‘’Bandırma vapurunun yaşlı kaptanı:
- Ne aksi, bu denizi pek tanımam, pusulamız da biraz bozuk, der. Mustafa Kemal Paşa’dan aldığı cevap da o kadar çarpıcı olur!
- Mümkün olduğu kadar kıyıları takip et. Çünkü bundan sonra benim tek istediğim, Anadolu’nun bir kara parçasına ayak basmaktan ibarettir.’’
15 Mayıs 1919’da Yunan orduları İzmir’e ayak basıp da işgali başlattıklarında; insanlarımızın boynu bükük, umutları sönüktür.
Vatan topraklarımızda kurtlar, kuşlar, suskun; dağların başı dumanlı, özgürce akan sular bile sessizliğe bürünmüş, yemyeşil ovaları hüzün sarmış, servi boylu ağaçlar iki büklümdür…
Ama o umudunu asla kaybetmemiş; ’’Bağımsızlık benim, milletimin karakterimdir’’ diyerek, bu inançla milletin kararan bahtını aydınlatmak üzere Samsun’da anakaraya ayak basmıştır.
Tarih: 19 Mayıs 1919’u göstermektedir…
Görünüşte diğerlerinden farklı olmayan bir günü yaşamaya hazırlanıyordur Samsun…
İzmir’in işgali üzerine duyulan tepkinin getirdiği gerginlik, Rum Pontus çetelerinin her gün yarattığı tedirginlik, halkın bakışlarından okunan yorgunluğa çökmüş, bezginlik her yana sinmiştir.
Eğer o dönemin Samsun’unu üç kelime ile anlatmak gerekirse şunlar söylenebilir:
Yorgun, kızgın, bezgin…
Aslında bu üç kelime, düşman çizmeleriyle kirletilen vatan topraklarımızın işgalinden büyük bir ıstırap duyan herkes için geçerliydi.
Ama o ne yorgundu, ne de bezgindi
Sadece kızgındı, hem de memleketi bu hale getirenlere çok kızgın…
Mustafa Kemal Paşanın Anadolu karasına ayak basmasıyla birlikte sadece kendisinin değil; milletimizin yeni hayatı, yeniden yazılan kaderimiz de o gün başlayacaktır…
O hem kendisi, hem de yurdumuz için büyük önem taşıyan bu özgürlük yolculuğuna kırkına yaklaşmış olgunluğu, kendine güvenen bir savaşçı olarak çıkmıştır.
Onunla birlikte kader arkadaşlığı yapan kurmaylarına gelince; hepsinin ortak nitelikleri, ülkelerine karşı besledikleri köklü ve derin sevgidir.
Mustafa Kemal’in yurt sevgisi, iki kaynaktan beslenmektedir:
Bir yandan gençliğinden beri ülkesinin kaderi karşısında duyduğu övünç, bir yandan da yurdun beceriksiz yöneticiler, yabancılar elinde gitgide çökmesinden doğan utanç duygusu…
Onun yurt sevgisi;
Uğruna çarpıştığı, daha da çarpışacağı vatan toprağına, Rumeli’nin ovalarına, dağlarına, Anadolu’nun geniş düzlüklerine karşı beslediği bağlılıkla daha da derinleşmiştir.
Kendisiyle birlikte savaşmış insanları yakından tanımasının bunda büyük payı vardır. Onun içindir ki, bağımsızlık meşalesiyle aydınlanan bu yolculuğun yegâne güven, inanç kaynağı, Anadolu’nun yiğit insanlarıdır.
Mustafa Kemal’in ilk işi; Türk Milletine karşı işlenen haksızlığın onarılmasını isteyen telgraflarla sorumluluk bölgesindeki halkı uyarmak olmuştur.
Samsun’un içinde de, halkta bir direnme duygusu uyandırmak amacıyla Büyük Cami’de mitingler düzenlemiştir.
Askeri alanda Anadolu ve Trakya’da kalmış birliklerle hemen ilişki kurmuş. Siyaset alanında ise çeşitli Müdafaa-i Hukuk grupları arasında bağlantı sağlamaya girişerek, kendisine verilen emre uyup da bunları dağıtacak yerde, yenilerini kurmaya başlamıştır.
Bu gelişmeler karşısında İstanbul Hükümeti ama özellikle İngilizler telaşa düşmüşler, Damat Ferit hükümeti Müfettiş Paşa’nın geri çağrılmasını kararlaştırmıştır!
Ama o devrime giden ilk adımı çoktan atmış, Anadolu yaylalarına doğru tırmanmaya başlamıştır bile…
Mustafa Kemal ve arkadaşları eski otomobiliyle Türklere mi, Rumlara mı ait oldukları minarelerinden, ya da çan kulelerinden belli olan, kerpiç duvarlı, çökmeye yüz tutmuş köylerden geçerler. Yolculukları sırasında arabaları birkaç kez bozulur. En nihayetinde Mustafa Kemal arabadan inerek, arkadaşlarıyla yola yaya devam ederler…
Hedef, Havzadır.
Özgürlüğe giden yolda attıkları her adımda, dağların temiz havası ciğerlerine doluyor; bereketli toprağın kokusunu derinden hissediyorlardı.
İşte vatan buydu, böyle de tertemiz kalmalıydı.
Sonra çevrelerinin özgürlük havasına uyar, bir şarkı mırıldanmaya başlarlar:
‘’Dağ başını duman almış,/Gümüş dere durmaz akar;/Güneş ufuktan şimdi doğar,/Yürüyelim arkadaşlar;/Sesimizi yer, gök, su dinlesin,/Sert adımlarla her yer inlesin, inlesin…’’
Samsun’dan doğan özgürlük güneşi, bağımsızlığımıza atılan bu ilk adımı aydınlatmış; bu kutsal yürüyüşü sadece ‘Yer gök, su’ değil, tüm işgal güçleri, vatana ihanet içindeki işbirlikçileri de görmeye, dinlemeye başlamıştır.
Ama en çok da istiklaline inanmış, vatanına sevdalı Türk Milleti bu mısraları duyup, söylemeye başlayacaktır.
En nihayetinde; düşman denize dökülmüştür.
9 Eylül 1922’de, ‘’İzmir’in dağlarında çiçekler de açacak, altın gümüş ova sırmalar da saçacaktır.’’
101 yıl önce Samsunda atılan o ilk adım, bugün asırlık dev bir çınar olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunu, özgürce yaşamımıza neden olan devrimleri de getirecektir.
Ne mutlu bize ki, böylesine büyük bir dâhinin önderliğinde bağımsızlığa kavuşan bir millet olabilmenin gururunu taşıyoruz.
O ilk adım atılmasaydı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı, bu günleri yaşayabilecek miydik acaba?
Her 19 Mayıs geldiğinde, güneşin doğuşuna dikkat edin!
O sabah güneş bir başka doğar.
Çünkü günün ilk ışıkları, o büyük dâhinin devrimleriyle dolu Türk Milletinin çağdaş yarınlarını bir kez daha aydınlatır.