Prof. Dr. Hüsniye CANBAY TATAR

Akademisyen

Eril ve Dişil Tavrın Ahlak Anlayışına Yansımaları

Hüsniye CANBAY TATAR*

GİRİŞ

İnsanoğlu, hem kendisini hem de yakın ve uzak çevresini bilmek ve onunla ilişki kurmak istemiştir. Bu istek toplumları Tanrı, tabiat, toplum ve insan anlayışından oluşan sütunlar üzerine bina edilmiş evren tasavvuruna götürmüştür. Söz konusu tasavvur bir yandan bilmenin sahasını, diğer yandan kurulan ilişkilerin ve davranışların tarzını belirlemektedir. İnsan, bu sütunlar ve onların temsil ettikleriyle ya eril ya da dişil bir tavır sergileyerek kurduğu ilişki veya anlayışın tarzını belirlemektedir. Tarzın eril ya da dişil olması, tasavvurun şeklini olduğu gibi bunlarla ilgili anlayışı de etkilemektedir. İnsanın başta kendisi olmak üzere diğerleriyle kurduğu ilişki ve ortaya koyduğu anlayış tarzının belirlenip çerçevesinin çizilmesi, bizi ahlâk sahasına götürmektedir. Zira ahlâk, insan davranışlarını tanzim ederek kurulan ilişkinin tarzını tayin etmektedir. Buradaki aslî gaye, maksat ve türü ne olursa olsun kurulan ilişkide ferdin zarar vermesinin de, zarar görmesinin de engellenmesidir. İşte dünyaya karşı takınılan içten tavır alışlar, zihniyet kavramını gündeme getirir. Dolayısıyla ilişki ve tavır alışların çerçevesini verir. Bu cümleden olmak üzere yazımızda eril ve dişil tavrın Batıda ve bizde aldığı şekil, uygulanma tarz ve yansımaları tartışılmaya çalışılacaktır.

Kendini Bilmek Ya Da Evreni Kurmak: Evren Tasavvuru

İnsan kendini, çevresini ve bunlar arasındaki ilişkileri tanıma ve tanımlama ihtiyacı içinde olmuştur. Buradan bir dünya görüşüne ulaşılmış, dünya görüşünün tasviriyle, adeta onun resmedilmesiyle de evren tasavvuru elde edilmiştir. İnsanın kendisini ve kendisiyle ilişkilendirdiği yakın ve uzak çevresini bilme ve anlamlandırma istek ve gayreti, onu bu tasavvura götürmüştür. Evren tasavvurunun gayesi insanın evrendeki yerini tespit, kültürel yapıdaki yerini de tayin ederek kendini gerçekleştirme esasına dayanmaktadır. Bahsi geçen tayin ve tespitler, insanın varoluş şartlarını sağlayan en büyük düzenin evren olduğu fikrine, kısaca kozmos anlayışına dayanmaktadır (Bıçak, 2013: 66). İnsanın içinde yer aldığı ve hazır bulduğu bu düzen ya da kozmos anlayışı, kendisinden başlayarak çevresi ve toplum için de aranan bir özellik olmuştur. Bu arayış, insanın bedeninden zihin dünyasına ve zihniyetine, idrak şekillerinden tavır ve davranışlarına, nihayet toplum ve kültürel yapısına aksetmiş, şekil vermiştir.

İnsan hayatta karşılaştığı şeyleri ve bunlar arasındaki ilişkileri tanımlayarak onları tasvir etmiş, buradan hareketle kendi kültür dünyasını kurmuştur. Kültürel yapı içinde varoluşunun hem can hem de kuramsal güvenliğini teminat altına almak istemiştir. Hayatî ihtiyaçlarını temin etmeye çalışarak can; ruhî ve zihnî eylemlerini bir düzen çerçevesinde belirli ilkelere bağlayarak da kuramsal güvenliğini temin etmiştir (Bıçak, 2013: 15-16). Böylece düzen fikri ve oluşturulan evren anlayışı, kültürel düzende ihtiyaç duyulacak aslî değerlerin temininde de rol almıştır. Kurulan bu irtibat ve benzetilme durumu, meydana getirilen şeylere hem anlam hem de meşruiyet kazandırmaktadır.

