Aylardan mayıs günlerden hangisi olduğunun önemi olmayan karantina dönemlerindeyiz. Ailemizle birlikte olduğumuz bugünlerde eski defterler birer birer açılıyor. Kahvaltı sonrası odayı dolduran kahvelerimizin eşliğinde defterleri eşelemeye başladık ailemle birlikte.
İki erkek çocuğa sahip 34 yaşında anne ve 41 yaşında baba bu yola evimize şenlik getirecek bir kız arzu ederek koyuluyorlar. Anneannemin kız olmazsa ben bakarım teşvikleriyle de gaza gelmiş olsalar gerek. 19 Mart 2000 Salı günü bu isteklerinin gerçekleştiği gündür. Planlanan doğum nisan ayında olmasına rağmen bu dünyayı görmek için acele etmişim. Acele ettiğim bu dünyadaki evimde ise iki büyük abi heyecanla ve asla kabul etmeseler de kıskançlıkla bekliyorlardı. İki abiyle büyümek evde her zaman bir şeyin kırılacağı ya da zarar göreceği -bu ben de olabilirim- anlamına gelirdi. Ebeveynlerimizden azar istemeyen abim ambulans sesleriyle ağlamamı engelleyerek gülmemi sağlardı. Bu küçük kazalar ise asla abilerimle oyun isteğimi kırmazdı hep daha fazlasını isterdim. Parklarda ise “Benim adım Ayşegül. Senin adın ne?” çabalarıyla oyun oynamak için arkadaş edindiğimi anlatırdı ailem. Çevresinde arkadaş arayan biriyim küçüklüğümden beri. Akrabalarımızın neredeyse hepsi Sakarya’da yaşıyorlardı. Ben küçüklüğümü kuzenlerimden uzak geçirsem de abilerim eksikliklerini hissettirmediler.
Bu eksikliği tamamlayan bir diğer faktör ise Bal ailesiydi. Ortanca abimle aynı sınıfa giden Bal ailesinin en büyük ferdinin arkadaşlığı iki ailede dostluğa dönüşmüştü bile ben doğmadan. 2001 yılında doğarak beni fazla bekletmeyen Bal ailesinin en küçük ferdi ise benim doğmadan edindiğim arkadaşımdı. Evlerimizin ve ailelerimizin yakın olması sebebiyle bütün zamanımızı birlikte geçiriyorduk. İki aile ile yapılan piknikler, tatiller, ev oturmaları, kahve eşliğinde sohbetler… Bu demek değildi ki Bal ailesinin en küçük bireyi ile olan dostluğumuz kavgadan gürültüden arınmış haldeydi. Her gün kavga edip ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi birbirimizin evlerine kaldığımız yerden devam etmek için giderdik. Birbirimizin evleri ikinci evimiz haline gelmişti bile.
Hereke’ de bitirmem gereken ilköğretim dönemimi, Serdivan Zübeyde Hanım İlköğretim Okulunda bitirdim. Bayramlarda, tatillerde, herhangi bir müsait zamanımızda Sakarya’ya giderdik ailemle birlikte, o yüzden Sakarya’ya taşınmak beklenilen yıkıntıyı oluşturmadı üzerimde, ancak Bal ailesiyle olan ayrılığımızın iki ailenin de en küçük fertlerini derinden yaraladığını söyleyebilirim. Lise sınavına girmem gereken son senede ailemin aldığı bu karar o zaman beni kötü yönde fazla etkilemediyse de şu an hep beraber düşündüğümüz zaman cesurca ve tehlikeli bir karar olduğunun farkına varıyoruz. Bir yandan dershane bir yandan okul derken bu değişime adapte sürecim hızlandı. Şehir değişimine ek olarak sınav değişimi de eklenmişti o dönem. TEOG denilen ilk defa 2000 doğumlulara uygulanacak bir sınavla karşılaştık. Kendi okulunda kendi arkadaşlarınla gireceğin bir sınavdı TEOG. Ben bu duruma ise avantaj gözüyle bakıyordum. Yazılı gibi lise sınavı yaklaşımını sevmiştim. TEOG günü gelmişti ve beklenilenin aksine stresli değildim. Okula gidince normal bir okul günü manzarasını görmeyi beklerken, ana baba günü o televizyonlarda gördüğümüz “hayatımızı değiştirecek sınav” okulu haline gelmişti. Annemden gelip beni beklemesi için istek de bulunmamıştım ve herkes öyle yapar diye düşünmüştüm. Yine de arkadaşlarımın ailelerini görmek beni strese sokmamıştı. Şu an baktığımda ise bunun sebebini yanımda okunmuş üzüm taşıdığımdan olduğunu düşünüyorum. Normal yazılı edasıyla girdiğim TEOG sınavlarından Tes-İş Adapazarı Anadolu Lisesini kazandım.
