Oğuz Çetinoğlu: Hocam! Sizinle idrak etmekte olduğumuz mübârek Ramazan ayı vesilesiyle, İslam’ın temel meselelerini konuşalım istiyorum. Temel meselelere, İslam’ın kaynaklarından başlayalım.
İhsan Toksarı: Allah Teala (cc) şöyle buyuruyor:
‘Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmetmen için Kitab'ı (Kur'an'ı) gerçekten biz gönderdik.’ (Nisâ Suresi, Âyet: 104)
O halde İslam’ın birinci kaynağı Kur’dan-ı Kerim’dir.
Kur’an, Allah (cc) tarafından Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav)’e vahiy yoluyla gönderilmiş Allah kelamının toplamıdır.
Tariften anlaşıldığı gibi, Kur’an-ı Kerim, vahiy yoluyla Peygamberimize gönderilmiştir. Vahiy geldiğinde Allah Rasulü’nün etrafıyla münâsebeti kesilir. En soğuk günde bile olsa, buram buram terler, etrafı ile hiç konuşmazdı. Vahyi getiren gittiğinde, kendisine bildirileni asla unutmazdı. Hemen, vahiy kâtiplerine yazdırırdı. Gelen âyetlerin Kur’an’da hangi sureye, nereye yazılacağını Allah Rasulü tâyin ederdi.
Çetinoğlu: Peygamber Efendimizin okuma yazma bilmediği biliniyor. Bu durumun bir hikmeti, sebebi olsa gerek…
Toksarı: Elbette. Eğer Peygamberimiz okuma yazma bilseydi, ‘başka insanlardan aldı’ denirdi. Böyle iftiralara meydan vermemek için Allah (cc), Peygamberi'ne, okuma, yazmayı öğrenme imkânı vermemiştir. Ankebut suresi 48. âyette Allah, söyle buyuruyor: ‘Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı.’
Allah tarafından gönderilen âyetler taşlara, düz ağaç parçalarına, derilere, papürüs kağıtlara yazılıyor, hâfızlar ezberliyor, isteyenlere vahiy kâtipleri yazıp veriyordu. Her Ramazanda Peygamberimiz ve Cebrail camide dinleyenlerin huzurunda o zamana kadar indirilen âyetler Ramazan'da mukabele şeklinde okunuyordu. Ancak; Peygamberimiz yaşadığı müddetçe yeni âyetler geleceğinden bu âyetler, iki kap (kapak) arasına alınmamıştı. Peygamberimizin vefatından kısa bir müddet sonra yalancı peygamberlerle savaşırken yetmiş kadar hâfızın şehid olması üzerine Hz. Ömer (ra), Kur’an-ı Kerim yazılı yaprakları toplatılıp iki kap (kapak) arasına alınmasını, ileride zayi olacağından korktuğunu beyan etti. Halife Hz. Ebu Bekir de kabul etti. Yüzlere hâfızın ezberinde vahiy kâtiplerinde yazılı olduğu halde her âyeti Peygamberimiz'in huzurunda vahiy kâtiplerinden yazdırıp aldıklarına dair iki şahid getirmeleri istendi.
On binleri geçen şahidler, hâfızlar, vahiy kâtiplerin huzurunda esasen yazılı fakat iki kap arasında olmayan Kur'an-ı Kerim, iki kap arasına alınmış ve Hz. Ebu Bekir'e, O'nun vefatı üzerinde Hz. Ömer'e ve O'nun da vefatı üzerine Hz. Hafsa (ra)'ya geçmişti. Hz. Osman (ra) bunu tensih ederek, çoğaltarak çeşitli büyük İslam şehirlerine göndermişti.
Dünya tarihinde Kur'an'ın iki kap arasına alınmasında ve korunmasında gösterilen ihtimam, hiçbir dinî kitaba gösterilmemiştir. Asırlar boyunca yüzbinlerce hâfız Kur'an'ı ezberlemişlerdir. Bugün milyonlarca hâfız vardır. Bir oturuşta Kur'an-ı Kerim'i baştan sonuna kadar hiç hata yapmaksızın okuyan hâfızlarımız vardır.
