Onlarca yıldır kendi kendimize sormaktayız. Herkesin cevabı kendine göre. Kişilerin düşüncelerinin toplamı devletin düşüncesi olmalı. Olmalı ama bu konuda bir karmaşa sürüp gitmekte. Diğer taraftan; Türkiye ile Avrupa’nın bütünleşmesi konusunda Avrupalıların da kafaları çok karışık. Avrupa Birliği’ne girme veya Avrupa ile bütünleşme sıradan bir siyasi sorun değil, hatta siyasetin çok ötesinde bir mesele. Bu konunun böylesine önemli oluşu, sıradan bir siyasi anlaşma olmayıp bir bütünleşme söz konusu olduğundandır. Avrupa’daki diğer ülkelerin Avrupa Birliği ile bütünleşmesi için görüşmelere başlandığında; aradaki toplumca, hukukça ve diğer alanlardaki farklılıkları gidermek çok zor olmamakta ve de fazla zaman gerektirmemekte. İş Türkiye ile bütünleşmeye gelince, bir türlü sonuç alınamıyor. Neden? Şimdi burada, bu neden veya nedenleri irdeleyeceğiz. Tabii ki şu “Türkiye Avrupa birliğine girmeli mi?” sorusuna da yanıt arayacağız.
Şimdiii… Avrupa Birliği ile Türkiye’nin bütünleşmesi ortamında var olan bazı farklılıklarımızı gidermek, hiç sorun olmaz. Trafik yasalarından ticari yasalara kadar hiç birinde sorun çıkacağını sanmıyorum. Kokoreç yesek ne olur yemesek ne olur! Pek çok insanımız Avrupa’da yaşamakta, bir sorun mu yaratıyorlar? Pek çok Avrupalı da bizim ülkemize yerleşmiş, bizlerle yaşamaktalar, bir sorunları mı var, varsa yasalar çerçevesinde halledilmiyor mu? Aslında şuna emin olun; biz Türkler Avrupalıları çok iyi tanıyoruz ve bilin ki onlar da bizi çok iyi tanıyorlar. İyi ama bütünleşme konusunda neden sonuca bir türlü varamıyoruz? Sebep gayet açık: Biz Türklerin kültürü ile Avrupalıların kültürü çok farklı. Kültür deyince; folklor oyunları, yemek çeşit ve alışkınlıkları, banyo yapışımız gibi şeylerin çok bir önemi yok. Böylesi, toplumların yaşam tarzlarını oluşturan kültür farklılıkları bütünleşmede sorun yaratmaz, hatta bütünleştikten sonra da bu farklılıklar devam etse yine sorun olmaz. Öyleyse; bütünleşmeyi engelleyen kültür farkı nedir? Sanıldığı gibi din farkı da çok önemli bir engel değildir. Asıl engel; Türk kültürü ile Avrupa kültürünün, insan olarak bütün dünyaya ve diğer bütün insanlara bakış açısıdır. Biz Türkler kendimizi, diğer insanları ve bütün dünyayı hatta evreni nasıl algılıyoruz, Avrupa kültürü nasıl algılıyor? İşte bütün mesele burada. Bu iki kültür farkını ayrı ayrı irdeleyelim:
Avrupa kültüründe; kendilerine ve yeryüzündeki diğer insanlara bakış açıları ve o tavırla nasıl davrandıkları bütün insanlar tarafından bilinmektedir. Nedir: Avrupalı devlet ve milletler (Avrupa’daki demiyorum Avrupalı diyorum çünkü Avrupa kökenli ABD, Kanada vb. ülkeler de Avrupa kültürünün temsilcileridirler) kendilerini şöyle görürler: Avrupalılar efendi diğer bütün insanlar köle, Avrupalılar diğer bütün insanlardan üstündür, Avrupalılar diğer insanları yönetmeliler, Avrupalılar dünyanın bütün zenginliklerinin sahibidirler, istedikleri gibi sömürebilirler. Diğer insanlar Avrupalıların yasalarına kesinlikle uymalıdır, buna insan hakları dahil ama kendilerinin o kurallara uyma gibi bir yükümlülükleri olmamalı. Avrupalılara göre; kendileri çok akıllıdırlar, diğer insanları politik oyunlarla kandırabilirler, eğer dedikleri olmazsa onları öldürebilirler vb… Gibi kendilerine has kültürel değerleri vardır. Bütün bunları beğenin veya beğenmeyin ama gerçek budur. Bu kültürel değerlerini yeni benimsemiş değiller. Bilindiği gibi Avrupa’nın, dolayısıyla Avrupalı milletlerin tarihleri yaklaşık bin (1000) yıllıktır. Daha öncesi