babaların, toplumun ve devletin temel görevi de bu doğrultuda insanlara yardımcı olmak ve onların gözünün açılmasını sağlamaktır.
Bir insanın sağlıklı yetişmesinden, ürün vermesinden ve bu ürünlerden yeni tohumlar elde etmesinden, yani mutlu yaşamasından önemli ne olabilir?
Mutlu insan, kendi değerlerinin farkındadır ve bu değerlerini insanlığın yararına kullanır.
Kişi mutluluğun bilincine vardığı zaman, kendi beyni mutluluk programını yapar.
Bu mutluluk programının kalıcı olabilmesi için beyindeki nöronlar arasında kalıcı bağlantılar oluşturması gerekir. Bunun için de iyi yönlendirilmiş zihinsel çalışmalara ihtiyaç vardır.
Zihinsel alıştırmaların tekrar edilmesi var olan nöral bağlantıların güçlenmesini ve yenilerin yaratılmasını sağlar.
Peki, mutluluk bir bilim midir?
Bilimin, tarafsız gözlem ve deneylerle elde edilen düzenli bilgiler topluluğudur. Bilimsel bilgi elde etmek için tümevarım yöntemini kullanılır. Bilimsel bilgiye, yasa ve genellemelere ulaşmaya çalışılır. Bilimsel bilgi, evrenseldir, nesneldir, kesindir, doğrulanabilme özelliği vardır, birikimli olarak ilerler, akıl ve mantık ilkeleri kullanılarak elde edilir, uygulanabilir, değişebilme ve kendini yenileme özelliğine sahiptir.
Ken Keyes, muhteşem eseri “Yüksek Bilinç Yolculuğu” nda “mutluluk bilimi”nden bahsetmektedir. Keyes, mutluluk biliminin, tüm dünyada yer alan büyük uyanışa katkıda bulunmak için formüle edildiğini ifade ediyor. Yazara göre mutluluk, yüksek bilince giden sevgiyi yaşama yoludur.
Keyes’in ifadesiyle, mutluluğa giden yolu oluşturan insanların çoğu binlerce yıldır değişik zamanlarda test edilmiş ve denenmiştir. Bu sebeple mutluluk bir bilimdir.
Mutluluk öncelikle kendi içimizde aranması gereken bir iç huzur ve hoşnutluk duygusudur. Kendi iç huzurumuz doğrultusunda, kendimizi ve diğer insanları mutlu edecek bir takım kurallar şüphesiz vardır. Tarih boyunca bütün düşünce sistemleri, bütün dinler, anlaşmazlıkları giderecek, kötülüğü önleyecek, insanları mutlu edecek kurallar getirmeye çalışmışlardır.
Mutlu olmak için öncelikle bazı erdemleri kazanmak gerekir. En önemli erdemler, kendine karşı doğru ve saygılı, başkalarına karşı dürüst, tolerans sahibi, topluma hizmet götüren, iyilik yapan, namuslu, iyimser, kendini yenileyen, adaletli, insaflı, güvenilir ve paylaşımcı insan olmaktır.
Epikür diyor ki: “Akıllı, namuslu ve doğru olmadıkça mutlu yaşamak imkansızdır. Mutlu olmadıkça da akıllı, namuslu ve doğru yaşamanın imkânı yoktur.”
Mutluluk üzerine en çok düşünmüş yazarlardan biri olan Bertrand Russel, “Mutluluğa ulaşmak için kendimizi onarmamız gerektiğini” vurguluyor.
Erich Fromm mutsuzluğun temel sebebini, kişinin sadece sahip olma düşüncesi kendisi olmayı unutmasında aramaktadır.
Mutluluk, sadece kazanılan bir ödül, geçici icra edilen görevler, işgal edilen makam ve odalar değildir. Mutluluk, özgürce sevgi ve ilgi duymaktır. Mutluluk, paylaşmaktır, fedakârlıktır…
Bu sebeplerle mutlu olmanın bir takım kuralları vardır ve mutluluk bir bilimdir.
Mutluluk bilimi, kısaca pozitif psikolojidir. Geleneksel psikoloji eksiklere ve kusurlara bakar. Bunun sebebi, problemleri anlamak ve çözmek için bilimsel çalışmalar yapmaktır.
Pozitif psikoloji ise, doğrulara ve olması beklenen faktörlere odaklanır. Mutluluk bilimi, kişiyi güçlü olduğumuz yanlara yoğunlaştırır. Zayıf yanlarımızı da fark ettirir, ama güçlü yönlerimiz üzerinde çalışmalar yaptırır. Amaç kişiyi motive ederek daha iyiye ulaşmasını sağlamaktır.
Psikoloji bilimi mutluluğu uzun zamandan beri araştırmaktadır. Mutluluğu bilimsel olarak incelerken şu sorulardan yola çıkmaktadır.
Seni mutlu eden nedir?
Mutluluğunu diğerlerine de nasıl aşılayabilirsin?
Oysa geleneksel psikolojinin yaptığı araştırmalarda odak noktasında şu sorular bulunuyordu:
“Mutsuzluğunun sebebi nedir?