Yüce Allah şöyle buyurdu: ‘Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik, elbette O’nu biz koruyacağız.’ (Hicr suresi 9. âyet)
Yüce Allah, Kur'an'ı koruyacağına ait bu âyette garanti vermektedir. Ama gökten melekler göndererek değil, Kur'an'ı hıfzeden, korunması için gayret gösteren mü'minler sebebiyle olmaktadır. İşte bunun içindir ki bizim ecdadımız, Şeyhü'l İslamlığa bağlı ‘Mushafları inceleme heyeti’ adında bir müessese kurmuşlardır. İslam âleminde basılan her Kur'an’ın, bu heyetin tetkikinden geçirilmesi ve ‘doğrudur’ kararı verilmeden basılmaması emredilmiştir.
Cumhuriyet kurulduktan sonra da bu müessese, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde korunmuştur. İşte ecdadımızın bu hassasiyeti, Kur'an'ı hıfzedenlerin çokluğu ve Yüce Allah'ın garantisiyle bu zamana kadar hiçbir kelimesi değişmeden günümüze kadar gelmiştir.
Çetinoğlu: İslam’ın birinci ve en önemli temel kaynağı Kur’an-ı Kerim vahiy yoluyla geldi, yazıldı ve değiştirilmeden günümüze kadar geldi.
Teşekkür ederim Hocam. İkinci kaynağa geçebilir miyiz?
Toksarı: İslam'ın ikinci kaynağı sünnettir. Zamanımızda aydın geçinen veya aydın geçinenlere yaranmak isteyen kimseler, İslamî kaynakları çok yanlış yorumlara tabi tutuyorlar. Bunlara en cazip gelen yorum da şudur:
‘Kur'an, Allah kelamıdır. Kuru, yaş ne varsa Orada hepsi vardır. O halde Kur'an bize yeter. Kur'an'da olmayan hiçbir emri kabul etmeyiz. Peygamberin hadisleri, müctehidlerin mezhepleri bizi bağlamaz.’ Derler. Arapça'yı öğrenip İslamî kaynakları incelemeyenlere bu görüş çok cazip (çekici) gelmektedir. Bu görüşte olanlar, peygamberimizin hadislerini reddederler, mezhep imamlarını kabul etmezler. Halbuki bunlar, Kur'an'ın içindeki esasları bilseler, hatta Kur'an meallerini iyice inceleseler, Peygamberimize itaati, O'nun talimatı dairesinde yani Allah'ın emri çerçevesinde olduğunu anlarlar. İşte Yüce Allah'ın buyruğu: ‘Kim Rasul'e (Muhammed'e) itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur.’ (Nisâ suresi, 80. âyet)
Her Allah'ı seven Yüce Peygamberimiz'e tabi olmak mecburiyetindedir. (Rasulüm) de ki:
‘Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.’ (Âl-i İmran suresi, 31. âyet)
Kur'an'a, Allah'a inanıyorsa Allah Rasulü Muhammed (sav)'in verdiğini (emirlerini) alacak, yasak ettiğinden de kaçınacak. ‘Rasulün (Hz. Muhammed'in) verdiğini (emir ve atıyyeleri) alınız. Size neyi yasak ediyorsa sakınınız.’ (Saff suresi, 9. âyet)
Bu âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre Peygamberimize itaat etmeyi ona tabi olmayı ve her emrettiğini yapmayı bize Yüce Allah bildirmiştir.
Peygamberimiz zaten kendiliğinden hiçbir cümle uydurmamış, Allah O'na ne bildirmiş ise onu beyan etmiştir.
Hadislerin toplanmasında gösterilen titizliği bilselerdi, yüce Peygamberimizin hadislerine asla itiraz etmezlerdi.
