Ali DEMİREL

Yazar - Ziraat Mühendisi

Tarihçi

Evrenin yaşı göz önüne alındığında, insanın yeryüzünde görüldüğü zaman dilimi çok küçük kalmaktadır. Bilinen en akıllı yaratılanın insan olması, onun evrende en değerli, en yüce mertebede olmasını gerektirir. Böyle bir şerefi koruması ve daha da yüceltmesi için insanın Tanrısal doğrular olan kurallar çerçevesinde yürümesi zorunludur. Adem neslinin evrendeki bu serüveninin mutlaka sağlam temellere oturması icap eder. Bunun için ise geçmişin bilinmesi şarttır. Geçmiş; dünden itibaren başlar, sürekli geriye giderek, insan neslinin yaradılışına, oradan da yaratana ulaşılır. Bu durum bütün insanlık için böyle olduğu gibi köklü milletler için de böyledir. Zaten ezelden beri süregelen köklü bir millet aynı zamanda insanlığın da kökü, temeli ve de tarihi konumundadır. İnsanlık için geleceği inşa etmek elbette önemli ama geleceği tasarlarken bir temel üzerine inşa edilmesinin zorunlu olduğu unutulmamalıdır. Söz konusu temel; kişioğullarının ve kişi kızlarının geçmişi yani tarihidir. Tarihin kayıt altına alınarak korunması ve gelecek nesillere ulaştırılması görevini yapan kişi (kişiler) tarihçidir.

