Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Miraç Kandili

 

GİRİŞ:

Mi’raç, Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed  (sav) Efendimizin en büyük mucizelerinden biridir. Mucize, iki cihan serveri Peygamberimizin Mescidi Haram’dan Mescidi Aksâya, oradan da gökyüzünde, daha yüce âlemlere yaptığı yolculuğu kapsar. Bu sır ve hikmet dolu yolculuk; Kur’an-ı Kerim’de,  İsrâ Suresi 1. Âyet’te meâlen: ‘Bir gece, kendisine bâzı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, eksikliklerden münezzehtir. O gerçekten işitendir, görendir.’ ifâdeleriyle yer alıyor.

Merdiven’ anlamı da bulunan Mi’rac kelimesinin çoğulu  ‘yükselme dereceleri’ anlamındaki Meâric Suresi 1-3 âyetlerde meâlen: ‘Birisi, huzuruna yükselmenin birçok yolu bulunan Allah katından inkârcılar için gelecek olan ve hiç kimsenin savamayacağı azabın gelmesini istedi’ Buyurulmaktadır.

Allah (c.c.), Rasulü’ne yüce kudreti göstermek ve kâfirler istemese de bu dinin kemale ereceğini müjdelemek için O’nu melekût (1) âlemine dâvet etti. Cenab-ı Allah’ın görevlendirdiği Cebrâil geldi. Hazret-i Muhammed’i  Burak adlı bir bineğe bindirerek Kudüs’e götürdü. Resulullah Mescidi Aksâ’da iki rekât namaz kıldı. Sonra Cebrâil O’nu alıp semâlara yükseltti. Sidreyi Müntehâ’da (2)  ilâhî huzura kabul edildi.

İsrâ ve Miraç bir mucizedir. Bu mucize, bedenen ve rûhen gerçekleşmiştir. Mûcizeler akılla izah edilemez. Onlara sâdece iman edilir. Bizler de Hz. Ebûbekir’in dediği gibi ‘O söylediyse doğrudur’ der, Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin söylediklerine kayıtsız şartsız iman ederiz.

İslâmiyet’te her şey, akıl ve mantıkla bağlantılıdır. Akıl ve mantık dışı bir durumun varlığından şüphe edilirse, şüphesiz  inandırıcı bulanmayan durum, İslamiyet’ten değil, insan aklının yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.    

Miraç gecesinde nice ilâhî ikrama nâil olan bir Peygamber’in ümmeti olarak bu gecenin feyz ve bereketinden, af ve mağfiretinden yararlanmaya çalışırız. Miracın bize en kıymetli hediyesi olan, dinin direği, müminin miracı, namazı emrolunduğu şekilde kılarız.

Mi’rac mucizesini akılla çözmeye, anlamaya çalışan sâlih Müslümanlar vardır. Diğer tarafta, herhangi bir art niyeti bulunmamakla birlikte, Mi’rac olayını irdeleyenlerin varlığı da bilinmektedir. İslâmiyet hakkında bilgi sâhibi olanların en çok sorduğu soru, Mi’rac ile ilgilidir.

İslâmiyet’in bu en zor konusunu; meselenin en yetkili kişilerinden biri olan İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Kürsüsü’nden Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır ile ve konu ile ilgili hiçbir karanlık nokta kalmasına imkân verilmemek üzere, bütün yönleriyle  konuştum. 

Okuyanlar için yararlı olacağına inanıyor, okuyucularımızın Miraç Kandili’ni tebrik ediyor, hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan diliyorum.

(1) melekût: Tam bir hâkimiyetle, üstün biçimde yönetme, ruhların ve meleklerin bulunduğu gaip âlemi. Evrenin dışında bulunan , sonsuz ve sınırsız âlem.

(2) Sidre-i münteha: Göğün yedinci katında bulunduğuna inanılan makam.             

Oğuz Çetinoğlu:  Mirac Kandili, İslamiyet’te mukaddes kabul edilen zaman dilimlerinden biri. Mirac; ‘Peygamberimizin (sav), Mescid-i Harâm’dan Mescid-i aksâ’ya, oradan da göğe yaptığı yolculuk’ olarak anlatılıyor.

Konunun iyi ve kolay anlaşılabilmesi için önce mekânları belirleyebilir miyiz Hocam? Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ ve ‘gök’ olarak adlandırılan mekânlar… Bunlar hakkında bilgi lütfeder misiniz?

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Bu konuyu anlatan ana âyet şudur:

‘Kulunu bir gecede Mescid-i Haram’dan alıp, çevresini bereketli kıldığı (1)  el-Mescid’ul-Aksâ’ya götüren Allah, eksikliklerden uzaktır. Bu, ona bir kısım âyetlerimizi göstermek içindir. Allah işitir ve görür.’  (İsrâ 17/1)

el-Mescid’ul-Aksâ, en uzak mescit demektir. Şu âyetler onun yerini bildirmektedir:

O (Muhammed) Cebrail'i, O’nun bir başka inişinde daha görmüştü; Sidretü'l- Müntehâ'nın yanındaydı. Me'vâ Cenneti de oradadır. O gün Sidre'yi bürüyen bürüyordu. (Muhammed’in) gözü kaymadı; sınırı da aşmadı. Orada Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.’

(Necm, 53/13-18)

Sidretü'l- Müntehâ yedinci kat semadadır. (2) el-Mescid’ul-Aksâ ise oradaki Beyt-i Mamûr’dur. Allah’ın Elçisi (a.s.) bir gün ashabına: ‘Beyt-i Ma’mûr’un ne olduğunu biliyor musunuz?’ diye sordu. ‘Allah ve Elçisi daha iyi bilir.’ dediler. ‘O, gökte olan bir mescittir, Kâbe tam altında kalır. O mescit aşağı düşse Ka’be’nin üzerine düşer. Orada her gün yetmiş bin melek namaz kılar. Oradan çıktılar mı artık sonuna kadar oraya dönmezler.’(3) dedi.

Çetinoğlu: Mescid-i Aksâ Kudüs’te değil mi? 

Bayındır: Hayır, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ, Emevîler tarafından yapılmıştır.

Çetinoğlu: Orada Süleyman aleyhisselam tarafından yapılan mâbed yok muydu?

Bayındır: Vardı ama iki defa yıkılmış, bir daha da yaptırılamamıştı. Babil kralı İkinci Buhtunnasr (Neabukadnezzar) milattan 586 yıl önce Kudüs’ü işgal ettiğinde şehri tamamen tahrip etmiş, yıkılan Mabed’in kapı ve duvarlarından söktüğü altın kabartmaları, kıymetli eşyayı, topladığı ganimetleri ve halkının büyük bir kısmını Babil’e götürmüştü. Kur’ân, bu olayı şöyle anlatır: 

O Kitaba (Tevrat’a) İsrailoğulları için şu kararı koyduk: ‘Siz bu yerde iki kere fesat çıkaracak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz. Birincinin şartları oluşunca savaş gücü yüksek kullarımızı üzerinize saldık; evlerin arasına kadar sokuldular. Bu, yerine getirilmiş bir söz oldu.’ (İsrâ 17/4-5)

Daha sonra Perslerin Babil’i, Milattan 539 yıl önce ele geçirmesiyle İsrailoğulları serbest bırakılmış, Kudüs’e dönmüşler ve milattan 515 yıl önce yirmi beş yıl çalışarak ikinci Mabed dönemini başlatmışlardı.(4)

Milattan sonra 70’de Romalı kumandan Titus şehri ele geçirmiş, Kudüs’ü yakmış ve Süleyman mabedini yerle bir etmişti. (5) Bu olay, şu âyette yer alır:

‘… İkinci defa şartlar oluşunca (düşmanlarınızı tekrar üzerinize saldık ki,) yüzünüzü yere sürtsünler, o Mescide ilk girenler gibi girsinler ve ele geçirdikleri her şeyi yakıp yıksınlar.’

(İsrâ 17/7)

Halife Ömer, Kudüs'ün anahtarını teslim aldığında kendisi de bizzat çalışarak Süleyman Mabedi’nin Hıristiyanlık döneminde molozlar altında kalmış olan yerini temizletip Sahre'nin güneyindeki düzlükte cemaate namaz kıldırmış sonra buraya bir mescid yaptırmıştır .