Çetinoğlu: Hadislerin nasıl toplandığı hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Toksarı: Hadislerin sıhhat derecesini tespit edebilmek için gösterilen titizlik dünyada eşi görülmemiş olaydır. Her hadisin sıhhat derecesini tespit için aylar, yıllar sarf edilmiş; sahih hadis ile sahih olmayan hadisler ayırt edilmiştir. Ayrıca hadisleri Peygamberimizden nakleden şahısların her türlü hareketlerini tespit etmişlerdir. Tarihte ilk defa ilim ve söz nakledenler için bir ilim dalı meydana gelmiştir. Bu ilim dalı, ‘ilm-i nakd-i rical / insanların ilim ve hadis nakletme ilmi’ olarak adlandırılır.
Şunu kesin olarak bilmeliyiz ki Kur'an'ı en iyi bilen Peygamberimizdir. Kur'an'ın en büyük tefsiri de Peygamberimizin mübârek hadisleridir.
Çetinoğlu: İslam’ın ikinci kaynağı olan sünneti kısaca nasıl târif etmek gerekir?
Toksarı: Peygamberimiz (sav)'in sözü, hareketi ve huzurunda yapılıp da itiraz etmediği takrir, sünneti meydana getirir. Böylece üç türlü sünnet meydana gelir: Kavlî sünnet, fiilî sünnet, takrirî sünnet.
Çetinoğlu: Bunları açıklar mısınız Hocam?
Toksarı: Kaviî sünnet: Peygamberimiz (sav)'in sözleri, emirleri, öğütleridir.
Fiilî sünnet: Peygamberimiz (sav)'in hâl ve hareketleridir.
Takrirî sünnet: Peygamberimiz (sav)'in huzurunda başka birisi bir söz söyler veyahut bir hareket yapar, Allah Rasulü itiraz etmezse, kabullenmiş sayılır. Buna da takrirî sünnet denir.
Çetinoğlu: Peygamberimizin sünnetlerini kabul etmeyenlerin durumu nedir?
Toksarı: Allah Rasulü'nün sünnetini kabul etmeyenler ya İslam'ı bilmiyorlar veyahut kasten İslam'ı bozmak isteyenlerdir. Peygamberimiz bize bildirmese Kelime-i Şehadet'ten sonra gelen namaz, daha sonra gelen zekâtı nasıl vereceğimizi bilemezdik. Cenabı Hak, Kur'an'da birçok ayetlerde namazı emreder fakat nasıl kılınacağını, şekillerini bildirmez. İşte nasıl kılınacağını, şekillerini bize Allah Rasulü (sav) bildirmiştir. O'na da Allah'ın emri ile Cebrail (as) tatbikatı ile bildirmiştir. Allah Rasulü (sav) namazı öğrendiği gibi kılmasaydı biz namazı nasıl kılacaktık? O öğrendiği gibi kıldı, biz de O'ndan gördüğümüz şekilde kılıyoruz. Çünkü Peygamberimiz şöyle buyurdu: ‘Benden gördüğünüz gibi namaz kılınız.’
Yine Kur'an-ı Kerim'de Allah (cc) beş vakit namazı emrediyor. Fakat her vakitte kaç rekât namaz kılacağımızı bildirmiyor. Sabah iki, öğle dört, ikindi dört, akşam üç, yatsı dört rekât farz olduğunu bildiren ve tatbik eden âlemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamberimiz'dir. Yine Kur'an-ı Kerim'de Allah (cc) zekât verilmesini emrediyor ancak miktarlarını bildirmeyi Peygamberimize bırakmıştır. Peygamber altın, gümüş, deve, koyun, sığır ve diğerlerin de miktarlarını bildirmiştir. Hülasa, Allah Rasulü'nün hadislerini, sünnetlerini kabul etmeyen ne namaz kılabilir, ne de zekât verebilir! Hatta Kur'an da Allah, rükû, secde gibi amelleri emrediyor ancak namazda bunları nasıl yapacağımızı bildirmiyor. Bunu bildiren tatbikatıyla bize gösteren yine Yüce Peygamberimiz (sav)'dir. Aslında Peygamberimiz gezen, dolaşan, yaşayan canlı Kur'an'dı. Çünkü Kur'an'daki Allah emirlerinin, insanlara canlı olarak gösterilmesi gerekiyordu. Böylece ilahî emirler yüce Peygamberin tatbikatında tecessüm etmişti. Nitekim tabiinden (ashabı gören, peygamberi görmeyen) birkaç Müslüman, Hz. Aişe (ra)'ye sordular. Ey Allah Rasulü'nün hanımı, mü'minlerin annesi, biz peygamberimizi görme şerefine nail olamadık. Peygamberimizin ahvali nasıldı? Bize anlatır mısınız?