yoktur. Tarihlerinin daha eskiye dayandığını ileri sürebilmek için önce eski Yunan medeniyetine sarıldılar ama işin altından Pelakslar çıktı, onlar da Asya kökenli! Sonra Roma medeniyetine sarıldılar, onun altından da Etrüskler çıktı ki onların da Asya’dan Anadolu’ya oradan da İtalya’ya giderek Roma uygarlığını kurdukları anlaşıldı. Bu şekilde köken araştırmaları halâ sürmekte öyle ki Turıya uygarlığını da bu amaçla çok araştırdılar, ilginçtir! Turıya uygarlığının da kökü Orta Asya’ya dayandığı anlaşılınca, sessizce o konuyu kapattılar. Pekiyiiii, medeniyetlerinin, kültürlerinin tamamı olan bu bin yıl içinde neler yaptılar? İnsanları yaktılar, Enkisizyon mahkemeleri kararı ile sayısı belirsiz insanı katlettiler. Haçlı seferleri ile binlerce insanı hunharca katlettiler, mallarına el koydular; o kadar ki, kendi dindaşları olan Bizanslılar bile onların şerrinden kurtulamadılar. Endülüste ve Kudüs’te Müslümanları katlettiler, Yine Endülüste Yahudileri, Almanya’da altı milyon Musevi’yi katlettiler, fırınlarda yaktılar. Amerika kıtasına gittiler; Kızılderilileri, Maya uygarlığını ve insanlarını, Astek uygarlını ve insanlarını, İnka uygarlığını ve insanlarını katlettiler, yok ettiler. O şekilde ki; katliamdan kurtulmak için dağlara kaçan insanlara (iyilik olsun diye!) bulaşıcı hastalık (çiçek gibi) mikropları ile donattıkları battaniyeleri dağlara göndererek yok olmalarını sağladılar. Bu insanlardan çok az bir kısmını da köle olarak (bir hayvana muamele edercesine) yanlarına aldılar. Sadece insanları öldürmekle yetinmediler, gittikleri yerlerin kültür birikimini de yok ettiler. Küçük bir örnek: Tapınaklardaki din görevlilerini öldürdükten sonra oradaki, üzerinde yazılar olan altın yaprakları ve nice altın eşya ve kültürel değeri olan şeyleri erittiler ve de, krallarına-kraliçelerine gemiler dolusu Avrupa’ya yolladılar… Avustralya’ya da gittiler. Oranın yerli halkı olan Aborjinleri de kültürleriyle birlikte yok ettiler. Yok ettiler derken, ben kısaca yazıyorum diye hafife almayın, şunu bir kafanızda hayal edin: Avrupalılar, o zamanın en modern silahlarını kuşanıp atlara biniyorlar ve sürek avı şeklinde yerli insan avına çıkıyorlar! Bunlar yaşanmış olanlar!.. Daha hangisini yazayım ki? Afrika’da yüzyıllardır yapılanları ve halâ yapılmakta olanları sanırım hepiniz bilmektesiniz. Belki bilmediklerimiz de vardır… Sanki günümüzde farklı mı? Biraz yumuşatılmış olsa da, pek çoğu basından saklanarak aynı hamam aynı tas sürüp gitmekte. İşte Irak, işte Afrika’nın pek çok yeri, işte Bosna Hersek, İşte Afganistan... Avrupalılar, kendi insanları için, toplumsal açıdan düzenleyici iyi yasalar çıkarmışlar ve bu yasaları çok katı uygulayarak kendi içlerinde iyi işleyen bir düzen oluşturmuşlar. Toplum yaşantısı için doğru olan bu durumu gören, sözde çok bilmiş bazı insanlarımız, sırf bu yüzden Avrupa kültürünün iyiliğinden bahsederler! Şu bir gerçektir ki; Avrupalıların dünyadaki halen sürmekte olan sömürü düzenine bir çomak sokulmaya kalkılsa, günümüzde dahi nasıl barbarlaşacaklarını tahmin bile edemezsiniz…. Sonuç olarak Avrupalılar: Irkçı, sömürücü ve yok edicidir. Elbette bütün Avrupalı insanlar böyle değil ama onlar çok azınlıkta. İçlerinden bazılarının iyi niyetli olması ve uygar bir düşünceye sahip olması, bu düşüncelerini yazıp çizmesi, savunması; Avrupa’nın genel tavrını şimdiye kadar etkilememiştir. İster beğen ister beğenme, ister yanlarında yer al ister karşılarında ama şunu bil ki Avrupa medeniyeti denilen bin yıllık kültür bu.