İnsanlık tarihi incelendiğinde Türk tarihi incelenmiş gibi olunur. Türk tarihi incelendiğinde ise bütün insanlık tarihinin incelenmekte olduğu anlaşılır. Elbette bu yazdıklarımın biraz daha açılması – açıklanması, bilmeyenlerce anlaşılır hale getirilmesi gerekir. Ancak önce yanlış, yalan ve bilgisizliğe dayalı ön yargılardan kurtulmak lazım. İstenmeyen ön yargılar, ne yazık ki sözde tarihçiler tarafından oluşturulmaktadır. Şöyle ki: Tarih yazmak gibi toplumca ve kültürce faaliyetlerin oluşması için insanların temel gereksinimlerinin giderilmiş olması lazım. Avrupalı toplumlar özellikle 14 ncü yüzyıldan itibaren, coğrafi keşifler adı altında bütün dünyayı sömürgeleştirme çabasına girdiler. Soykırım, katliamlar, işkenceler, köleleştirmeler ve de gittikleri yer yeri yağmalamaları sonucu çok zenginleştiler. Bu arada şunu fark ettiler; Avrupalı toplumların tarihi bir geçmişi yok! Zenginleşip, temel gereksinimleri konularında sorunları kalmayınca; kültür, sanat, yazıp çizme işlerine başladılar. Tabii ki tarih yazmaya da başladılar ama kimin tarihini yazacaklardı? Hiç birinin toplum (denebilirse: millet) olarak ortaya çıkışları bin yıldan daha eski değil. Hatta bazıları (ABD gibi) 3-5 yüzyıllık geçmişe sahip, ortak kültürel değerleri olan bir millet haline bile gelememiş, bir bakıma büyük şirketler birliği ve bu şirketlerin çalışanlarından ibaret suni birer toplum durumundadırlar. İşte bu Avrupalı ve Avrupa kökenli toplumların tarihçileri tarih yazmaya başladılar!.. İlk hedefleri kendilerine bir geçmiş bulmaktı. Bu konudaki çalışmaları şöyle gelişti: (artık hemen herkes bildiği için kısaca özetliyorum) Bizim kökümüz Helenler (yunanlılar) dediler, araştırılınca altından Pelakslar (Pelakslar Türk) çıktı. Bu olmadı bizim kökümüz Roma medeniyetini kuranlar dediler, araştırılınca altında Etrüksler (Etrüksler de Türk kökenli) çıktı. Bu da olmadı, bizim kökümüz Sümerler dediler, araştırıldıkça onların da Türk Uygarlığının bir parçası olduğu ortaya çıktı… Daha var; Truvalılardan tutun da uydurma ari ırkına kadar kök aradılar. Ama olmadı, hiçbiri tutmadı… Hemen başka bir, ilim ahlakına hiç uymayan yola başvurdular: Mademki kendi kökleri yok diğer büyük milletlerin de kökleri olmamalı, diyerek başka milletlerin tarihini yazmaya başladılar. Başka ulusların tarihlerini nasıl yazdıklarını ele almayacağım. Bizim için önemli olanı yani; Türk tarihini nasıl saptırarak, büyük bir bölümünü yok sayarak, belgeli olanları bile ya yok sayarak ya da sanki Türk Milletine ait değilmiş gibi göstererek hatta büyük Türk birliği içinde yer alan çeşitli Türk boylarını sanki başka bir milletmiş gibi göstererek… Kadim Türk Tarihini parçalamak suretiyle yok etme yoluna gittiler. Bazı örnekler vereyim: Etrükslerin Türk oldukları kaynak-belgelerle kanıtlandı hatta DNA molekülleri incelenerek laboratuarlarda kanıtlandı. Yüz yüze – özel görüşmelerde kabul ediyorlar ama resmen kabul edip literatüre sokmuyorlar. Pelaksların Yunan medeniyetinin kökü olduğu aynı şekilde. Truvalıların Türk kökenli oldukları konusuna takındıkları tavır da aynı. Sümer medeniyetinin, Türk uygarlığının bir parçası olduğunu, pek çok sağlam kaynak – kanıt ortadayken onlara bunu kabul ettiremezsiniz. Hele eski Mısır (Masar) medeniyetini Türklerin kurduğunu onlara anlatamazsınız, hayır siz anlatırsınız da onlar anlamak istemezler. Siz sağlam, bilimce kabul gören kaynaklar – kanıtlar ortaya koyarsınız, hiçbir bilimsel gerekçe göstermeden kabul etmezler. Oysa kendilerinin ileri sürdükleri görüşlerini destekleyen hiçbir geçerli kanıtları yoktur. Bilim açısından çok çirkin bir durum ama ne yazık ki sahte kaynak ve kanıtlar uydurarak ortaya sürmekten hiç utanmazlar… Bazen de bizim tarihin bir kısmını yok sayarlar, mesela: Türk tarihi Orhun yazıtlarıyla başlamış gibi göstermeye çalışırlar. Oysa Orhun yazıtlarından 16.000 (onaltıbin) yıl öncesinde bile Türk var. Bir başka yok sayma: Derler ki; siz Türkler Anadolu’ya 1071 den itibaren geldiniz! Ta M.Ö.2300 senesinde Akad/Asur Hükümdarı Naramsin kendisinin yazdırdığı "Şartamhari Metni"  yazıtında Anadolu’daki Türk varlığından ve onlarla savaştığından bahsetmektedir…  Biz Türklerin Anadolu’ya en eski ne zaman geldiğimiz kesinleşmiş değil ama günümüzden 7.000 (yedibin) yıl önce bile Anadolu’da Türk olduğu kesin. Bütün sağlam ve kesin kanıtlara karşın, uydurulan yalanlar ve inkarlar sürüp gitmekte… Bu konuda en üzücü olan da şudur: Bizim gençlerimizin – öğrencilerimizin okuyacağı tarihe onlar ( batılılar, abd) karar veriyor. Bizim sözde tarihçilerimiz (gerçek tarihçilerimizi tenzih ederim) de onlara uyuyor, onları kaynak gösteriyor, onlar gibi konuşuyor, adeta sahibinin sesi rolünü üstleniyorlar. Sevindirici olan ise; son zamanlarda Türk olarak araştırma yapan, Başta Orta Asya olmak üzere pek çok yerde yazı-yazıt-kültürel malzeme gibi kaynakları araştırıp, bulup inceleyen tarihçilerimizin de artık var olmasıdır.