Hz. Aişe (ra) şöyle buyurdu: ‘Siz Kur'an'ı okumuyor musunuz? O'nun ahvali, ahlakı Kur'an'ın ta kendisi idi. Dolaşan, yaşayan canlı Kur'an idi.’
Çetinoğlu: Kur'an dışında kaynak kabul etmeyen kimselerden bir kısmı da hadislere inanmayışlarının gerekçesi olarak hadislerin, Peygamberimiz (sav)'in zamanında yazılmamasını gösteriyorlar.
Toksarı: Evet, Allah Rasulü'nün hadisleri, Peygamberimizin yaşadığı müddetçe yazılmadığı doğrudur. Çünkü Kur'an ile karışmasın diye bizzat Peygamberimiz hadislerinin yazılmamasını emretmiştir. Ancak Abdullah b. Amr el-As (ra) gibi birkaç şahsın yazmasına müsaade etmişti. Ancak Peygamberimizin vefatından kısa bir müddet sonra toplanmaya başlanmıştır. Nakleden şahıslar ve hadisler metinlerinin sıhhat derecesi için gösterilen hassasiyet dünyada, Kur’an-ı Kerim dışında hiçbir esere gösterilmemiştir. İcabında tek bir hadisin sıhhatini temin için seneler harcanmıştır. Peygamberimizin arkadaşları (ashabı) Allah Rasulü'nün her türlü söz ve hareketlerini tespit ediyorlardı. Nasıl namaz kıldığını, nasıl abdest aldığını ve insanlara karşı davranışlarını tespit ediyorlardı.
Çetinoğlu: Konuya şüpheyle bakanlar için Peygamberimiz Efendimizin hareketlerini tespit ederken gösterilen titizliği bir örnekle anlatmanız mümkün olur mu?
Toksarı: Abdullah b. Ömer (ra) Peygamberimizin her hareketini tespit edenlerdendi. En küçük detayları bile... Peygamberimizle beraber hacca gitmişti. Bütün incelikleri öğrenmişti. Seneler sonra hacca giderken bir mevkiye gelince döndü. Geriye baktı. Yanındakiler niçin böyle yaptığını sordular. O da ‘Allah Rasulü (sav) buraya gelince döndü. Geriye baktı. Ben de Yüce Rasule ittibaen böyle yaptım’ dedi.
Yine Abdullah b. Ömer (ra) hacca giderken yolda bir ağacın yanına gelince şöyle dedi: ‘Durun, bu ağacın altında uyuklayacağım. Çünkü Allah Rasulü (sav) bu ağacın altında uyuklamıştı.’
Peygamberimizin mübârek arkadaşları, bu hassasiyeti gösterdiği gibi tabiîn (ashabı gören (Müslümanlar) ve tebe-i tabiîn (ashabı göremeyip, tabiîni gören) de bu hassasiyeti göstermişti.
Esasen Peygamberimiz'in vefatı ile hadislerinin yazılması sırasında, hadis olduğu söylenen sözler, üç dört kişinin belgi süzgecinden geçirilirdi. Bu üç-dört zatın hayatı incelenirdi. Bunlar hayatlarında bir defa yalan söylemişlerse, bu zincirde bulunanlardan birisinde fısk u fücur varsa, unutkanlık varsa, ahlakında bozukluk varsa onların rivâyetleri muteber değildi. İnsanları aldatan kimselerden hadis alınmadığı gibi hayvanları aldatan kimselerden bile hadis alınmazdı.