Şimdi gelelim bizim kültürümüzün diğer insanlara, dolayısıyla bütün dünyaya bakışına. Öncelikle şunu hemen belirtmeliyim ki bizim kendimizi kanıtlamak için kök arama gibi bir derdimiz yok ama yine de, özellikle yeni yetişen nesiller kendi tarihlerini iyi öğrenmeli. Biz Türkler yaklaşık yedi bin (7000) yıldır Anadolu ve Avrupa’dayız, günümüze kadar ulaşan kalıntılar bunu ispatlamaktadır. Daha da eskisi var mıdır? Bence kesinlikle vardır. Atatürk’ün bu konunun üzerinde önemle durması, ta Güney Amerika’ya araştırmacı yollaması, bence dikkatle ele alınmalıdır. Hele günümüzde bazı tarihçi ve arkeolog gibi bilim insanlarının bulguları dikkate alındığında konunun önemi daha da artmaktadır… Türk Ulusu binlerce yıl; düzen kurmuş, devletler oluşturmuş, diğer milletleri ve toplumları yönetmiş ama hep adaletle ve insanca yapmış bunları. Oğuz Ata zamanında yapılanları dahi burada zikretmek istemiyorum çünkü konumuz Avrupalılarla ilgili olduğu için sadece son bin yıllık duruma bir bakalım: Türkler, Orta Asya’dan hemen her yöne göçlerle gitmişler. Gittikleri her yerde düzen oluşturmuşlar, devlet kurmuşlar, diğer milletleri ve toplumları yönetmişler. Yönettikleri her yere barış ve adalet getirmişlerdir. İnsanların mallarını ve canlarını gasp etmemişlerdir. Tamamen aksine yönettikleri bütün millet ve toplulukların canlarını ve mallarını korumuşlar, aldıkları vergilerden de o insanların faydasına pek çok yatırım yapmışlardır. Sadece insanları ve mallarını korumakla kalmamışlar onların dil, din, gelenek ve görenek gibi kültür değerlerini de korumuşlardır. Türklerin yönetiminde çok uzun yıllar kalmış olan onlarca millet ve toplum, kültür değerlerini günümüze kadar muhafaza etmişlerse bunu Türk Ulusuna borçludurlar. Son bin yıl içinde; Selçuklu İmparatorluğu dönemi, Osmanlı İmparatorluğu dönemi ve Cumhuriyet döneminde hep böyle olmuştur. Ortaçağda Avrupalıların yok etmek istedikleri Yahudileri Osmanlı kurtarmadı mı? Halâ o kurtuluşlarının 500 küsürüncü yılını kutlamıyorlar mı? Biz Türkler yönettiğimiz hangi milleti sömürdük, hangi milletin dinini, dilini ve kültürünü yok ettik? Yaklaşık üç bin (3000) yıldır sürekli kan dökülen Ortadoğu’nun; bütün özgürlüklerin kullanıldığı, kan dökülmediği, hangi inanç ve hangi milletten olursa olsun hepsinin adaletli yönetim ve barış içinde yaşadığı bir 400 yıl var. Barış ve özgürlük içinde yaşanan bu 400 yıl için bütün Ortadoğu halkları hâlâ minnettar değiller mi? Türklerin bu tutumu evrence bir anlayışın ürünüdür, hiçbir farklı kültüre, bırakın yok etmeyi kötü bile davranılmamış, davranmak isteyenlere de engel olunmuştur. Bu yazdığımın nasıl bir şey olduğunu çok iyi anlamak için Fatih Sultan Mehmet Han’ın kiliselerin ve Hıristiyanların korunması ve en ufak bir zarar verilmemesi için yazdığı ve kiliselere gönderdiği fermanlar çok dikkat çekicidir. Söz konusu fermanlardan birisinin orijinali günümüzde (28 Mayıs 1463 de yazılmış) Fransisken Katolik kilisesinde mevcut!.. Aynı tarihlerde yaptıkları işkenceler bir tarafa, sırf farklı inançta oldukları için bile insanları diri diri yakıyorlardı… Yukarıda belirttiğim gibi Avrupa’da iyi insanlar da var ama azınlıktalar. Bu iyi ve bilinçli insanlar; kendi kültürlerinin ne olduğunu, Türk kültürünün ne olduğunu inanın pek çok Türk’ten daha iyi biliyorlar. Doğaldır ki seslerini çıkaramıyorlar, bazı cesur olanları yok mu? Elbette var. Pek çok örnek bulunabilir ama ben bir örnekle yetineceğim. Ünlü