Bizde tarihçi yeni mi yetişiyor? Hayır ezelden beri gerçek anlamda tarihçilerimiz vardı, işte onlardan birini bu yazımızda ele almayı uygun gördüm. Çünkü bu çok değerli tarihçimiz geçtiğimiz 2016 Yılının yedinci ayının onsekizinci gününde uçabardı. Biz tince de usca da bilir ve anlarız ki o uçmağda onç içindedir… Çok değerli ve dünyaca ünlü bu tarihçimizi kısaca tanıtmadan önce Türk tarihçiliğinin hatta dünya tarihçiliğinin piri olan bir başka atamızı anmadan geçmek istemem. Yeryüzünde tarih yazan ilk kişi kimdir bilinmez ama bilinen en eski tarihçi Önre BİNAĞABAŞI (Min Ağa Başı) dır. M.Ö. 516 da yapılan savaşlar dahil pek çok tarihi bilgi kendisi tarafından, özgün Türk ABC’si ile taşa urulmuştur. Bakın AT-OY BİL DEVLETİNİN 1000 NCİ KURULUŞ YIL DÖNÜMÜNDE YANİ M..Ö. 517′DE TARİHÇİMİZ ÖŇRE BİNA BAŞININ  (tümgeneral demek ve aynı zamanda kişinin ismi, sonradan ismi ve rütbesi, “їril önte ” yani baş komutan oluyor.) TAŞA YAZDIĞI İFADE: BİŇ YILLIQ ÖTÜMİN-KÜNLİG BİTİGİMİN-BЇLGÜMİN ANTA OY-IŞI TAŞQA OY-URUTUTDIM. Şimdiki ağız ile: Bin yıllık geçmiş günlere ait tarihimi orda memorandum-yazısı taşına yazdırdım…  Batılı yalancılar tarafından tarihin babası olarak ileri sürülen Heredot; Önre Binağabaşı’ndan 100 yıl sonra yaşamıştır. Ayrıca Heredot; çeşitli ülkelere, okuma yazma bilen kişiler göndermiş, gidilen yerlerdeki halkın eski tarihi olaylar ile ilgili anlattıkları yazılmıştır. Her toplum, geçmişteki tarihi olayları (bazen yüzlerce yıl geriye giden söylentileri) kendi toplumlarının duygu ve düşüncelerine göre, masalımsı bir şekilde anlatmışlar.     Heredot; çeşitli ülkelerin toplumlarınca anlatılanları olduğu gibi yazıp yazmadığı da şüphelidir. Anlatılanlara kendisi ekleme – çıkarma ve değiştirmeler yapıp, Helen taassubunu tatmine yönelik düşüncelerin etkisiyle yeniden tasarlayarak kendine ve kendi toplumuna hitap edecek şekilde yazdığı belli olmaktadır.    Anlaşılacağı gibi onun yazdıkları tam bir tarih bile sayılmaz. Ancak yazdıklarında adı geçen toplumların o yıllardaki Yunanca adları vardır yani o toplumların-milletlerin var olduğu anlaşılır ama yazılan savaş ve benzeri olayların doğru şekilde anlatılıp anlatılmadığı tartışmaya açıktır.

