Tarihimizin en acı sahnelerinden biri şüphesiz ağır bir yenilgiye uğradığımız I. Balkan Savaşı’dır.
“Hasta Adam” olarak nitelendirilen Osmanlı İmparatorluğu yolun sonuna doğru geldiğinde bir taraftan Arnavutluk, Suriye ve Yemen’deki isyanlarla uğraşıyor diğer yandan ekonomik sıkıntılarla baş etmeye çalışıyordu.
Parasızlık yüzünden ordunun ihtiyaçları karşılanamaz hale gelmiş, harp stokları erimiş, ordu içerisinde disiplin kaybolmuş, siyasi çekişmelerle ordu çeşitli gruplara ayrılmış, emir komuta zinciri kopmuş, subaylar arasında tefrika başlamıştı.
Çatırdayan imparatorluğun bu hali yöneticiler tarafından görmezden geliniyor gaflet, ihanet ve delalet içerisinde ülke yönetilmeye çalışılıyordu.
Balkanlarda fırtınalar kopmasına rağmen sorumluluk mevkiinde olanlar bu yaşananları fazla ciddiye almıyorlar Balkan ülkelerinde bir kopma yaşanmayacağına inanıyorlardı.
Bu fazla iyimser bakış açısından dolayı 70.000 askerin terhisi dahi yapılmıştı.
Açık denizlere inme hayalindeki Rusya bu düşüncesini uygulamak için Balkanlara desteğini artırıyor. Slav ırkına hamilik yapmakta sınır tanımıyordu.
Bu destek neticesinde Osmanlı Devleti’ne karşı Balkan İttifakı kurulmuş 1912 yılında yapılan Bulgar ve Sırp anlaşmasıyla bu devletler Osmanlı Devleti’nden alacakları topraklar konusunda ittifak etmişlerdi.
Neticede; Osmanlı Devleti, Bulgaristan, Yunanistan Sırbistan ve Karadağ ile savaştığı Balkan Harbi’nde (1912-1913) beş asır elinde tuttuğu Evlad-ı Fatihan topraklarının tümünü kaybetmişti.
Bu savaşla birlikte yerini yurdunu bırakan milyonlarca Müslüman Türk, göç yollarına düşmüş İstanbul bir anda Balkanlardan gelen göçmenlerle dolmuştu.
Osmanlı Devleti tarihindeki yenilgilerden birini yaşarken yurtlarını terk eden insanlarda göç yollarında başka bir trajedi yaşamışlardı.
Çatalca’ya kadar gelen düşman kuvvetleri Edirne’yi işgal etmeyi düşünüyorlardı.
Bu arada Edirne’yi savunma görevi Erzurumlu Şükrü Paşa’ya verilmişti.
Müstahkem Mevkii Komutanlığı’na tayin edilen Şükrü Paşa inanılmaz bir mücadele ile Edirne’yi savunmuş devletin düşman karşısında 40 gün direnmesini istemesine rağmen çılgın dadaş Şükrü Paşa Osmanlı’nın ilk başkentini 5 ay 5 gün savunarak tarihe geçmiştir.
Askerine, süpürge tohumundan yapılmış ekmek, at ve kurbağa eti yedirerek Edirne’yi savunan Şükrü Paşa: “DÜŞMAN HATLARI GEÇTİKTEN SONRA ÖLÜRSEM KENDİMİ ŞEHİT KABUL ETMEM. BENİ MEZARA KOYMAYIN İTLER VE KUŞLAR ETİMİ ÇEKE ÇEKE YESİNLER. FAKAT MÜDAFA HATTIMIZ BOZULMADAN ŞEHİT OLURSAM KEFENİM, LİFİM, SABUNUM ÇANTAMDADIR. BENİ BU YERE GÖMECEKSİNİZ VE GELECEK NESİLLER ÜZERİME BİR ABİDE DİKECEKLER.” diyerek tarihe geçen ünlü sözünü söylemiştir.
Edirne de Selimiye Cami gibi Osmanlı eserlerinin zarar görmemesi ve şehrin yıkılıp yok edilmemesi için 26 Mart 1913 günü şehri Bulgarlara teslim eden Şükrü Paşa’nın nezaketle alınan kılıcı Edirne’ye gelen Bulgar Çarı Ferdinand tarafından askeri merasimle tekrar kendisine iade edilmiştir.
Kol Ağası Mustafa Bey’in oğlu olan Şükrü Paşa 1857 yılında Erzurum’da doğmuş Erzincan Askeri İdadisi’ni okumuş, 1879 yılında topçu teğmen olmuş, 1893 yılında tuğgeneralliğe yükselmiştir.
Almanca, İngilizce ve Fransızca bilen Şükrü Paşa, askerliğin yanında Harp Okulu’nda ve Darüşşafaka Lisesi’nde muallimlik de yapmıştır.
Sert ve disiplinli yapısından dolayı “Deli Şükrü Paşa” lakabıyla anılan bu kahraman asker, Edirne savunmasındaki başarısından dolayı ”Edirne Müdafi” olarak anılmaya başlanmıştır.
Başarısından sonra orgeneralliğe terfi eden Şükrü Paşa, 1916 yılında İstanbul’da vefat etmiş, Merkez Efendi Mezarlığı’na defn edilmiştir.
Şükrü Paşa’nın mezarı 23 Temmuz 1998 tarihinde çıkarılan özel bir kararla, Edirne’ye taşınmış ve burada yeniden defn edilmiştir.
Şükrü Paşa’nın cenazesine Almanya, Avusturya ve Bulgaristan birer manga askerle ile katılmıştır.
Edirne’ de halen Şükrü Paşa adına bir anıt ve bir de müze bulunmaktadır.
Şükrü Paşa’nın Edirne Müdafaası sırasında söylediği meşhur sözü de müze ve anıtın bulunduğu alana yazılıdır.
Kaynakça.
Eğilmez Savaş, Mehmet Şükrü Paşa, Atatürk Üniversitesi, Erzurum, 2015