Liseye geldik hiç bitmeyecekmiş gibi gelen günler geçerken bölüm seçmemiz gerekti. İki abisi ve babası mühendis olan benden de aynı tercihler bekleniyordu. İngilizce ’ye olan eğilimim ailemin isteklerine baş kaldırmamı sağladı. Bütün sorumluluğu kabul ettikten sonra dil bölümüne geçtim ve kolaylıkla söyleyebilirim ki hayatımın en doğru kararıydı. Sınıfları kıskandırabilecek bir sınıf dekorasyonumuz ve mevcudumuz vardı. Sınıfımızın sıralarından, parkelerine kadar seçtiğimiz için midir bilmiyoruz, sınıfımızda geçirdiğimiz iki sene bizim için unutulmaz oldu. Hem hafta içi okulda hem de hafta sonu sınıfça aynı dershaneye giderek ailemizden daha çok birbirimizi görüyorduk. Üniversite sınavı için disipline girmeye başlamak tam bir kabustu hepimiz için. Son sene sınıfça güzel tempo tutturmuş, disiplinli bir şekilde çalışıyorduk ki üniversite sınavının değişeceği dedikodularını duymaya başladık. Yetkililerden bir duyuru gelmeyince bir nebze rahatlamıştık ki o kara gün geldi çattı. O sene yapılması gereken rahmetli YGS’ye 3 ay kala sınav sisteminin değiştiği açıklanan canlı yayınla ne yapacağımızı bilemedik. Sinirliydik, üzgündük ve bu duygularımızı sınav öncesi atlatmalıydık. Bir arkadaşımız ÖSYM’nin bizi ne hale getirdiğini göstermek için sınıfça klip çekmemizi önerdi. Böylece arkadaşımızın yönetmenliğiyle “ÖSYM sen mi büyüksün biz mi?” adlı video klibini çekip YouTube’a yükledik. Kendi çapımızda yaptığımız bu tepki videosu bize gerekli motivasyonu sağlamıştı. Günler geçip üniversite sınavının bir an önce gelip bitmesi için dua ederken, sınıf arkadaşlarımızdan ayrılacağımız için hüzünlü zamanlardaydık. Her güzel şeyin sonu geldiği gibi lise hayatımızın da sonu gelmişti.
Üniversiteye geçmek hayatımızın yeni sayfasını açmak gibiydi. 1 sene hazırlık sonrası asıl akademik ve zorlu süreç başladı. Hazırlık derslerinin 2 katından fazla ders görmek gözümü korkutsa da geçme kaygısından arınmıştım. Birinci sınıfımızın ikinci döneminde daha vizelerimize bile giremeden görünmez düşman kapılarımıza dayandı. Biri deseydi ki “Hendek’e gitmeyi özleyeceksin Ayşegül.”, asla inanmayıp gülerdim yüzüne. Aniden ayrıldığımız Hendek gitgide eski kötü namından arınıyordu kalbimde. Uzaktan eğitim ile Hendek’in daha da değerli hale geldiğini itiraf edebilirim. Hem fiziksel hem de psikolojik sağlığımı korumaya çalıştığım bugünlerde kendimi yeni ehliyet almamın heyecanı ile araba kullanarak, spor yaparak ve yeni tarifler deneyerek mutfakta avutmaya çalıştığımı söyleyebilirim.
Otobiyografime başladığımda mayıs olan takvimler artık haziran. Yazıya başladığımdan beri bile birçok şey değişti hayatımızda. Yazmaya değer bir yaşamım olması ümidiyle yaşayacağım.