Şimdi tekrar Kazım Mirşan Hocaya dönelim.  Doğu Türkistan’ın İli Nehri kıyısındaki Gulca kentinde 1919' yılında doğdu. Almanca, Rusça, İngilizce ve Türk lehçeleri (Tatarca, Özbekçe, Başkurtça, Tarançıca, Kaşkarlıkça (yani Uygurca), Kazakça, Kırgızca, Azerbaycanca, Türkiye Türkçesi ile kendi ana lehçesi olan, Tümenlikçe) biliyordu. Ayrıca; Yunanca, Latince ve İtalyanca'yı araştırmalarına yetecek kadar biliyordu. Anlaşılacağı gibi hiçbir tarihçide olamayacak kadar özgün değerler taşıyan bir bilim kişisidir. Türk Dünyasının çok önemli lehçelerini bilmesinin yanı sıra o yörelerin gelenek ve göreneklerini de bilmektedir. İşte böylesine yoğun bilgi yükü ile donanmış kişi Ön Türk Tarihini araştırmaya başlayınca ortaya muhteşem sonuçlar çıkmıştır. Turan Dünyasına çok önemli katkıları sağlamasında en önde gelen unsur kadim Türk ABC’sini okuyabilir olmasıdır. Ortaya çıkardığı bilgi ve belgeler, sadece Türk dünyası için değil bütün insanlık alemi için devrim niteliğindedir. Günümüzde, Kazım Mirşan’ın bilimsel olarak ortaya koyduklarını insanlardan gizlemek için, bilim literatürüne koyup da okullarda okutulmaması için ellerinden gelen ne varsa yapıyorlar. Bunu Batılı tarihçiler böyle istiyor, ülkemizdeki bazı uzantıları da ne yazık ki kraldan fazla kralcı edasıyla onlara yaranmaya çalışıyorlar. Batılı tarihçiler bir bakıma yerli işbirlikçilerden anlayışlılar. Mesela: Günümüzden 5000 (beşbin) yıl kadar önce Türklerin, şimdiki Fransa’nın Vishy kenti ve o yöredeki on ilin halkını yönettikleri, kendi devletlerine bağladıkları Glozel yazıtlarından (bu yazılı taş Fransa’da müzede) anlaşılmıştır. Türk ABC’si ile yazılan bu yazıtı okuyan Kazım Mirşan; Fransa’da bir Üniversitede konu ile ilgili bilim kişilerini toplamış ve bilimsel olarak o yazıların nasıl çözüldüğünü, Türkçe olan bu yazılarda neler yazdığını açıkladığında Fransız bilim insanları bunun doğru olduğunu kabul etmişlerdir. Ama iş resmiyete konulsun, literatüre geçirilsin denildiğinde hemen yan çizilmiştir. Bunda batılı bütün bilim kişilerini kötülemek veya töhmet altında bırakmak da istemem; o bilim kişilerinin koktuklarını biliyoruz. Israr edip doğruları açıkça beyan eden bilim kişilerin başına gelenleri inanın tahmin bile edemezsiniz! İşinden olması bir tarafa, deli diye tımarhaneye tıkılmak da var... Kazım Mirşan;Ön Türklerde “ÖKÜK” kelimesi çok önemli, rabbani demek” diyor.  Bu ilahi kavram daha o yıllarda kullanılıyor. Kazim Mirşan’in bu şok açıklamalarına Norveç’li bir profesör Shell ARTUN destek veriyor. Bununla da yetinmeyen Shell Artun ayrıca, runik yazılarının Alman kökenli değil Türk kökenli olduğunu söylüyor. Sen misin bunları söyleyen! Norveç Bilimler Akademisince adama ‘DELİ’ damgası vuruluyor… Bu konuda anlatılacak çok çok şeyler var, hepsini bu yazı kapsamına sokmamız olanaksız.

Şimdi kısaca, Kazım Mirşan’ın net ve kesin belgelere dayalı olarak ortaya koyduğu bazı tarihi bilgileri özetlemek istiyorum:

-İlk bilinmesi gereken: Türklerde (bilinen) 16.000 (onaltıbin) yıl önceden beri dini inanç, tek Tanrı inancı sağlam bir şekilde vardı. Gidip ele geçirip yönettikleri ülkeleri bile Ogan Tenri adına yönetiyorlardı ve bunu yazıtlarda açıkça belirtmişlerdir. Bilinen en eski Türk budun kendilerine OK diyordu yani Tengri’den gelen, Tengri’ye giden-dönen. Devlet kurduklarında ise devletin ön adı ÖKÜK = Tengri’ce Türk Devleti = Rabbani Türk Devleti. Devletin ve toplumun yönetimi ise TÖRELER’le olurdu. Işımanların nasıl ruhani – Tasavvufi kişilikler olduğu malum… “ÖKÜK TÜRÜK” = Tanrısal – Rabbani TÜRK… Kısacası Türk denilince; (‘Tengri Tek’ itikadında) din + töre her şeyin temelidir.

-Yine bilinmesi gereken bir diğer husus: Türk dili 2 grup, 8 dal ve 41 lehçeden oluşmaktadır ve bunların, en azından önemli bir bölümünü bilmeyen hiçbir bilim adamının yapacağı tarihi inceleme ve araştırmalarının doğru olamayacağı, yanlışlarda dolu olacağı kesindir. Araştırıcı iyi niyetli bile olsa bu böyledir.

-Mısır (Masar) uygarlığını Türkler kurmuştur. Mısır Piramitlerini Türkler yapmıştır. Mısır yazısını Mısır’a Türkler götürmüştür. Bunu sadece, Mısır papiruslarını okuyan Kazım Mirşan demiyor, bazı bilim kişilerimiz hatta bazı Rus bilim kişileri de aynı şeyi söylüyorlar. Mısır Piramitlerinden 2000 (ikibin) yıl önce yapılmış olan Orta Asya’daki (şimdi Çin sınırları içinde) Türk piramitlerinin araştırılmasına konan yasak kalktığında ortaya neler çıkacak?..