Evren tasavvuru, insan, genel anlamda çevresi ve bunlar arasındaki ilişkilere işaret eder. Buradan hareketle evren tasavvurunun Tanrı, tabiat, insan ve kültür bağlamında toplum anlayışı olmak üzere dört sütun üzerinden yükseldiğini söylemek mümkündür. İster kabul, ister reddedilsin veya lakayt kalınsın, Tanrı anlayışı sütunlardan ilkini; içinde veya karşısında yer alınsın, ona karşı muhafaza, müdahale veya mücadele tavrı sergilensin, tabiat bir başkasını; Tanrı’nın eseri, kendisinin eşiti, rakibi veya öteki olarak bakılsın, insan anlayışı bir diğerini; nihayet ister mecburiyete ister sözleşmeye dayandırılsın, mücadele veya dayanışma anlayışından hareket edilsin, toplum öteki sütunu oluşturmaktadır. İçerik ve yaklaşımlar farklı olsa da, evren tasavvuru bahsi geçen sütunların üzerine bina edilmektedir. Gerek fert, gerekse toplum açısından ihtiyaçların temini ve sorunların çözümü, bahsi geçen sütunlar ve onların işaret ettiği anlayışlardan nasibini almaktadır. Nitekim bunlara karşı sergilenen tavır, ortaya çıkan anlayış ve yapılar üzerinde etkili olmakta, onları şekillendirmektedir.

Evrenle Kurulan İlişki: Eril ve Dişil Tavır

Bahsi geçen sütunlar ve işaret ettikleriyle, insanın iki şekilde ilişki kurabilmesi, daha doğrusu tavır sergilemesi mümkündür. Eril veya dişil olabilen bu tavırlar, hem zihniyeti belirlemekte hem de tercih edilecek tavır ve tarzın şeklini tayin etmektedir. Eril tavır, Yunan mitolojisinde, başta beden olmak üzere mükemmelliğin, bilmenin, aklın ve aydınlığın temsilcisi olarak kabul edilen ve Güneşle temsil edilen Apollon sembolünden hareketle ele alınmaktadır. Aklın, istikrarın, sükûnetin, şuurun, düşüncenin, tabiata bağlı olmaktan kurtulup ondan kopabilmiş olmanın, dolayısıyla şuur kazanmanın, sorun çözebilmenin, keşif ve icadın, fethin, fiilin, fail olabilmenin, kısaca aktif bir şekilde soru sorup cevap alabilen özne olmanın timsali olarak anlaşılmakta; genel hatlarıyla bütün bu sayılanlar erilliği ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Bu haliyle durum veya sorun karşısında, bilgi ve düşünceye müracaatla ve özne konumunu koruyarak, karar vermenin ve sonucunda istikrarı yakalamanın veya korumanın alâmeti olarak düşünülmektedir. Tabiattan kopmuş olduğu için erillik kendisinin farkına vararak, beninin oluşumunu gerçekleştirmekte ya da başarmaktadır. Bu durum, sorumluluk üstlenmeyi ve bunları ifa etmeyi gerektirmektedir. Aynı zamanda karar vermiş olmayı ve kararında devam etmeyi, yani istikrarı yakalamayı, nihayetinde kozmos haline ulaşmayı ifade etmektedir. Burada kozmetik sanayiinin kaostan kurtarmak için kadın bedenine yaptığı müdahale hatırlanabilir. Hem kozmosun temsilcisi olma, hem de buna dayanarak düzenleme yetkisi eril tavra ait görülmektedir. Bu tavır ya da iddiayla hükmün icra edilerek, hâkim hale gelmeye de bir atıf mevcuttur. Aynı zamanda her hâkimiyet, tâbi olanları da gerektirmektedir. Varılan nokta, fiilinin bizzat kendisi tarafından belirlenip, nesne konumuna düşmeden, fail olmaktır. Bütün bunları da duygulardan uzak kalarak ve akla müracaat ederek yapabilmeyi başarmaktır.

