Her insan bu dünyaya kendisi olmak ve tekamül etmek için gelmiştir. O, her zaman ve her ortamda kendini var ve tam etmeye çalışmak zorundadır.
Tekamül, ruhun insan-ı kamil seviyesine ulaşması için geçirdiği gelişim aşamaları ve olgunlaşma sürecidir. Yaşadığımız her olayın bir anlamı vardır. Her olay tekamül içindir. Tekâmülden maksat, insanın bilgilenmesi ve bilinçlenmesidir, şuurlanmasıdır. İnsanın ulaşacağı her tekamül seviyesi izafidir, son noktası değildir. Tekamül sürecindeki insan, sürekli olarak ve derece derece gelişim gösterir. İnsanın en yüksek gayesi, tekâmül ve tekâmüle hizmettir.
İnsan hayatı boyunca gelişme ve oluş içindedir. İnsan olmuş-bitmiş bir varlık değildir. Hayvan ise hazır veya yarı hazır yeteneklerle dünyaya gelmiştir. Kısa bir müddet sonra son şeklini alır. Hayvan olmuş bitmiş bir varlıktır. Eğitime de ihtiyacı yoktur. Hayvana hazır araçlar ve güçler verilmiştir. Ancak insan eliyle alışkanlıklar kazandırılabilir.
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli fark, plastisite özelliğine sahip olmasıdır. Plastisite, eğilip-bükülebilme demektir. İnsanın eğilip bükülebilmesi demek, onun yeni bir form(şekil) kazanması ve bu kazandığı formu bütün hayatı boyunca geliştirebilmesi ve işleyebilmesi demektir. (Mengüçoğlu, s. 272). Bu süreçte insan her zaman eğitilebilir. Oysa hayvan statik bir varlıktır. O yeni bir form kazanamaz, eğilip- bükülemez, her şeyi doğarken hazır olarak veya yarı hazır olarak birlikte getirir. Hayvan form kazanma yeteneğinden yoksundur. Aslında hayvanın kendisini geliştirmeye de ihtiyacı yoktur. O başka hayvanlardan bir şey de öğrenmez.
İnsan ise tarihsel bir varlıktır, ortaya koyduğu başarılar yok olup gitmez, kuşaktan kuşağa devir yapılır. Böylece insanoğlu edindiği her bilgiyi yeni kuşaklara bırakır.
İnsanın gayesi ve dünyaya gelişme sebebi tekamül olduğu için, bu gayeyi gerçekleştirememesi huzursuzluk ve mutsuzluk oluşturur. Her insanın değeri, yaptığı kaliteli işlerle ve güzel eserlerle ölçülür. İnsan, varlık sebebi olan tekâmülü unutup aşırı ölçüde işe güce kendisini kaptırırsa kendi mutsuzluğunu da hazırlamış olur. “Haddini aşan zıddına döner” ifadesi çok eski ve değerli bir sufi sözüdür. Haddini aşan polis katile, hakim zalime, aşk nefrete, otorite kaosa, güç zaafa döner. Haddini aşan iş ve çalışma mutsuzluk doğurur.
Bir hadiste Peygamberimiz “Söz ve davranışlarında ileri gidip haddi aşanlar helâk oldular.” diye buyurmaktadır.
Mevlânâ’ya göre dünyada unutulmaması gereken bir şey vardır. Eğer bütün şeyleri unutup da onu unutmazsan bundan korkulmaz. Bunun aksine hepsini hatırlayıp yerine getirir de onu unutursan hiçbir şey yapmamış olursun. “Meselâ; bir padişah seni belirli bir iş için bir köye gönderse, sen de gidip yüzlerce iş yaptığın halde onu yapmadan dönersen, esasen hiçbir şey yapmamış sayılırsın. İnsan da bu dünyaya bir iş için gelmiştir ve gayesi odur. Eğer onu yapamazsa hiçbir şey yapmamış olur.” ( Mevlana, s. 23).
Evrene baktığımızda atomdan galaksilere kadar, her şeyin bir gaye ve amaç için yaratıldığını görmekteyiz. Çok seçkin bir varlık olarak yaratılan insanın hayatı, gayesiz, amaçsız, anlamsız olabilir mi?
Yoksa, insan öyle başıboş ve gayesiz (kendi başına ve sorumsuz) bırakılacağını mı sanmaktadır? (Kıyâmet- 36).
Kaynaklar
Mevlana, Fihi Mâfih, MEB yayınları, İstanbul, 1974.
Takiyettin Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi, DOĞU BATI yaynları, İstanbul, 2015.
Zülfikar Özkan, Duygusal İletişim, Hayat Yayınları, İstanbul, 2015