Çetinoğlu: Muteber hadisleri toplayan âlimlerden de söz eder misiniz Hocam?
Toksarı: İslam dünyasında en muteber hadisleri toplayan İmam-ı Buharî'nin (Sahih-i Buharî) kitabıdır. Bu kitabı hazırlamak için yirmi sene uğraşmıştır. Bu kitapta mükerrer sekiz bin hadis bulunmaktadır. Her hadis için aylarını, yıllarını vermişti. Maddî bakımdan sıhhatini tetkikten sonra her hadisi kitabına almadan önce iki rekât istihare namazı kılar; manen Allah Rasulü ile irtibat kurar, tasdikini alır, ondan sonra kitabına alırdı.
Sahih-i Buharî'den sonra Sahih-i Müslim, Sünen-i Tirmizî, Sünen-i Ebu Davud, Sünen-i Neseî, Sünen-i İbni Mâce de böyle titizlikle hazırlamıştır.
Çetinoğlu: Hadislerin sıhhat derecesine göre sınıflandırılması nasıl?
Toksarı: Sahih, hasen, zayıf olarak derece verilmiştir. Uydurma hadislere ‘mevzu’ denmiş ayrı kitaplara yazılarak Müslümanlar ikaz edilmiştir. Bu suretle İslam’ın esasları korunmuştur.
Çetinoğlu: Hadisler aynı zamanda ‘Kur’an-ı Kerim’in en mükemmel tefsiri’ olarak kabul ediliyor…
Toksarı: Evet! Çünkü Kur'an'ın bir kısım âyetleri kısadır. İzaha ihtiyacı vardır. En güzel tefsir eden de yüce Peygamberimizin hadisleridir.
Peygamberimiz (sav), Muaz b. Cebel'i Yemen'e vali tâyin etti ve sordu:
- Bu görevini yaparken ne ile hükmedeceksin?
Muaz (ra) şöyle dedi:
- Allah'ın kelamı Kur'an ile.
- Onda bulamazsan?
- Senin sünnetinle.
- Onda da bulamazsan?
- (Kur'an ve Sünnete uygun) reyimle.
Allah Rasulü şöyle buyurdu:
-Rasulün rasulünü (benim elçimi) muvaffak kılan Allah'a hamdolsun.
Çetinoğlu: İslam’ın üçüncü kaynağına gelmiş olmalıyız…
Toksarı: İslam’ın üçüncü kaynağı İcma’dır. İcma; Bir devirdeki İslam âlimlerinin bir konuda ittifak etmeleridir. Fikir, rey birliği yapmalarıdır. Bazı konularda Kur'an ve hadiste açıklık olmayabilir. O konuda açık bir hüküm olmayabilir. İşte böyle durumlarda İslam âlimleri, Kur'an ve hadis felsefesine ters düşmeyecek bir hükümde ittifak eder, birleşirse buna ‘İcma’ denir. En büyük icma da, ashabın icmaıdır. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve İbni Mes'ud gibi ashabın ileri gelenleri bir konuda birleşmişlerse, buna kimsenin itiraz hakkı yoktur. Çünkü İslam'ı, bizzat kaynağından, Allah Rasulü'nden öğrenmişlerdi. Allah Rasulü'nün nuru ile nurlanmışlardı. Bu seçkin Müslümanların hataları, eksikleri olmuşsa, Allah Rasulü tarafından düzeltilip kemale erdirilmişti. Yüce Allah'ın kemale erdirdiği Peygamberimiz, onları kemale erdirmişti.