Yunan mitolojisinde dişil tavrın sembolü Ay’dır. Dişil tavır duyguların, değişimin, kararsızlığın, sürüncemenin dolayısıyla istikrarsızlığın, tâbi olmanın, tabiattan kopamayışın dolayısıyla şuur kazanamamanın, mevcutla yetinmenin, en fazla onu korumanın ifadesidir. Aynı zamanda fiilinin faili olamamayı, yani pasif kalmayı ve nesne olmayı çağrıştırmaktadır. Bu haliyle sorun ya da durum karşısında duygulara bağlı kalmayı, nesne olmayı, kararsızlığı, buna bağlı olarak da istikrarsızlığı ifade etmektedir. Zaten nesne olmak bir özneyi gerektirdiği için bu sayılanların yapılması mümkün olmayacağından, çözümün yerini sürüncemeye bırakması da kaçınılmazdır. Sürüncemede kalma, sükûneti, sakinliği ve meskûn olmayı engelleyerek kaosu çağrıştırmaktadır. Aynı zamanda kendinin farkına varamayıp, yani şuur haline ulaşamayıp, tabi olmayı, bir şeylere bağlı kalmayı doğurmaktadır. Nesne olmak veya kalmakla sonuçlanan bu hal, yüklenmeyi de gerektirmektedir.

Erillik Güneşle, dişillik ise Ay ile temsil edilmektedir. Güneş, ışığının kaynağı kendisi olduğu için varlığını, hiç değilse varlığının görünür kılınmasını ve kabulünü, başkasına borçlu değildir. Aynı zamanda ışığı marifetiyle her şeye nüfuz edebilme gücüne de sahiptir. Güneşin değişmesi de söz konusu olmadığı için istikrarın ve düzenin sembolü kabul edilmiştir. Ay ise ancak Güneşten gelen ışığın yansımasıyla varlığını görünür kılmakta, bir anlamda borçlu kalmaktadır. Bu durum, Ay’ın edilgenliğine ve nesne konumuna olduğu kadar sürekli değişmesine; sürekli değişme hali de istikrar, sükûn ve düzenden uzak kalmasına sebep olmaktadır. Bu ise bir nevi yüklenmeyi de çağrıştırmaktadır. Yüklenme, failin müdahalesine yol açmakta, hiç değilse fiilin sahası haline getirmektedir.

Erillik, Güneşle olduğu gibi noktayla da temsil edilmektedir. Nokta, özneyi vurguladığı gibi karar vermenin, sonuca varmanın dolayısıyla çözüme gitmenin de temsilcisidir. Dişil tavır ise virgülle temsil edilmekte olup; devamın, sürecin olduğu kadar sürüncemenin, sonlandıramamanın, dolayısıyla çözüme kavuşamamanın göstergesidir.

Batı zihniyetine bakıldığında, kendisini özne konumuna yerleştirerek eril tavra sahip çıktığı görülmektedir. Dişil tavrı ise Batının dışına bilhassa Doğuya göndermektedir. Buradaki ayrım, adlandırma ve nitelendirmeler bile eril bir tavra işaret etmektedir. Eril tavra ait olan ve olumlu görülen bütün özelliklerin Batıya; dişil tavra ait görülen ve seçilmeyen hatta nefret edilenlerin ise tabiri caizse bir torbaya doldurulup Doğuya gönderildiğine şahit olmaktayız. Bunun da sadece oryantalizmle sınırlı kalmadığı görülmektedir. Alatlı’nın Kâbus adlı romanında (2014) Kadızade’nin bakışlarını kaçırmasına yol açan konuyla ilgili izah, itham ve nitelemeler söz konusu anlayışın temsil kabiliyeti yüksek bir örneğini sunmaktadır. Ancak mesele, bahsi geçenlerle sınırlı kalmayıp, daha yaygın ve daha derin görünmektedir.

Yazının Devamı Gelecek Hafta

 

* Prof.Dr., İnönü Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi