Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Sadeleştirme Hareketinden ‘ÖZTÜRKÇE’ye…

 

Türkçede sâdeleştirme hareketi, Selanik’te yayınlanmakta olan Genç Kalemler Dergisi’nde, Ömer Seyfeddin’in yazdığı ‘Yeni Lisan’ başlıklı makale ile başladı.

11 Nisan 1911 târihinde yayınlanan makalede, özetle:

*Arapça ve Farsça gramer kurallarının kullanılmaması, bu kurallarla yapılan terkiplerin kaldırılması,

*İstanbul konuşması esas alınarak yeni bir yazı dilinin meydana getirilmesi,

*Dil ve edebiyatın doğu-batı taklitçiliğinden kurtarılması

tavsiye ediliyordu.

Fâruk Nâfiz (Çamlıbel), Hâlid Fahri (Ozansoy), Orhan Seyfi (Orhon), Yusuf Ziya (Ortaç), Refik Hâlid (Karay), Reşat Nuri (Güntekin), Yahya Kemal (Beyatlı), Mehmet Âkif (Ersoy), Süleyman Nazif gibi dönemin şair, yazar ve fikir adamları kısa zamanda tavsiyeye uygun eserler vermeye başladılar. Böylece yazı dili ile konuşma dili arasındaki fark, giderilmiş oldu. Dil inkılabı gerçekleşmiş; güzel, zevkli ve herkesin anlayabileceği bir dil, hem konuşma hem de edebiyat dili hâline gelmişti. Cumhuriyetin ilk 10 yılında bu dil kullanıldı.

Bu dönemin Türkçesinden bir örnek:
… Memleketimizde bir tiyatro mecmuasının eksikliği, dünya tiyatro hayatı hakkında malumat alınabilecek mehazların yokluğu, Dârülbedâyi’nin resmî programı mahiyetinde olmak üzere çıkan bu mecmuaya bu eksiklikleri de tamamlama vazifesini yükledi. Gittikçe çoğalan tiyatro alâkasını bu suretle daha da genişletmek ve dünyanın her tarafında çıkan tiyatro mecmualarından istifadeli görünen yazıları resimleriyle beraber naklederek seyircilerimizi dünya tiyatrosundan haberdar etmek istiyoruz. Eskiden tiyatro dâhilinde yalnız oynanan eserin rol taksimini gösteren bir program vardı. Şimdi bunun yerine resimli ve istifadeli bir mecmua çıkarıyoruz, bununla bir eksikliği tamamladığımız kanaatindeyiz. (Hâlit Fahri’nin Yazı İşleri Müdürü olduğu Dârülbedâyi Dergisi / 15 Şubat 1930)

 

1930 yılının ortalarına gelindiğinde Atatürk; ‘Türk milleti, dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.’ Dedi. Bunun üzerine Türkçe olmayan kelimelerin tasfiye edilmesi hareketi başlatıldı. 1932 yılında, sonradan adı ‘Türk Dil Kurumu’ olarak değiştirilen ‘Türk Dilini Tetkik Cemiyeti’ kuruldu. Tasfiye hareketi cemiyet tarafından devam ettirildi.

Bu dönemde Atatürk’ün irat ettiği nutuklardan bir cümle:
‘Dil Bayramından ötürü Türk Dili Araştırma Kurumu Genel Özeğinden, ulusal kurumlarından, türlü orunlardan birçok kutunbitikler aldım. Gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlularım.’ (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri / Atatürk Araştırma Merkezi, 2006)

1934 yılında Atatürk: ‘Türk dilinin bir çıkmaza saplandığını, kurtarılması gerektiğini’ söyledi. ‘Türkçeleşmiş kelime Türkçedir’ prensibi ile yabancı dilden gelmiş olsa bile milletin çoğunluğunun bildiği-kullandığı kelimelerin tasfiye edilmemesi gerektiği açıklandı. (Yavuz Bülent Bâkiler. Sözün Doğrusu 2 / Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları 2005)