Allah Rasulü'nün terbiye tezgâhından geçen ashab (ra), insanlar arasında peygamberden sonra en yüksek dereceye ulaşmışlardır. Fikirde, idrakte zirveye çıkmışlardı. Her biri dünyayı aydınlatacak şuura, fikre sahipti. Bunların bir araya gelip hatâda birleşmeleri imkânsızdı.
Çetinoğlu: Galiba dördüncü kaynağa geldik…
Toksarı: Evet! Dördüncü kaynak, ‘Kıyas’ olarak isimlendiriliyor. Kıyasın lügat manası ölçmek, karşılaştırmak mukayese etmektir. Şer'î manası: Kur'an, sünnet ve icmada bulunmayan meseleler konusunda Kur'an ve sünnetle mukayese ederek yeni hüküm çıkarmaktır.
Çetinoğlu: Birkaç örnek verebilir misiniz Hocam?
Toksarı: Kur'an'da şarap (hamir) haram kılınmıştır. Üzümden yapılan alkollü maddeye şarap enir. Arpadan, hurmadan diğer maddelerden de alkollü içki yapılmaktadır. Bunlar hakkında ne diyeceğiz? İşte burada haram edilen şarap ile yeni içkileri mukayese edeceğiz. Şarabın haram edilme sebebi, insanı sarhoş eden, alkol var ise bunların da haram olduğuna hükmedeceğiz. Aynı mukayeseyi Allah'ın Rasulü, bizzat yapmıştır. Yemen'den bir heyet geldi: ‘Ey Allah'ın Rasulü! Bizim ülkemizde ‘Nebiz’ isminde bir içki içilmektedir. Hurma suyundan yapılmaktadır. Bu da haram mıdır?’
Allah Rasulü şöyle buyurdu: ‘O da sarhoş ediyor mu?’ Onlar da dediler ki: ‘Evet, sarhoş ediyor.’ Allah Rasulü (sav) şöyle buyurdu: ‘Her sarhoş edici şaraptır ve her türlü şarap haramdır.’
Bu sebeple sarhoş eden her alkollü içki haram kılınmıştır.
Ancak bu kıyası herkes yapıp hüküm çıkartamaz. Gerçek manada kıyas yapabilmek için İslam hukukunu (fıkhî kaideleri) çok iyi bilmesi lazımdır. Hüküm çıkarma metodunu, mantık, belagat, fesahat gibi ilimleri, Arapça'yı çok iyi bilmesi, Kur'an ayetlerini ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerini çok iyi tetkik etmesi gerekir.
İslam tarihinde bu ilimleri bilen İslam âlimleri, müctehidler yetişti. Kur'an ve sünnet ölçülerine uygun bir çok hükümleri mukayese yoluyla koydular. Binlerce müctehid arasında temayüz eden dört büyük müctehid vardır: İmam-ı Ebu Hanife, İmam Şafii, İmam Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel. Bunların dışında pek çok müctehid yetişti. Fakat bunlara uyan kimse olmadı. Ehl-i sünnet mensupları bu dört imama uydu.
İtikatta ise İmam Maturidî, Ebul Hasen Eş'arî’dir.
Bizim (yani Türkiye'de Türklerin büyük çounluğu) amelde İmam-ı Azam Ebu Hanife, itikatta ise İmam Maturidî'ye tâbiyiz.
Çetinoğlu: Hocam, yeri gelmişken dört mezhep hakkında kısaca bilgi lütfeder misiniz? ‘İslam bir olduğu halde bu dört mezhep neden çıktı?’ Diyenler var.
Toksarı: Kur'an-ı Kerim ve hadis ilimlerini bilmeyenler böyle acayip sorular sorarlar. Arapçayı çok iyi bilmeyenler, niçin böyle olduğunu anlamazlar.
Şunu kesin olarak bilmemiz gerekir ki, bu dört imamın (müctehidin), İslam'ın ana prensiprinde ihtilafları yoktur. Mesela beş vakit namaz, oruç, hac, zekât esaslarında ittifak hâlindedirler. Ancak teferruatta, ayrıntılarda ihtilaf etmektedirler. Bu ihtilaf, Kur'an ve hadisin tefsirinden meydana gelmektedir. Çünkü Arapça'da, bir kelime bir edat hatta bir harf çeşitli manâya gelmektedir.