Daha sonra Emevi halifelerinden Abdulmelik b. Mervan (65/685-686) Kubbetü’s-Sahre’yi  (7), oğlu Birinci Velîd  (86/705) de Mescid-i Aksâ adıyla anılan mescidi yaptırmıştır. (8) 

Çetinoğlu: Peygamberimizin şöyle dediği rivayet edilmiyor mu? ‘Kureyş beni yalanladığı zaman, Hicr’de ayağa kalktım. Allah bana Beytü’l-Makdis’i gösterdi; bunun üzerine ona bakarak onun alâmetlerini onlara haber vermeye başladım.’ (9) 

Bayındır: Bu gibi rivayetler, Kur’ân’a, tarihî gerçeklere ve Peygamberimizden gelen şu rivayete uymamaktadır:

Hatim’de (10) idim Cibril geldi beni aldı ve birinci kat semaya yükseltti..’ (11)

Peygamberimizin Kâbe’den, doğrudan semaya yükseltilmesi Kudüs’e gitme işine ters düşmektedir.

Çetinoğlu: İslamî kaynaklara göre Mirac, 2 safhada gerçekleşiyor: Birinci safha Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya yapılan yolculuk ki ona İsra deniyor. 2. safha ise göklere yükselmek… Sizin anlattıklarınıza göre Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya yolculuk yapılmamış. Ama İsrâ’nın Kur’an ile Miracın da Sünnet ile sabit olduğu ifâde ediliyor, bunu nasıl yorumlarsınız?

Bayındır: İsrâ, gece yürüyüşü anlamına gelir. Âyetteki el-Mescid’ul-Aksâ’nın, Emeviler tarafından yapılan Mescid-Aksâ ile karıştırılması yanlış anlamalara yol açmaktadır.

Çetinoğlu: Mirac farklı bir şey mi?

Bayındır: Mirac, merdiven ve asansör gibi yükseğe çıkaran âlet  (12)  anlamına gelir. Ebu Sa'îd el-Hudrî'nin rivâyetine göre peygamberimiz şöyle demiştir: ‘… Sonra insanların ruhlarının, üzerinde göğe yükseldiği mirac getirildi. Kimse ondan güzelini görmemiştir. Ölmek üzere olan birinin gözünü, arzuyla göğe nasıl diktiğini görmediniz mi?(13) 

Çetinoğlu: Burada yalın insan aklının kabullenmekte zorlanacağı bir durumdan söz ediliyor. Böyle bir iddianın sahiplerine ne söylemek gerekir? 

Bayındır: Konu, Kur’ân-Sünnet bütünlüğü içinde ele alınsa bir sıkıntı kalmaz. Çünkü göklerde yollar, kapılar ve daha nice miraclar yani yükselme âletleri vardır. 

Çetinoğlu:  Bunlar benim için yeni kavramlar. Ama önce mirac kelimesinin Kur’ân’da geçmemiş olmasını nasıl yorumlamak gerekir?

Bayındır: Mirac Kur’an’da, Peygamberimizin bildirdiği anlamıyla, meâric şeklinde çoğul olarak geçmekte ve bulunduğu sureye adını vermektedir. Bu o kadar önemlidir ki, Allah Teâlâ kendini ‘miraclar sâhibi’ diye nitelemiştir. Melekler ve ruh, o miraçlar üzerinde yükselir. (14) Ama kendini büyük görüp Allah’ın âyetleri karşısında yalan söyleyenlere göğün kapıları açılmaz . (15)

Çetinoğlu:  Beş vakit namazın, mirac’da farz kılındığı bilgisi var… Namazın 50 vakit olarak tebliğ edildiği, Hz. Musa’nın yönlendirmesi üzerine Peygamberimizin Huzur-u İlahî’ye başvurması ve niyazının kabul edilerek 5 vakte indirildiği rivâyetlerini şüphe ile karşılayanlar var. Onlar diyorlar ki; ‘Cenâb-ı Allah yanılmaz. O’nun, peygamber olsa bile; kullarının yönlendirmesine ihtiyacı yoktur.’