1935 yılında, yakın çevresinin bulunduğu bir yemek masasında Atatürk, Viyanalı Kvirgiç tarafından hazırlanan raporu çevresindekilerden birine okuttu. Raporda; ‘…ilk tefekkür güneşle alakalıdır. Dillerin doğuşu da güneşe bağlanmalıdır.’ Şeklinde bir cümle vardı. ‘Güneş Dil Teorisi’ böylece gündeme geldi. Teoriye göre; ‘Türkçe, yeryüzünün bütün kültür dillerine ana kaynaklık etmiş, zengin, asil, büyük bir dildir.’

Emir verildi, uzmanlar, yeryüzünde konuşulan bütün dillerdeki kelimelerin tamamının Türkçe olduğunu ispat etmeye koyuldular. (Yavuz Bülent Bâkiler. Adı geçen eser)

Güneş-Dil Teorisiyle özleştirme hareketine son verilmiş oldu. Teori, Ankara Üniversitesi Dil ve Târih Coğrafya Fakültesi’nde ders olarak konuldu.
Güneş-Dil Teorisi ile görünüşte; haşmetli Türkçe düzene girmiş gibi görünüyordu. Fakat dil sarayımızın kapıları yabancı, özellikle de Fransızca kelimelere, ardına kadar açıldı, kelime uyduruldu ve Türkçenin aslî yapısı bozuldu. Bu arada Farsça ve Arapça kelimelerin tasfiyesine devam edildi. Hedef, İslamiyet’le bağlarımızın zayıflatılmasıydı.’ (Dr.Şâkir Alparslan Yasa. Kültür Jenosidi / Hitabevi Yayınları, 2014)

Atatürk’ün 1937 yılında, TBMM’nin açılış konuşmasından birkaç cümle:
‘Memnuniyetle görmekteyiz ki, Cumhuriyet rejimi yurdumuzda huzur ve sükûnun en iyi yerleşmesini temin etmiş bulunuyor. Vatandaşlar ve bu yurtta oturanlar, Cumhuriyet kanunlarının eşit şartları altında kendileri için hazırlanan hürriyet, refah ve saadet imkânlarından azami istifade etmektedirler.
Milletimizin layık olduğu yüksek medeniyet ve refah seviyesine varmasını alıkoyabilecek hiçbir engel düşünmeğe yer bırakılmadığını ve bırakılmayacağını huzurunuzda söylemekle bahtiyarım.’
(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri.)

Sonraki yıllarda rahatsızlığı sebebiyle Atatürk, dil konularıyla ilgilenme imkânı bulamadı. 1940 yılında İsmet İnönü, Güneş Dil-Teorisini müfredat programından kaldırttı. (Ahmet Kemal Yahyaoğlu Türkçenin Katli / Yakın Plan Yayınları 2013)

1944 yılında, o zamanki adı ile Maarif Vekâleti’nde bir büro kuruldu. Büronun vazifesi, okul kitaplarında bulunan ve Türkçe olmayan kelimeleri tespit etmek ve yerine ‘öz Türkçe / arı Türkçe’ kelimeler koymaktı.

Tasfiyecilik’ mânasına gelen bu tatbikat ile ilgili olarak Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, gazetelerde üç yazı neşretti. Yazılarda, yapılan işlemin yanlış olduğunu anlattı.