İtalyan Prof. Anna Masala Türkiye’ye geldiğinde, kendisi ile konuşmak ve çeşitli bilgiler almak isteyen gazeteci ve fikir kişilerine aynen şöyle demiştir: “Türk olduğunuz için şanslısınız. Bu muhteşem kültüre sahip çıkın ve gelecek nesillere özenle aktarın!” İşte bu! Benim özene bezene anlatmaya çalıştığım şey bu! Ve yine Anna Masla: “İstanbul’da cami ve kiliseleri iç içe görebilirsiniz. Zaten Osmanlı bu hoşgörüsü ile dünyanın kalbini kazandı ve cihan devleti oldu.” Anna Masala devamla şöyle diyor: “Osmanlı Avrupa ve Afrika’da eserler bırakacak kadar muhteşem bir devletti.” Evet; Osmanlı Avrupa’da, Afrika’da, Arabistan’da ve nice yerlerde eserler yaptı, oralardaki insanların faydalanması için yaptı, onları sömürmedi, katletmedi! Aynı şeyleri Selçuklu İmparatorluğu da yaptı ve günümüzde Türkiye Cumhuriyeti de (imkânları elverdiğince) yapmaktadır… Türk Ulusu’nun insanlık adına oluşturduğu, evrence derin kültürüne bu kadarcık bakmamız bile şimdilik yeterli…
Pekiyi günümüzde dünya nasıl görünüyor? Ne yazık ki pek iç açıcı değil. Her yerde küçük küçük savaş alanları, savaşların küçüklüğüne karşın milyonlarca insan ölüyor. Ekonomik düzen; zengini daha zengin yapmakta, fakirlik ise bazı yerlerde insanları ölüme götürecek kadar vahim. Çete ve mafya oluşumları, bırakın sıradan insanları, devletleri bile tedirgin eder duruma gelmiş. Çeşitli inanç, fikir ve akımların arkasına sığınmış fanatik terör gurupları çağımızın en önemli insanlık tehdidi durumuna gelmiş. Bütün bunların üstünde, kendilerini birinci sınıf sayan zenginler (uluslararası şirketler başta olmak üzere) , bazı kuruluş ve devletler, dünyanın bütün zenginliklerini sömürmekte ve bunu yaparken doğa dahil her şeyi talan etmekteler!.. Ama Ne dünya!!!!...
Şimdi gelelim, Avrupa birliği ile bütünleşeceğiz ya, işte o konuya. Türkiye ile Avrupa birliği bütünleşmeli mi? Bu konuda ne mi diyorum? Aynen şöyle: Avrupalı dostlarımızla! Açık açık konuşulmalı. Onlar; üstün ırk oldukları anlayışından, sömürme ve katletme anlayışından vazgeçtiklerini açıklamalılar, bunu samimi olarak yapmalılar. Çünkü bu konuda çok zorlanacaklardır, bütün dünyayı sömürerek, efendi ayağına yatıp refah içinde yaşamayı terk etmek; hele hele dünyadaki bütün insanlarla eşit olduğunu kabullenmek, kesinlikle hiç kolay olmayacaktır. Ama bunu kabul etmeliler. Sonrası kolay: Avrupa’nın ekonomik zenginliği ve dünyanın pek çok yerinde özel etkinliği var. Türklerin neyi var: Bütün insanlığa örnek olacak bir kültürü ve bu kültürü binlerce yıl uygulamanın bir tecrübe birikimi var. Artı, bütün Türk dünyası ve İslam dünyası üzerinde belirgin bir etkinliği var. Artı kendince ekonomik gücü, askeri gücü ve yetişmiş insan gücü var… Dünyanın içinde bulunduğu kötü durumlardan kurtulması, bütün insanların eşit, adaletli ve özgürce barış içinde yaşamaları için birilerinin çaba harcaması gerekir. Bu çaba sadece fikir bazında değil uygulama olarak gerekli. Yeryüzünde bu görevi yapacak güçlü ve iyi niyetli, kürece (moda deyimi ile) bir aktör olmalı. İşte bu güç, Avrupa ile Türkiye’nin bütünleşmiş hali olabilir, çok da uygun olur. Böyle bir gücün çok başarılı olacağına ben şahsen inanıyorum. Eğer Avrupa ile Türkiye’nin bütünleşmesi bu minval üzere olacaksa; bu satırları okuyan herkese söz veriyorum, bu bütünleşmeyi en çok savunan ben olacağım! Yaşasın Avrupa Türkiye bütünleşmesi! Bir nefer gibi çalışmaya bu yolda elimden gelen her şeyi yapmaya hazırım!..