Bayındır: Peygamberimizin Musa aleyhisselam ile Allah Teâlâ arasında gidip geldiği şeklindeki rivayet Kur’ân âyetlerine uygun düşmemektedir. Hem Muhammed hem de Musa aleyhimesselam, İbrahim aleyhisselamın soyundandır. Onun şöyle bir duası vardır:

Rabbim! Bu namazı tam kılanlardan olmamı lutfeyle; soyumdan gelenler de öyle olsun. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.’  (İbrahim 14/40)

Bu âyete ve ilgili diğer âyetlere baktığımızda bütün peygamberlerin aynı namazı kıldıklarını görürüz. Peygamberimizin şu hadisi de bunu desteklemektedir:

Cebrail Kâbe’nin yanında bana iki kere imamlık yaptı. Birincisinde öğle namazını, gölgeler bir ayakkabı kayışı kadar iken kıldırdı. Sonra her şeyin kendi gölgesi kadar olduğu zaman ikindiyi kıldırdı. Güneşin battığı ve oruçlunun iftar ettiği saatte akşam namazını kıldırdı. Şafağın kaybolduğu saatte de yatsıyı kıldırdı. Sabah namazını da tan yerinin ağardığı, oruç tutana yemenin içmenin yasak olduğu saatte kıldırdı.

Cebrail ikinci kez imamlık yaptığında öğle namazını, dünkü ikindi vaktinde, her şeyin gölgesinin kendi boyu kadar olduğu vakitte kıldırdı. İkindiyi, her şeyin gölgesi kendinin iki katı olduğu vakitte kıldırdı. Sonra akşam namazını ilk günkü vaktinde kıldırdı. Son yatsı namazını gecenin üçte biri geçtikten sonra kıldırdı. Sabah namazını da ortalık aydınlandığı sırada kıldırdı. Sonra Cebrail bana döndü ve dedi ki, ‘Ya Muhammed, bu senden önceki peygamberlerin ibâdet vaktidir. İbâdet vakti bu iki vaktin arasıdır.’ (16)

Bu hadisteki son cümleye dikkat etmek gerekir. Sonuç olarak hem âyetler, hem de hadisler, namazın zaten beş vakit olduğunu gösterir.

Çetinoğlu: Kur’ân-ı Kerim’deki âyetler, Cebrail Aleyhisselam aracılığıyla indirilmiştir. Güvenilir olduğu söylenen bâzı kaynaklarda, Mi’rac olayında, bazı âyetlerin Allah (cc) tarafından bizzat peygamberimize tebliğ edildiği belirtiliyor.  Nasıl yorumluyorsunuz? 

Bayındır: Kur’ân’ın tamamını Cebrail aleyhisselam getirmiştir. Bazı âyetlerin Allah tarafından bizzat peygamberimize tebliğ edilmesi diye bir şey yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Kur’ân değerli bir elçinin sözüdür. Güçlü… Arşın sahibi yanında itibarlı, orada saygı gören güvenilir elçi Cebrail’in sözüdür.’ (Tekvîr 81/19-21)

Elçinin işi, birinin sözünü diğerine aktarmak olduğu için onlar aslında Allah’ın sözleridir.

(1) Bir yazıda ‘Sen…’ veya ‘Siz…’ yerine ‘O…’ veya ‘Onlar…’ denmesine, Arap edebiyatında iltifat denir. O ifâdeye güzellik katar.

Burada da üçüncü tekil şahıstan ikinci çoğul şahsa geçilerek ‘bereketli kıldığımız’ ifâdesi kullanılmıştır.

Türkçede iltifat sanatı olmadığından tercüme, cümlenin akışına göre yapılmıştır.

(2) Buhari, Bed’ul-halk 6.

(3) Buhammed b. Cerîr et teberî, Cami’ülbeyan fite’vil-Kur’an, Beyrut 1992, c. 11, s. 381 (Tûr Suresi tefsiri).

(4) Nebi BOZKURT, Mescid-i aksa, DİA, Ankara, 2004

(5) Nebi BOZKURT, Mescid-i aksa, DİA, Ankara, 2004

(6) Nebi BOZKURT, Mescid-i aksa, DİA, Ankara, 2004

(7) Nebi BOZKURT, ‘Kubbetü’s-sahre’ DİA, Ankara, 2002

(8) İsmail YİĞİT, Emeviler, DİA, İstanbul 1995

(9) Müslim, İmam, 276; Buhari, Gezâilü’s-sahabe, 70, Tefsir, 2000; Tarmizî, Tefsir, 18

(10) Hatîm, Kâbe’nin altın oluk tarafında, yarım dâire şeklindeki duvarla çevrili yerin adıdır.

(11) Bkz: Buharî, Tevhid, 37, Menakıbu’l-Ensar, 42, Hac, 76, Müslim, İman, 263.

