Muğlak, açık ve net olmayan, anlaşılmaz, karışık, çapraşık demektir. İnsan beyni muğlaklıktan istifade etmeye eğilimlidir. Uyaranların çoğu muğlaktır, yani birden fazla anlama sahiptir.
Beynimizin gerçek olaylara duygusal tepki gösteren bölgeleri, hayali olaylara de duygusal tepki verir. Bir olayı hayal ettiğimizde hissettiklerimiz, o olay bizzat olduğunda hissedeceklerimizin genelde iyi bir göstergesidir (Gilbert, s. 161). Muğlaklık sebebiyle bir davranışa iç dünyamızda farklı anlamlar yüklüyoruz ve gerçeklerden uzaklaşıyoruz.
Bütün iletişim sorunlarının % 90’dan fazlası sözcükleri veya terimleri tanımlama biçimimizden veya algı farklılıklarından kaynaklanır. Algı, verileri yorumlama biçimimizdir. İletişimde, gerçek anlaşmazlıkları oluşturan bu geriye kalan % 10’luk bölümdür (Covey, s, 231).
Dünya üzerindeki nesnel bir uyaran zihinde öznel bir uyarana dönüşür ve insanlar da işte bu uyaranlara tepki verirler. Fareler ve güvercinler, var olan uyaranlara tepki verirken, insanlar gördükleri uyaranların zihinlerindeki temsillerine göre hareket ederler. Zihindeki temsil çoğu zaman gerçeklerle ilgili değildir.
Bir uyarana değişik anlamlar yükleriz. Acaba uyaranlar neye göre ve nasıl karşılık buluyor?
Araştırmalar, uyarana verilen karşılık üzerinde, bağlamın, tekrar etme sıklığının ve zaman olarak yakınlığın önemli ve etkili olduğunu gösteriyor ( Gilbert, s. 203-204).
Bağlam, bir söz veya davranışın içinde meydana geldiği, oluştuğu şartlar ve durumlardır. “Çalmak” kelimesinin iki anlamı vardır: 1. Başkasının malını gizlice çalmak 2. Bir müzik aletini çalmak. “Hırsız sazı çaldı”, “ Ozan sazı çaldı” gibi cümleleri hiçbir zaman yanlış anlamayız. Çünkü hırsız ve ozan kelimelerinin çağrıştırdığı bağlam, çalmak kelimesinin hangi cümlede ne anlama geldiğini bulmamıza yardım eder.
Bağlam, iletişimin olduğu bütünlüğü anlatır. İletişim boşlukta olmaz, geçmişten yoksun bir süreç değildir. O zamanki ve geçmişten getirilen faktörlerin bütünü iletişimin bağlamını oluşturur. Eğer bağlam kuramazsak, anlamlandırma yapamayız, çünkü anlayamayız.
Tekrar etme sıklığı, uyarının hangi anlamda kullanıldığını belirler. Bir uyaranla geçmişte karşılaşmamız, bize bu uyaranın hangi anlamlarını dikkate almamız gerektiğini söyler. Bir ozana “Sakın saz çalma” dediğimiz zaman, ozan bu sözü hırsızlık olarak değil, “saz çalma” şeklinde anlar. Çünkü günlük hayatta sıkça duyduğu çalma kelimesi müzik aletini kullanmakla ilgilidir, hırsızlıkla değil.
Şimdi de uyaranın zaman olarak yakınlığına bakalım. Eğer kişinin kısa bir süre önce parası çalınmışsa, bu hırsızlık olaydan ötürü zihni hala aktif halde olacaktır. “Çocuk saz çaldı!” cümlesini, çocuğun hırsızlık yaptığı şeklinde anlayacaktır.
Beynimiz bir uyaranı farklı şekillere özgürce yorumlama hakkına sahip olduğunda, bu uyaranı istediği şekilde değerlendirir. Tercihlerimiz de uyaranla ilgili yorumlarımızı etkiler.
İşte bu sebeple bir insanın sözleri ve davranışları konusunda yorum yaparken acele etmemeliyiz. O sözlerin ve davranışların bağlamını, tekrar etme sıklığını ve zaman olarak yakınlığını hesaba katmalıyız.
Bunları hesaba katmadan yaptığımız değerlendirmelerde, yanlış anlama ihtimalimiz çok büyüktür. İletişimin bağlamından koptuğumuz zaman, vaktinden önce üzülmüş olabiliriz. Çoğu zaman gereksiz yere üzülüyor, sonra gerçeği öğrenip pişman oluyoruz.
Senaca’nın dediği gibi “Gereğinden önce dertlenmek, gereğinden fazla dertlenmektir.
KAYNAKLAR
• Gilbert, Daniel, Mutluluk Beyinde Başlar, Çev. Filiz Polat-Asiye Hekimoğlu Gül, Ketebe Yayınları, İstanbul, 2018.
• Covey, R. Stephen. 8. Alışkanlık, Çev. Osman Deniztekin, Sistem Yayıncılık, 2005, İstanbul, 1992.