Yukarıda, bütünleşme ile ilgili hayal ettiğim düşünceme sanırım sizler de katılırsınız. Ama mevcut gerçekler hiç de öyle hayal edildiği gibi değil. Türkiye Avrupa birliğine neden girmek istiyor?
Bizi yönetenlerin bu konudaki düşünceleri nedir? Bilen var mı? Bu sorularıma bakıp ta siyasi bir çıkarım yapılmasın. Benim, şu parti bu parti, şu kişi bu kişi şeklinde bir eleştirim yok olamaz da. Çünkü bu mesele yaklaşık elli yıllık. Şimdiye kadar nice partiler ve kişiler yönetime gelip geçti. Bunca yıldır ne yapıldı, bu konuda nasıl bir gelecek (ülkü) benimsendi?
Görüntü şöyle:
Biz Avrupa birliğine girersek bazı ekonomik sorunlarımız hallolur. Eeee başka? Ben başka ne var bilmiyorum! Eğer bizim bilmediğimiz başkaca amaçlar varsa bunları bilmek isterim, tabii devlet sırrı değilse. Sonuçta, bizim Avrupa Birliği’ne girme çabamızda yeterince bilinçli olduğumuz pek açık görünmüyor. Pekiyi karşı taraf yani Avrupa birliği bu konuda ne düşünüyor ve ne yapıyorlar? İşin bu kısmı oldukça çetrefilli, garip, çirkin, düşmanca hatta matrak durumlar arz ediyor. Avrupalı yöneticilerin, Türkiye’yi Avrupa birliğine almak istemediklerini kendi aralarında konuştuklarını hatta bu konuda matrak geçtikleri (çekim yapıldığı unutularak yapılan konuşmalarda olduğu gibi…) biliniyor.
Bazı liderler ise açıkça söylediler ve halen de söylemeye devam ediyorlar. Biz Türkiye’yi Avrupa birliğine almayız, isterseniz imtiyazlı komşuluk anlaşması yapalım, diyorlar. Bunları söyleyen liderler öyle sıradan devletlerin yöneticileri değil, Avrupa Birliği’nin temelini oluşturan, yükünü yüklenen ve asıl söz sahibi olan Almanya ve Fransa yöneticileri. Bu konuda o kadar kararlılar ki; görüşülmekte olan bazı maddeleri, ileride Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne almak yolunu açar diye veto ederek görüşülmesine dahi tahammül etmiyorlar. Pekiyi, hani Avrupa’da iyi ve dürüst insanlar da var demiştik, onlar bu işe ne diyorlar? İşte onlardan biri, Fransa’nın eski cumhurbaşkanlarından Giscard d’Estaing; dürüst ve açık yüreklilikle şunları söylüyor: “Türkiye’ye gerçek durum söylenmiyor. Türkiye’nin adaylığını kabul edelim, diyenlerin gerçek eğilimi, Türkiye’nin AB ye asla üye olmayacağı yönünde. Onların Türkiye ile ilişkilerini başından beri dürüstlük ve vakar içinde sürdürmediklerini görüyorum.” Daha ne desin?.. Durum bu kadar belirgin ise neden görüşmeleri sürdürüyorlar? Haaa! İşin püf noktası da burada: Bu konuda pek çok, kitap yazılacak kadar örnek var ama ben size çok azını kısaca vermek zorundayım...
