“Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum
İtil’le, Tuna’yla, Nil’le konuşurdum.
“Sangaryos’u “Sakarya” yapan,
“İkonyum’u “Konya”yapan
Dille konuşurdum.” Arif Nihat Asya
Büyük zaferi iyice anlamak için onun arifesinde cereyan eden hadiseleri de bilmek şarttır. Ordu mağlubiyete doğru gitmektedir. İsmet Paşa Yunan Ordusunun saldırısı karşısında çekilme kararını verdiği için perişandır. Karacabey’deki alçak tavanlı iki küçük pencereli odasında ümitsizliğin en koyusunu yaşamakta, Mustafa Kemal Paşa’nın gelmesini beklemektedir. Mustafa Kemal Paşa gelecektir. Çünkü Ankara böyle istemekte, daha doğrusu cepheye gitmesi için diretmektedir. Meclisin ileri gelenleri ise çok endişeliydi. Yeni düzenlenmiş, başıbozuklardan temizlenmiş ordunun gücünden şüpheliydiler. Bir büyük kısım ise ısrarla ordunun başına Mustafa Kemal Paşa’nın geçmesini istemekteydi.
Mustafa Kemal Paşa yanında Fevzi Paşa Eskişehir’e girerken çekilme çoktan tamamlanmıştı. Sokak korku içinde kaçmaya çalışan insanlar ve çocuklarla doluydu. Yunan bombardımanı devam ediyor, yaralılara yaralılar ekleniyordu. Sedyeler inleyen yaralılarla doluydu. Bir küçük çocuk cephede hasta bakıcı olarak çalışan Halide Edib’e teyze diye seslenerek ailesini bulması için ağlayarak yalvarıyordu. Halide Edib hâtıralarında bu manzarayı “Kadınlar kamyonların üzerinde çocuklarını emziriyorlardı. Etrafları eşya ve çocuklarla doluydu. Hepsinin elinde tavalar olduğunu gördüm. Ömrümde insanların bu kadar tava kullandıklarını ilk defa görüyordum. Mustafa Kemal Paşa sapsarı, platformda askerlerle konuşuyordu. Hepsi sakindi. Karşılarında kadınlar… Bu kadınların gözleri çok acı şekilde askerlere çevrilmişti.” Diye anlatmıştı
Eskişehir’de hastabakıcılık yapan Halide Edib’e imrenen Yakup Kadri de Mustafa Kemal Paşa’nın odasındaydı. Paşa, yaverinin cepheden gelen her haberi bildirmesinden sonra sövüp saymaktaydı. Sabahleyin ise Mustafa Kemal Paşa savaşın neticesini büyük bir sükûnetle kabul etmiş görünüyor, “İsmet savaşı kaybetti, haydi bir fincan kahve içelim” diyordu.
Yüzbin kişilik Yunan ordusu’nun Ankara’ya yürümesinden korkuluyordu. Halk panik içindeydi. Yeni bir mağlubiyetten çıkmış ordumuz ise yirmi beş bin kişiydi. Gerçekten çok zor günlerdi İsmet Paşa’nın Eskişehir harbini kaybetmesinden sonra Meclis’ın hâli de Yakup Kadri’nin deyişiyle “Arenadan farksızdı” Meclisin bir kısmı bu mağlûbiyetten Mustafa Kemal Paşa’yı mesul tutuyor, askerlikten çok politikayla uğraştığını imâ ediyordu. Meclisi “Ordunun başına sen geç” sesleri dolduruyordu. Bu seslerden bir kısmı ona güvenin ifâdesiydi. Diğerleri ise onun bir mağlûbiyetle yok olmasını isteyenlerindi.
Mustafa Kemal Paşa bu çığlıkların üzerine meclisten üç ay müddetle salâhiyet istemişti. Başkumandan olarak mutlak ve tam bir sâlâhiyet… Meclis ise üç ay için bile hâkimiyetinden vazgeçmek istememişti. Ama Mustafa Kemal Paşa sonunda bu sâlâhiyeti alacak, bütün kudrete sahip bir askerî otorite olarak Büyük Millet Meclisi tarafından seçilecek, böbreklerinden çok rahatsız olmasına rağmen yirmi dört saat sonra cepheye hareket edecekti. Karargâhını Polatlı’ya çok yakın Mallıköyü’nde kurmuştu. Ankara bundan sonra heyecan ve korku içinde artık oradan haber bekleyecekti. Halk panik içindeydi. Pek çok kişi Ankara’yı terketmeye hazırlanıyordu. Halide Edib kendisini bekleyen Mustafa Kemal Paşa’yı Karagâhtaki odasında ziyaret ettiğinde çok şaşırmıştı. Paşa oturduğu koltuktan güçlükle kalkmıştı. Kaburga kemikleri geçirdiği bir kaza neticesinde ağrıyordu. Hâtıralarında “Mustafa Kemal Paşa’ya doğru kalbimde mutlak bir hürmetle gittim” diye yazar. Halide Edib o an Yunan ordusunun bir canavar gibi Ankara’ya yaklaşmış olduğunu anlamış ümitsizlik ifade eden bir sesle “Eğer Ankara’ya gider de bizi geride bırakırsa ne yaparız” diye sormuştu. Paşa Halide Edib’in ifadesiyle “korkunç bir kaplan gibi” gülmüş ve cevap vermişti. “bon voyage Messieurs” derim. Arkalarından vurarak onları Anadolu’nun boşluğunda mahvederim.”