“Yaşadığın bu sorunu nasıl çözebilirsin?
Epikür bir ahlak felsefesi geliştirmiştir ve felsefenin ana düşüncesi mutluluktur. Ona göre insan, tabiatı itibarıyla acıdan, üzüntüden, kaygıdan kaçıp neşe ve haz peşinde koşmaktadır.
Mutsuzluk bulaşıcıdır.
Mutsuzluk bulaşıcı bir hastalık gibidir. Hastalığın kişisel olmaktan çıkıp toplumsal bir sorun haline dönüştüğünü düşünenlerin sayısı artmaktadır: Kavgacı, gürültücü, suç oranı yüksek, yardımlaşma, şefkat, hoşgörü oranı düşük bir toplum haline gelmemizin sebebi mutsuzluktur. Aşktan, dostluk ve arkadaşlıktan, sevgi, başarı, takdir ve iltifattan çok çelme takmayı, kazıklamayı, kıskançlık, düşmanlık, kin, nefret ve aşağılamayı daha çok kullanmamızın nedeni de büyüyen toplumsal huzursuzluk ve mutsuzluktur.
Mutlu olmaya hazır bir toplumuz. Kolay, uysal, heyecanlı, hareketli ve inançlıyız. Ama ne yazık ki hayatımızdan memnun değiliz! Eğer mutluluk ölçümü yapılabilse ülke olarak çok arka sıralarda yer bulabileceğiz. Bundan 20-30 yıl öncesine oranla refah düzeyimiz, sağlık sistemimiz, yaşam kalitemiz daha iyi gibi görünüyor ama kişisel ve toplumsal mutsuzlukta en üst noktalardan birindeyiz.
Neden yaygınlaşıyor?
Mutsuzluğun dalga dalga yayılmasının pek çok sebebi var. Bakın Dalai Lama bunun için neler diyor:
"Sakin ve barış dolu bir zihinsel durumu koruyabilirseniz, sağlığınız kötü iken de mutlu biri olabilirsiniz. Olağanüstü zengin biri de olsanız, yoğun bir öfke ve hiddet anında sahip olduklarınızın tümünü kırıp atmak da isteyebilirsiniz. O anda elinizdeki zenginliklerin hiçbir anlamı yoktur. Diğer yandan, sakin-dingin bir ruha ve içinizde belirli bir dengeye sahipseniz dışsal imkânlarınız eksik olsa bile mutlu ve neşeli bir hayat yaşamanız mümkündür."
Mutsuzluk virüsünü yaygınlaştıran sebeplerin birincisi ve en önemlisi tatminsizlik gibi görünüyor. Olan ile yetinmemek, olmak-olgunlaşmak yerine sahiplenmeye öncelik vermek, eskilerin deyimi ile "hırsı aklının önünde gitmek" hep sorun olmuştur. Daha büyüğünü, yenisini, hızlısını, güçlüsünü, farklısını istemek mutluluğun önündeki en büyük engeldir.
Ne yapmalıyız
Mutlu olmak her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. Mutluluk daha iyi bir hayata yolculuk olmaktan çıkıp, ulaşılması güç bir dağ, varılması güç bir çöl haline geliyor.
Mutlu olmak için biraz yavaşlayıp, soluklanıp, gülün, nergisin, kirazın, baharın ve aşkın tadına daha çok bakmalıyız.
Kötüyü unutmalı, iyiye sarılmalı, birbirimize daha çok yaklaşmalı, yaslanmalıyız.
Birbirimize ve hayata daha çok inanmalı, güvenmeli, paylaşmalıyız.
Kızmamalı, öfkelenmemeli, darılmamalıyız.
Yaşamaktan daha çok hoşlanmalı, "keşke"lere ,"oysa"lara "ben"lere daha az takılmamalıyız. Pişman olmamalı, pişmanlık duyacağımız şeyleri yapmamalıyız.
Geride kalan keyifsiz, neşesiz ve acılı zamanlara takılıp kalmamalı, üzülmemeli, yanmamalıyız. Sporcuların dedikleri gibi önümüzdeki maçlara bakmalıyız!
Yaşayan ve var olan her şeye hayranlık duymalı ve kucaklamalıyız.
Daha az istemeli, daha çok vermeli, daha az küsüp daha çok sevmeliyiz.
Üzüntüden kaçmalı, kendini bilmeli, fazlalıklarımızı atıp hafiflemeli, köşelerimizi, sivriliklerimizi törpülemeliyiz.
Olumlu düşünmeli, güzel ve hoş şeyler düşlemeli, zihnimize bize iyi ve güzel gelecek beklentiler yüklemeliyiz.
Sosyal ilişkilerimizi geliştirip güçlendirmeli, aidiyet duygusuna önem vermeli, inanç dünyamızı güçlendirip geliştirmeliyiz.
En zor zamanlarda bile "Bu da geçer" deyip dik durmayı becerebilmeliyiz.
Kendimize ve ailemize zaman ayırmalı, kişisel gelişimimizi sürdürmeliyiz.