-Sümer Uygarlığı Bir Türk uygarlığıdır. Bu konuda araştırmalar ilerledikçe gerçekler daha da belirginleşmektedir. Bu zamana kadar yapılan Sümer dili araştırmalarında şimdilik 1000 (bin) adet Türkçe sözcük saptanmıştır. Dürüst ve kısmen korkusuz batılı bir tarihçi Sir Henry C. Rawlingson Sümerce için “Bu Turani” bir dildir, demiştir…  Sümerlerin Türk olduğu, daha 1936 Türk Dil Kurumu Kongresinde tartışılmış ve başta Fransız Sümerolog Hiler Barentan olmak üzere diğer yabancı bilim adamları da bu savı doğrulamışlardır. Türklerin Tek Tanrı inancı; Sümerli İbrahim – Abram - Abraham (bence Arpahan) tarafından Ortadoğu’da yaygınlaştırılmıştır. Günümüzdeki Tek Tanrılı dinler Türk itikadının uzantılarıdır.

-Hititler başta olmak üzere Anadolu’da kurulan bütün devletler Türk Uygarlığının birer paçasıdırlar.

-Yunan uygarlığını Pelaks Türkleri kurmuştur.

-Roma uygarlığını Etrüks Türkleri kurmuşlardır.

-Yazı Türkler tarafından bulunmuş, kağıt ilk Türkler tarafından üretilmiştir.

- Latin, Yunan, Fenike ve Kril alfabeleri, Ön-Türkçe'den oluşmuştur. Dolaysıyla evrensel uygarlığın kökeninde Türkler vardır.

- Skandinavya ve Avrupa'da 5000'den (beşbin) fazla Türkçe yazıt bulunmaktadır.
 - Etrüskçe Türkçe'dir, Türklerle Almanlar akrabadır

 -Avrupa’ya uygarlık Türkler tarafından getirilmiştir. Yukarıda belirttiğim devletler dışında: Gotlar yani saygın atalarımızdan aynı zamanda ışıman (kam – şaman) olan Odin Ata’nın kavmi, Vikingler, keltler gibi Turan-Türk budunlar Türk uygarlığını Avrupa’ya taşımışlardır. Avrupa’yı uygarlaştırma çabası Selçuklu ve özellikle Osmanlı İmparatorluklarımız zamanında da sürmüştür…

-Kazım Mirşan’ın, yaptığı araştırmalarla ilgili olarak: 30 adet Türkçe, 8 adet İngilizce, 7 Adet Almanca kitabı yayınlanmıştır.

Kendisiyle yüzyüze görüşmemiz ne yazık ki olmadı ama bir kere de olsa telefonla görüşmemiz oldu.

Gerçek Türk tarihinin araştırılması için Atatürk’ün kurmuş olduğu; Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu Başlangıçta, henüz kurulmuş olmalarına karşın çok önemli çalışmalar, uluslar arası toplantı ve konferanslar düzenlediler. Ancak Atatürk’ün Uçmağa gitmesinden sonra bu iki kurumun çalışmalarına destek olunmadığı gibi köstek olundu. 1946 ve 1949  yıllarında batılılar ve abd ile yapılan anlaşmalar sonucu bu iki kurum atıl hale getirildiler!.. Bilindiği gibi söz konusu anlaşmalar ile Türk Milli Eğitimi de Haçlıların eline teslim edildi, halen de öyle!..

Acilen: Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu, amaçlarına uygun işlevlerine döndürülmeli. Ve çok önemli bir husus daha: Tarih, dil ve coğrafya fakültelerinde Kadim Türk ABC’sinin zorunlu olarak okutulması, Türk Dil ve Lehçelerinin de söz konusu ABC ile öğretilmesine başlanmalıdır. Binlerce hatta onaltıbin yıllık yazı ve yazıtları okuyabilen tarihçilerimizin yetişmesi sadece Turan-Türk ulusları için olmayıp bütün insanlığın geçmişinin aydınlanmasını sağlayacaktır. Geçmişini, dolayısıyla Yaratan’ı ve töreyi bilen insanlık, geleceğini bu kutsal temeller üzerine inşa edebilecektir. Eğer kutlu geçmişimizi bilmez isek; Yerlik’in uşaklarından biri – birileri bizi ve de bütün insanlığı felakete sürükleyebilir.

İŞTE TARİH VE TARİHÇİ BÖYLESİNE ÖNEMLİDİR…

 

  ************************************************************************************