Tarih 23 Ağustos 1921’i gösteriyordu. Yunan Ankara’ya doğru ilerliyordu. Yunan ordusu Mangal dağını ele geçirmişti. Ordumuz büyük bir şok yaşıyordu. İsmet Paşa çok sinirliydi. En iyimser ve ümitli olan Fevzi Paşa idi. Birer birer ele geçirilen tepeler onu hiç ümitsizliğe sevk etmiyordu. Mustafa Kemal Paşa gene sövüyor, kabına sığamıyordu. Çok hiddetli ve çok asabiydi. Fevzi Paşa’nın “Türbe Tepe” nin geri alındığını bildirmesi büyük bir ferahlık yaratmıştı. Halide Edib hâtıralarında Paşa’nın gözlerinin “Dante’nin cehenneminde yananların gözleri gibi anlatılamayacak kadar bir acı içindeydi.” Diye yazar. Savaş Mangal dağı ile Türbe tepe arsında çok kanlı bir şekilde devam ediyordu. Emir tümenlerin son eri ölünceye kadar savaşılacağını söylüyordu. Mangal dağının sadece tepesi Türklerin elindeydi. İsmet Paşa büyük bir asabiyetle sorumlu komutanların acele bulunmasını istiyor, Mustafa Kemal Paşa ise mesullerinin hemen bulunmasını ve cezalandırılmasını emrediyordu. Bunun arkasından Türbetepe’nin kaybedilmesi Türk savunmasının çöküşüydü. Tepe’de çok kanlı savaşlar oluyor, Mangaldağı’nda ölüm kol geziyordu. Bu savaş değil kıyametti. 26 Ağustos 1921 savaşın dördüncü günüydü. Cephe komutanlığından 21.45’de gelen emir “Tümenler son erleri ölene kadar mevzilerin kesin olarak savunacaklardır” diyordu. 22 gün süren SAKARYA Meydan Muharebesi tarihe, uzun sürmesinin yanında en kanlı ve en bunalımlı savaşlardan biri olarak geçecekti. Yunan’nın Ankaraya girmesine sadece 50 km kalmıştı. Meclisi ve Hükümeti Kayseriye taşımayı düşünen Mustafa Kemal Paşa durumun iyiye gittiğini görünce vazgeçmişti. Türk ordusu büyük bir baskı ve ateş altında olmasına rağmen direniyordu. 15. Tümen 38. Alay 1’inci Taburu’nun 20 kişilik subay kadrosu üç günlük çarpışmadan sonra 6’ya inmişti. Sakarya en önde savaşan subaylarıyla bir subay savaşıydı. Bu korkunç savaşın en kahredici ve ümitsizliğe sevkedici günlerinde bile ümitsizliğe kapılmayan komutan ise Fevzi Paşa idi. En bunalımlı anlarda dudakları kıpırdayan, dua eden Fevzi Paşa… Savaşın tek kadın şahidi Halide Edib bir romancı gözü ile onun bu halini hep hayran olarak seyretmiş hatıralarında “Onda zaferimize karşı o kadar büyük bir güven vardı ki, bu insana güven veriyordu” diye yazmıştı.
Bir hafta geçmeden Çaldağı da düşmüştü. Mustafa Kemal Paşa büyük bir asabiyetle sövüp sayıyor geri çekilme emrini verip vermemekte tereddüt ediyordu. O kararsızlık anında bir subay yanına gelmiş “Fevzi Paşa telefonda sizi arıyor efendim” demişti. Halide Edib “Gece yarısından sonra saat tam ikiydi” diyerek o tarihi olayı böyle anlatır: “Mustafa Kemal Paşa karşıdaki odada telefonla konuşuyor, ben kapıya dayanmış dinliyorum. Salon ayakta dimdik duran subaylarla dolu. Herkes bekliyor, Mustafa Kemal konuşuyor. “-Siz misiniz Paşa Hazretleri? Ne?.. Vaziyet lehimizde mi dediniz?.. Doğru mu anladım… Haymana hemen hemen işgal edilmiştir… Ne?.. Yunanlılar dayanma gücünün sonuna gelmiş ricat mı edecekler? (geri mi çekilecekler) Halide Edib hâtıralarında “Mustafa Kemal Paşa’nın Yunanlıları tedbir almadan kuşatmak için kullanacağı kuvvetler için plan yapmaya başlamıştı. diye yazar. Halide Edib’in “Dinleniniz Paşam, yatınız” demesi üzerine ise “Haydi bir kahve içelim” demiş, kendisine hizmet eden Ali Çavuş’a seslenmişti.