Çetinoğlu: Örneklemek mümkün mü?
Toksarı: Tabii: Maide suresinin 6. Ayetinde abdestin farzlarını beyan eden Allah (cc); ‘Başınızı meshediniz (Vemsehû biruûsiküm) ’ emrini eriyor. Ayetteki (bi ruûsiküm) de (b) harfinin çeşitli manâsı var: İmam-ı A'zam'a göre fiili -lazımı müteaddi- (aktif yapar) başın dörtte birini meshederse farz yerini bulur. İmam Şafii'ye göre (b) azınlık manâsındadır, başın az kısmını meshetmekle farz yerini bulur. İmam Malik, İmam Ahmed b. Hanbel'e göre istila (kaplama) manasınadır, başın hepsini meshetmesi farzdır. Buna kaplama mesih denir.
Hatta bir kelime zıt manaya gelmektedir. Bakara suresinin 228. ayetinde Allah (cc) şöyle buyurur:
‘Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç kuru beklerler.’
Buradaki (kuru) kelimesi (kar’i) kelimesinin çoğuludur. Kar’i kelimesi, hem kadınların aybaşı hâline ve hem aybaşından temizlenme manasınadır. Araplar bu iki manâda da kullanmaktadırlar.
Buna benzer iki zıt manaya gelen her lisanda bulunmaktadır. Türkçede işte örneği: ‘Cırlamak’ kelimesi Azerbaycan lehçesinde çok güzel şarkı söylemek manasınadır. Türkiye Türkçesi'nde ise bu kelime kötü manâda kullanılmaktadır. İşte bu sebeple mezhep ihtilafları olmaktadır. Bu kar’i kelimesinin aybaşı manâsına geldiğini İmam-ı Azam Ebu Hanife kabul etmektedir. İmam Şafii ise aybaşından temizlenme hâli olarak almaktadır. İki manaya kullanıldığı için ikisi de Kur'an'a aykırı değildir.
Çetinoğlu: Hocam Allah râzı olsun.
İzninizle başka bir konuya geçmek istiyorum. Yalnızca detaylarda-teferruatta değil. İslamiyet’te, ana mesele olarak kabul edilebilecek konularda da farklı düşünenler var. Bu nereden kaynaklanıyor. İslamiyet’i bilmiyor muyuz?
Toksarı: Allah Teâlâ (cc) şöyle buyuruyor: ‘Biz senden önce de, kendilerine vahiy gönderdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz.’ (Enbiya suresi, 7. âyet)
Bugün Müslümanların pek çoğu İslam'ı bilmemektedir. Başımıza gelen çeşitli musibetler, felaketler bu yüzden gelmektedir. Düşmanlarımız, bizim cehâletimiz yüzünden aramıza çeşitli fitne, fesad, nifak ve tefrikalar sokmaktadırlar.
Müslümanların en büyük düşmanı cehâlettir. İslam'ı bilmeyince herkes, Müslümanları kandırıyor. Müslümanların cehâletinden istifade eden çeşitli şer odakları Müslümanları parça parça etmekte ve birbirine düşürmektedir. Hatta İslam namına Müslüman, Müslümanı öldürmektedir. Öyle kandırılıyor ki Müslüman, başka bir Müslüman’ı öldürdüğü için cennete gireceğine inanmaktadır.
Çetinoğlu: Bir Müslüman’ın asgarî ölçülerle neler bilmesi gerektiği konusunu, bir başka röportajda ele almak üzere, İslam dünyası ile ilgili genel bir değerlendirme yapar mısınız Hocam?
