Türkler Anadolu’yu sevdikleri kadar, Balkanları da sevmişler, yeni şehirler kurarak yerleşmişlerdir. Dicle ve Fırat nehirleri gibi, Tuna nehri de ortalarından aktıkları coğrafyalara, büyük bir ekonomik ve büyük bir kültürel canlılık kazandırmıştır. Türkler gittikleri her coğrafyada, hukukun üstünlüğüne dayanan devlet yönetimleriyle, toplumun bütün kesimlerine, aynı yakınlığı göstererek, barışın güvencesi olmuşlardır.
*
Sezai Karakoç’un vurguladığı gibi: “Atalarımız, ruhlarının ta içlerinden, şuur altlarının derinliklerinden biliyorlardı ki, Anadolu kaybedilmez” diye düşünmüşler, her coğrafyayı Anadolu bilmişlerdir. Türkler hayatı kolaylaştıran, şehirleri güzelleştiren kuruluşlarıyla, başta Anadolu coğrafyası olmak üzere, gittikleri bütün coğrafyaları, ürünleriyle, hizmetleriyle hem zenginleştirmişler hem de güzelleştirmişlerdir.
*
Kuruluşlar kurallarıyla kurumsallaşırlar, kurumsallaşarak uzun ömürlü olurlar. Kuruluşları büyüklükleri değil, kuralları yaşatır. Dünyadaki gelişmelere, uyum sağlamakta geç kalan kuruluşlar, ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, kendilerini yenileme yeteneklerini yitirirler. Küresel gelişmelerin önünde, ekonomik kazanımlardan daha çok, kültürel kazanımlarla gidilir. Bu yüzden kuruluşlar, ekonomik kazançlar kadar, kültürel kazançlara da önem vermek zorundadırlar.
*
Kültürel kazanımlar ekonomik kazanımların, dar alanlarından çok daha geniş, çok daha zengin ve çok daha büyük bir alandan beslenirler. Kuruluşlar bir aysberge benzeyen ekonomik ve kültürel kaynakların, yalnızca su üstünde kalan ekonomik kazanımlarına önem verirlerse, kültürel kazanımlarıyla birlikte, ekonomik kazanımlarını da yitirirler. Kuruluşlar dünyanın neresinde bulunurlarsa bulunsunlar, canlılıklarını kurallarıyla korurlar.
*
Gözleri ekonomik kazançtan başka, bir şey görmeyen kuruluşların kurucuları, her zaman ve her yerde, savurganlığı özendirerek, toplumları krizden krize sürüklemişlerdir. Onlar için İbrahim Hakkı, Marifetname kitabında “Bol gösterişli tarafından yiyip içmenin keyfini sürmek, giyim kuşamla etrafa ululanmak, şeref ve izzet sahibi olmak uğruna, ibadeti koyup ticarete giderler” demektedir. Kuruluşların yöneticileri, ekonomik kazanımların araç olduklarını unutulmamalıdır.
*
Yirmi birinci yüzyılda, Anadolu insanının düşünce ve eylem dünyası, ekonomik kazançlardan önce, kültürel kazançlara önem veren kuruluşlarla zenginleşecektir. Türklerin bilgi ve bilgelik dünyalarında, kültürel kazançlar ekonomik kazançların yongası değil, ekonomik kazançlar kültürel kazançların yongasıdır. Kuruluşlar kültürel dünyanın derinliklerinde, uzun yolculuklara çıkarlarsa, büyük ekonomik kazançların, kapılarının bir bir açıldıklarını göreceklerdir.
*
Dünyanın her ülkesinde, kuruluşlar kazançlarıyla değil, kurallarıyla değer kazanırlar.
*
Ekonomi dünyasında bütün kuruluşların, ülkelerinden önce değerleri önemlidir.
*
Kuruluşlarda ekonomik kazançlar araçtır, kültürel kazançlar amaçtır.