3 Eylül savaşın 12’inci günü. Acayip bir sessizlik… 4,5’inci Eylül… Yunan ordusunda ki sessizlik şaşırtıcı bir şekilde hâlâ devam etmekteydi. 6 Eyül savaşın 2.’nci haftasıdır, ses yoktur. Yunan taarruzunun bilinmeyen sebeplerle durması askeri ferahlatmış ve dinlendirmiştir, 9 Eylül hareketin on sekizinci günüydü. Bazı ufak tefek dalaşmaların dışında o kanlı çarpışmalardan eser yoktu. Ama ertesi gün, savaşın 19’uncu günü top sesleri Batı’dan değil, Doğu’dan gelmeye başlamıştı. Topçu ateşleri Duatepe’ye doğru yoğunlaşmıştı. Mustafa Kemal Paşa, Fevzi ve İsmet Paşalarla Duatepe’yi seyrediyorlardı. Hayret edilecek bir şey ise Duatepe’deki Yunan ordusu’nun bir kısmının çekilmeye başlamasıydı. Tepe saat 14’de doğru kanlı bir süngü hücumu ile alınmıştı. Kurmay Albay Asım Gündüz hâtıralarındaki bu satırları tarihe emanet etmiştir “….Birliklerimiz düşman saflarına yaklaştığı zaman ellerimizde dürbünler nefeslerimizi kesmiştik. Fevzi Paşa (Mareşal Fevzi Çakmak) başı önünde durmadan Kuran okuyor, elinde tesbih dua ediyordu. İsmet Paşa heyecandan yüzünün bütün hatları gerilmiş eli dürbününde sık sık ileri hatları izlemekle meşguldü. Boynumda asılı olmasa elimdeki dürbünün yere düşecek kadar titrediğini hissettim. Mustafa Kemal büyük batarya dürbününün gerisinde taarruzun gelişmesini izliyor ve sesleniyordu, bu iş burada bitecek…” Ses sadece ileriden geliyordu. Top sesleri, tüfek sesleri ve arkada kalan erlerin öne erişmek için süngü ellerinde “Allah… Allah” diye kükreyişlerini duyar gibiydik. Çok çetin bir boğuşmadan sonra Dua tepe elimize geçmiş bulunuyordu. Ve Yunan’ın yaptığı hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği işkenceler…
İstanbul’un ise hiçbir şeyden haberi yoktu. Rumca yayınlanın gazetelerin dağıtıcıları Beyoğlu caddelerinde avaz avaz bağırıyordu: Mustafa Kemal tutsak alındı!.. İkinci baskı, Mustafa Kemal’in sonu geldi. . Yazıyor Mustafa Kemal’in tutsak edildiğini yazıyor!.. Yunan ordusu Ankara’ya giriyor!.. Son baskı, savaş bitti!.. Beyoğlu caddelerinde sevinç çığlıkları, sarhoş naraları… Pencerelerde mavi ,beyaz Yunan bayrakları… Türk halkı şaşkın ve çok sessiz.. Düşünüyor Türk ordusunun üç hafta dayandıktan sonra birden bire bu hale düşüşüne bir türlü inanamıyor. Dükkânlar kapalı, kepenkler indirilmiş… İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçıran, oradan haber alma vazifesini yüklenmiş gizli teşkilatlardan biri olan M.M. Grubu’nun fedailerinden Topkapılı Mehmet Bey Anadolu’da neler olduğunu çok merak ediyor, söylentilere inanamıyor. Bütün telgraflar İngilizlerin kontrolünde. Ama İstanbul Merkez telgrafhanesinin başı olan İhsan Bey ve vatansever telgrafçılar Sirkeci’deki Postahanenin bodrum katındaki bir odaya gizli bir hat çekerek Ankara ile gece gündüz konuşma imkânına sahip olmuşlar. İşte Topkapılı Mehmet Bey onlardan yalvar yakar, gündüz olmaz demelerine rağmen yardım istemiş. “Fevzi Paşa sizlerin çalışmalarınızdan çok memnun” diyerek şifreyi de vermiştir. Ve gündüzün tehlikesine rağmen telgraf çekilmiş cevap sabaha karşı gelmiştir “Ordumuz Sakarya’da kesin zafer kazanmıştır. Yunanlılar bozulmuş geri çekilmektedirler. Gözlerinizden öperiz. İmza: Ankara Telgrafçıları. İhsan Bey sevinç gözyaşlarıyla fesini alelacele başına geçirirken “Ben Tasviri Efkâr gazetesine gidiyorum. Bayram sırası artık bizde” diyordu..
Millî Savunma Vekili (Bakanı) Refet Paşa (Bele) ise Büyük Millet Meclisi kürsüsünden Sakarya Zaferini bu sözlerle anlatıyordu “Bu kesin zaferi milletimizin âlicenaplığına borçluyuz. Millî Savunma vekili olarak ordunun şükranını milletin ayaklarına sererken, göz önünde kağnı arabalarıyla çalışan köylülere ve köylü kadınlara bu şükranı burada yerine getirmek en mukaddes bir vazifedir. Bu, ferdin zaferi değil, milletin zaferidir. Asıl kağnı arabası ile koşan, yavrusunu kucağında taşıyan köylü kadının zaferidir.”