Toksarı: Hz. Ali (ra)'yi şehit eden kişi, cennete girmek gayesi ile O’nu öldürdü. Hz. Ali (ra) halife olduktan sonra Sıffin savaşı oldu. İki Müslüman ordusunun savaşmasını önlemek için hakem tâyin edildi. Hz. Ali'nin ordusundan bir kısım insanlar hakem tâyinine karşı çıktı; ‘Kur'an varken insanların hakem tâyin edilmesi küfürdür. Bunu yapan Ali, Muaviye, Amr b. As kâfir oldu.’Dediler. Hz. Ali'ye karşı çıktılar. Hz. Ali bunlara nasihat etti. İslam'ın esaslarını anlattı, hakem tâyin etmenin Kur'an'a aykırı olmadığını anlattı. Her türlü izahına, çabasına rağmen ikna edemedi. İsyan ettiler. Hz. Ali de onlarla savaşmak mecburiyetinde kaldı. Bunlara ‘Haricîler’ dendi.
Bunlar; ‘Ali, Muaviye, Amr b. As'ı, Kur'an varken insanları hakem tâyin ettikleri için kafir oldular.’ dediler ve ‘Kim; Ali, Muaviye, Amr b. As'ı öldürürse cennete girer’ dediler.
Aralarından üç fedai seçtiler. İbni Mülcem isimli fedai Hz. Ali (ra)'yı öldürmek için Kûfe'ye gitti. Hz. Ali'yi namaz kılarken şehit etti.
Hz. Ali (ra) peygamberimizin amcasının oğlu ve aynı zamanda damadı idi. O, çocukken Müslüman oldu. O İslam'ı bilmeyecek de ya kim bilecek? Cehâlet insanları ne hâle getiriyor? Hem de ne cinayetler işlettiriyor. Günümüzde de bu cehâlet sebebiyle Müslüman, Müslüman’ı öldürüyor ve hem de sevap işlediğini sanıyor. Bu sebepledir ki, İslam âleminin nüfusu bir buçuk milyarı aşmasına rağmen Müslüman her yerde ezilmekte, sürünmekte... İşte Bosna, İşte Kosova, İşte Keşmir, İşte Çeçenistan ve işte Filistin ve Irak…
Müslümanlar, paramparça olduğu için Mukaddes Kudüs, İslam'ın en mübârek üçüncü camii olan Mescid-i Aksa, üç buçuk milyon Yahudi’ye esir olur muydu? Müslümanlar uyanık olsalar, bu zilletle katlanırlar mıydı?
Bu günün en dindar gözüken, defalarca hacca, umreye giden Müslümanlar bile bunları düşünmüyor, üzüntü duymuyor, Yahudi esaretinde olan mübârek Kudüs'ü, Mescid-i Aksa'yı ziyâret ediyor. Yahudi'ye para veriyor.
Bu sebeple her Müslüman dinimizin ana prensiplerini öğrenmelidir. Bir Müslüman her adımını atarken nereye bastığını görmelidir.
İHSAN TOKSARI’nın kısa özgeçmişi:
1934 yılında Kırıkkale’nin Keskin İlçesi’nin Ceritmüminli Köyü’nde dünyaya geldi. Hâfızlığını Keskin Kur’an Kursu’nda ikmal etti.
1950 yılının Şubat ayında İstanbul’a geldi. 1951-1952 yılına kadar eski medrese müderrislerinden, İstanbul Müftüsü Bekir Hâki Yener’den ve diğer hocalardan Molla Cami’de okudu.
İmam hatip liselerinin ilk açılısında, bu okulun ilk talebelerinden oldu.
1955 yılında vaizlik imtihanını kazandı. İstanbul’un büyük camilerinde vaaza başladı. İlahiyat ve Hukuk fakültelerinden mezun oldu. 1965-1967 yıllarında Diyânet İşleri Başkanlığı Teftiş Heyeti Başkanlığı yaptı. Tekrar İstanbul ve Trakya bölgesi vaizliğine tâyin edildi.
1973-1980 yılları arasında milletvekilliği yaptı. 1980’den bu yana, İstanbul’da fahrî vaiz olarak hizmet vermeye devam ediyor.