Kendisine sonradan verilen bilgiye göre, bu yazılarla alakalı olarak şöyle bir olay yaşanmış: Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Bakanlar Kurulu’nu Çankaya köşküne çağırır. Söz konusu gazeteleri göstererek: ‘Maarif Vekili Bey, İstanbul’da bir profesörün şu gazetelerde bizim dil çalışmalarımız hakkında tenkit yazılarını gördünüz mü? Kendisi hakkında ne gibi bir muamele yapmayı düşünüyorsunuz?’ Diye sorar. Bu hâdise üzerine dilde özleştirme hareketlerine hız verilir. (Ali Fuat Başgil. Türkçe Meselesi / Yağmur Yayınları 2010)

Tasfiyecilik hareketine karşı çıkan yalnız Ali Fuat Başgil Değildi. Edebiyat târihçisi Nihad Sâmi Banarlı, Ord. Prof. Dr. Mehmed Fuad Köprülü, Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan ve Gazeteci-Yazar Falih Rıfkı Atay, Şair ve Yazar Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon gibi dönemin ileri gelen ilim adamları ve yazarlar da aleyhte düşüncelerini söyleyip yazdılar. Yazılarda; ‘en güçlü diktatörlerin, köklü reformlar gerçekleştiren totaliter liderlerin bile dilde böylesine bir yıkıma tevessül etmedikleri’ açıklanıyor, ‘insanlık târihinde bu kadar mânasız ve zararlı bir hareketin benzerini bulmaya imkân yoktur’ deniliyordu. (Ahmet Kemal Yahyaoğlu. Adı geçen eser)

Sonraki yıllarda tenkitlere, İsveç asıllı Türkolog, Oxford Üniversitesi’nde Ord. Prof. Dr. Geoffrey Lewis de, ‘Türk Dil Devrimi: Yıkıcı Bir Başarı’ isimli eseri ile katılmıştır.

1950 yılında Demokrat Parti iktidara geldiğinde; ‘devlet gücüyle dilde tasfiyecilik hareketi’ne son verildi. Nurullah Ataç, Tâhir Nejat Gencan, Ömer Âsım Aksoy ve Ahmet Cevat Emre gibi tasfiyeciler, gazete ve dergilerde heyecanlı yazılarla hareketi diri tutmaya çalıştılar.

27 Mayıs 1960 İhtilali’nden sonra, Millî Eğitim Bakanlığı ve Türk Dil Kurumu tarafından tasfiyecilik hareketleri yeniden başlatıldı.

Dilimizi tahrip eden hareketler, günümüzde de devam ediyor. Farsça ve Arapça kelimeleri dilden atarak ‘özleştirme’ yaptıklarını iddia edenler, batı dillerinden gelen kelimelerin dilimize girmesine seyirci kalıyorlar.

Dil hassasiyeti olanlar, eski fakat herkesçe bilinen kelimeler yerine konulan uydurulmuş veya ihtiyaç olmamasına rağmen batıdan alınmış kelimelere karşı direniyorlar. Direnenlerin sayısı giderek azalıyor.

Dil, bir milletin sâhip olduğu kültür değerlerinin başında gelir. Türkiye Cumhuriyeti kültür temelleri üzerine kurulmuştur. O halde dilimiz, devletimizin en önemli temel taşıdır. Dilimizin; yabancı kelimelerin istilası, yabancı dille eğitim, internet Türkçesi, bâzı kelimelerin yanlış kullanılması, yanlış yazılması ve yanlış telaffuz edilmesi sebebiyle kirlendiği, genel kabul görmüş bir gerçektir. Kirlenme önlenemezse dilin kaybedilmesi gibi bir felaketle karşılaşılması söz konusudur. Dilimizi kaybettiğimiz takdirde, candan aziz vatanımız dâhil, kaybedilecek hiçbir değerimiz kalmamış demektir.

Kötüye gidişin çâresini, Türkiye’nin sayılı dil âlimlerinden Prof. Dr. Fâruk Kadri Timurtaş şöyle açıklıyor: ‘Dil Akademisi’nin kurulması, dil meselesinin düzelmesinde büyük rol oynayacaktır. Bozulan işlerin düzelmesi ancak bilgili, yetkili ve ilim haysiyetine sâhip dil uzmanlarının çalışmasıyla mümkün olabilir.’ (Türkçemiz ve Uydurmacılık. Boğaziçi Yayınları, 2008)