Bu konuda kesin bir karar vermek üzere Alman Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi (eski başbakan H.Kohl’un partisi) bir toplantı düzenliyor. Yoğun tartışmaların yaşandığı toplantı üç saat sürüyor. Ve… Toplantı sonunda alınan karar açıklanıyor: “Türkiye’nin AB ye tam üye olması birlik için çok ciddi bir tehlike. Bu nedenle Türkiye’nin AB ye alınmasına karşı çıkıyoruz. Ancak Türkiye Avrupa için stratejik bir öneme sahip. Bu nedenle Türkiye’nin Avrupa’dan kopmaması ve başka bir sisteme yönelmemesi için de özel bir formül bulunarak Avrupa’nın yanında tutulmasını istiyoruz.” İşin özü bu. Başta Fransa olmak üzere Avrupa’nın diğer önemli ülkelerin görüşü de aynı. Pekiyi bunun anlamı ne? Şu: Türkiye’nin kültürü farklı. İçimize girerse ya bizim sömürü düzenimizi engeller ya da insanlarımızı kendilerine benzetirler. Dolayısıyla Türkiye içimize girmemeli. Ama… Türkiye büyük bir Pazar, sömürülmesi gereken zenginlikleri de var. Bunların yanı sıra Avrupa’nın, Orta Asya ve İslâm dünyası üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için Türkiye kullanılabilir. Bir başka önemli husus ise; Türkiye diğer Türk devletleri ile hatta diğer İslâm ülkeleri ile birleşir de büyük bir güç haline gelirse Avrupa’nın Asya ve Ortadoğu’yu sömürmesi imkânsız hale gelir. Bütün bunlar göz önüne alındığında; Türkiye Avrupa birliğine alınmamalı ama asla serbest de bırakılmamalı!.. Bütün mesele burada bitse öp de başına koy! Daha neler var? Neler yok ki! Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bütünleşmek için (onlarca belki de asırlarca! Sürmesi beklenen) görüşmelerin başlamasına kimler sevinmiş bir bakalım: Sayın Suat İLHAN bu konuda bir kitap yazmış, kitabın adı ‘Avrupa Birliğine Neden Hayır’ işte o kitaptan bir alıntı: “Türkiye’nin AB üye adaylığına; Yunanistan sevindi, Fener Rum Ortodoks Kilisesi Patriği Bartholomeos sevindi, Kıbrıs Rumları sevindi, üye adayı olmamız için Avrupa’da gösteri yapan PKK yanlısı bölücüler sevindi, HADEP sevindi, Apo sevindi…
Lütfen; yüksek sesle söyleyin, siz bu işte bir terslik olduğundan hiç olmazsa şüphe etmiyor musunuz?”
Sanırım durum anlaşıldı. Şakacıktan yapılan üyelik müzakerelerinden pek çok kesim çok çeşitli çıkarlar beklemekte. Bunlar: Kıbrıs, Ege kıta sahanlığı, Bizans’ın İstanbul’da yeniden kurulması, Sözde Ermeni soykırımı palavrasının kabul ettirilerek Türkiye’den tazminat ve toprak alınması, Türkiye’nin Güneydoğu ve mezhepçe halkın ve vatanın bölünüp parçalanması… Bütün bunlar hemen her gün (yerli işbirlikçiler de kullanılarak) ısıtılıp ısıtılıp önümüze konmakta. Biz ise sus pus!!!... Şuna bir bakın: Türkiye’ye gelen gelmeyen, üzerine vazife olan olmayan hemen hepsi şöyle diyor: “Heybeli Ada Ruhban Okulunu açın” Aman Tanrım!!!!!!!.... Türkiye’de yaklaşık 1500 Rum aile var. Bunlardan kaçının çocuğu dini öğrenim istiyor? Yani o dinî okul için öğrenci dışarıdan gelecek, öğretim görevlisi papazlar dışarıdan gelecek! Kardeşim git, öğrenci ve öğretmen nerede varsa orada açsana!
Dahası var: Bu okulda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Milli Eğitim yasaları geçerli olmayacakmış! Hoohaa!!!!... Demek istenen şu: Siz Heybeli Ada’yı bize verin, biz orada yeni Bizans’ın oluşturulması için küçük bir devlet kuracağız… Tam da bunu diyorlar! Böyle bir teklifi dünyada her hangi bir ülkeye yapın bakalım nasıl karşılanır! Çoğu ülke böyle bir girişimi savaş sebebi sayar, haklı olarak…
Şimdiii… Böyle bir Avrupa birliğine de, bunun görüşülmesine de lânet olsun!.. Allah aşkına bu duruma siz ne diyorsunuz?...
*************************************************************************