(Hatırlayamadığımız gerçekleriyle…)
Korona gerçekleri dünyayı öylesine alt üst etti, ülkelerin gündemi sadece bu salgına o kadar çok odaklandı ki!
Ne dış ilişkileri, ne de dış sorunları hatırlar olduk! Şimdi biraz olsun bu salgından çıkıp, dış ilişkilerimize odaklanalım. Neredeyse unuttuğumuz konulara ama bu konuların adeta kangren olmuş bir davasına bakalım…
Dava dosyası bir adayla ilgili!
Tam da Akdeniz’in ortasında…
Adı: Kıbrıs…
Yazılışı altı harfli kısacık!
Ama neredeyse dış ilişkilerimizin en büyük sorunu!
AB üyeliğimiz denince anlaşmanın anahtarı o! Akdeniz’deki enerji sorunu denince çözüme giden yolun ortasında yine o! Yunanistan’ın tarihsel aç gözlülüğünün en büyük lokmasında yine onun adı! Ama aynı zamanda hem Türkiye, hem de Kıbrıs Türk’ü için ata yadigârımız, üzerinde şanlı bayraklarımızın dalgalandığı vaz geçilmez vatan toprağımız…
6 yüz yıldan bugüne bölgesinin en hassas noktası. Nice medeniyetlerin izi kalmış. Yüzyıllar boyunca değişik milletler hüküm sürmüş. Çoğu savaşlara sığınak, çoğu savaşların merkezi olmuş, stratejik bir ada.
Bu adada tarih boyunca yaşanan hep bir mücadele, adada yaşayanlar arasında hep bir kavga, kargaşa. Geleceğinin ne olacağına adada yaşayanların değil ama ada üzerinde türlü menfaatleri olanların kararını bekleyen bir ada…
Adada yaşayan iki ayrı halk; ili, dini, örfü, âdeti birbirinden farklı…
Sadece kaderleri ortak, çünkü bu ada onların vatanı…
Akdeniz’in ortasında bir ada…
Öylesine önemli bir yer ki! Neredeyse dünyanın gözü kulağı burada...
Zaten bu nedenle uluslararası arenada süregelen 1968 yılından beri bitmeyen bir dava…
Amerika’sı, Rusya’sı, İngiltere’si, Fransa’sı, Almanya’sı, İsrail’i, Katar’ı, İtalya’sı hepsi bu davayla ilgili!
Sanki orası onlara aitmişçesine, hepsi Kıbrıs’ta söz sahibi!
Davanın konusu bu coğrafyadaki enerji kaynaklarının kullanımı…
Çünkü bu adanın çevresi trilyonlarca metreküp doğalgazla, petrolle bezeli.
Ya adanın gerçek sahipleri? Kıbrıs’ta yaşayan adalılara ne demeli?
Birisi Rum, diğeri Türk…
Birisi Hristiyan, diğeri Müslüman. Biri Türkçe konuşur, diğeri Rumca. İki toplum yapısal olarak öylesine farklı ki!
Ama bir de ada üzerinde söz sahibiymiş gibi davrananlar var ya? Binlerce kilometre öteden adaya barış ancak bizim söylediklerimizle gelir, bunları yapacaksınız diyenler var ya!
Onlar için adada kimler varmış, kimler yaşarmış? Pek de önemli değildir! Öyle olsaydı zaten 1950’li yıllardan beri adada süregelen bu karmaşa çoktan sona erer; adalılar kendilerine uygun bir çıkış/çözüm yolu bulurdu…
Kıbrıs’ta bir de İngiliz tarafı vardır! Osmanlıdan hatıradır, 1878’den beri orada. Her olayın içindedir ama hayalet gibidir, yaşananların görünmez yüzüdür!
Savaşlar yaşanır, barış adına görüşmeler yapılır, çözüme temel konular açıklanır, taraflar oturur masaya, müzakereler, müzakereler…
En nihayetinde bir çözüm metni çıkar ortaya tam da anlaşılacak sanılır ama o da ne? Rum tarafı bir kez daha mızıklanır!
Olmadı yeni baştan, bu metnin şurası bana uymaz, burası adadaki üslerimin geleceğine aykırı! Burasında Türkler olmamalı, adadaki yabancı askerler öncelikle adadan ayrılmalı, göçmenler evlerine dönmeli, adaya sonradan yerleşenler kesinlikle adadan gitmeli. Sürer de, sürer neredeyse 60 yıldan beri bitmez bu dava…
Nesiller geldi geçti. Hala Kıbrıs konuşulur. Bu süreç hep böyle devam ederse eğer; bu dava ne son bulur, ne de Kıbrıs’ın geleceği olur…
Ne zaman ada halkını baş başa, bırakırlar. Her iki tarafta hiçbir ülkenin baskısı olmadan müzakere masasına otururlar. Ne ABD, ne AB, ne de BM. Konunun içinde olur! Davanın çözümü, elbette garantör ülkelerle birlikte bulunur.
Yukarıda çözüm şekli de ne yazık ki bir rüya! Gerçek olsaydı zaten çoktan bitmişti bir türlü sonlanmayan bu dava…
Bu rüyanın gerçek olması bu haliyle ne yazık ki, imkânsız!
Çünkü on binlerce kilometre öteden Akdeniz’deki enerji yataklarında hak iddia eden, ada üzerinde sinsi emeller besleyen ülkelerin olduğu, bu ülkeleri kendisine kalkan yapan Rum tarafının ada benimdir tavrı sürdüğü, Türkiye’nin adadaki hak ve hukuku görmezden gelinip, Kıbrıs Türk tarafına da sen adanın azınlığısın dendiği sürece; bu davanın bitmesi ancak bir rüya olarak kalacaktır!
Ama adadaki çözümü rüya olmaktan çıkaracak, haklı olduğu bu davaya son noktayı koyacak bir ülke vardır ki, o da Türkiye’dir.
Kim ne derse desin!
Kimi ülkeler Akdeniz’de, ada üzerinde türlü emeller peşinde koşarsa, koşsun. Kıbrıs’ta 307 yıl boyunca hükümran olan, ada üzerindeki tarihsel ve hukuksal kazanımlarını uluslararası anlaşmalardan alan, 1974’ten bu yana adada barışı sağlayan Türkiye ne zamanki son sözünü söyleyecektir, bu dava da ancak o zaman bitecektir.