(12) Lisânü’l-arab, Essihah fi’lluğa, Müfredât el-fâzil Kur’an, Muhtâr es-sihah, Tehzibu’l-luğa, Elmeğrib, Tâcu’l-arûz, vs kitaplarının ‘arece’ maddesi

(13) Ebubekir Ahmed b El-Huseyin el Beyhakî, Delail’un-nubuve ve mârifet ahval-i sahibi’şerîa, Beyrut 1988, c. 2, s.391. (Hadislerini çıkaran ve notlar ekleyen Abdulmu’tî Kal’acı)

(14) Meâric, 70/3-4

(15) Araf 7/40

(16) Tirmizî, Mevâkit, 1

‘Şüphelenmek insanın en tabii hakkıdır. Kâfirlik, gerçekleri anlayıp kavradıktan sonra kabul etmemektir.’

 

Prof. Dr. ABDULAZİZ BAYINDIR

Miraç konulu röportajın ikinci bölümünde Mi’rac olayı ile ilgili tereddütleri gideriyor:

DİNİ, ALLAH’IN TÂRİF ETTİĞİ GİBİ ANLARSAK SIKINTI KALMAZ.’

 

Prof. Dr. ABDULAZİZ BAYINDIR Diyor ki:

Şirk, ortak etmek demektir. Allah'a şirk koşmak, ona ait özelliklerden birini veya bir kaçını başka bir varlıkta da görmektir. Bu varlık daha çok Allah'a yakın sayılan din büyükleri arasından seçilir. Şeytanlar, onların Allah'ın dostu olduğunu, Allah ile olacak işlerde destek vereceklerini, arabulucu ve şefaatçi olacaklarını fısıldarlar. Onlara teslim olmak gerektiğini, üzerine basa basa söylerler.

Akıl ve Kur'ân, bu tuzağın iki büyük engelidir. Şeytanlar, engelleri aşmak için dinin akıl değil, gönül işi olduğunu ve Kur'ân'ı herkesin anlayamayacağını söylerler. İnsanların önüne, kendilerinin kutsadığı başka kitaplar koyar ve okumalarını isterler. Bu tuzağa düşenler, Kur'ân'a olan saygılarını kaybetmezler ama onu anlayamayacaklarını kabul ederek Kur'ân'ı, kendilerine kapalı sayarlar. Sonra bu şeytanlar, uydurdukları yeni ibâdet türlerini devreye sokarak çokça ibâdet tavsiye eder ve insanların doğru yolda olduklarından emin olmalarını sağlarlar. Onlar da bunları Allah'ın dostu bilip kul-köle olurlar. Sonunda kendilerine olan güvenleri kaybolur ve doğru yolla ilişkileri kesilir ama kendilerini o yolun ortasında sanırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Kim Rahman'ın Zikri’ni (Kur'ân'ı) görmezlikten gelirse onun başına bir şeytan sararız. O onun arkadaşı olur.

Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yola girdiklerini hesap ederler.’  (Zuhruf 43/36-37)

Allah adına konuşmak da çoğu insanın düştüğü tuzaklardandır. Bu konuda ya Allah'ın gücüne, ya büyüklerin sözlerine yahut kitaplardaki hurafelere dayanılır. Yanlış söz söylememek için Kur'ân'a bakmak gerekirken Kur'ân'ın, bu yanlışları destekleyecek şekilde yorumlanması işi çığırından çıkarır.

İyi Müslüman olmak için yola çıkanların kolayca düştüğü bu tuzakları, Kur'ân ışığında ortaya çıkarmak ve uyarılar yapmak, bilgi sâhibi her Müslüman’ın görevidir.

Bizim hatalarımızı görenlerin de aynı şekilde bizi uyarmasını bekliyoruz.

Gerçeği anlamak kolay, kabul etmek zordur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Bir cemaati yola getirdikten sonra, neden sakınacaklarını açıkça kendilerine bildirmeden Allah'ın onları yoldan çıkarma ihtimali yoktur.’  (Tevbe 9/115)

Allah'a karşı yalan uyduran, veya o gerçek kendisine gelince O’na karşı yalan söyleyip durandan daha zâlim kim olabilir? O nankörler için Cehennem'de yer mi yok?

(Allah diyor ki;) Her kim bizim uğrumuzda gayret gösterirse onları kesinkes yollarımıza sokarız. Allah, kuşkusuz iyi davrananlarla beraberdir.’ (Ankebût 29/68-69)

(KUR’AN IŞIĞINDA ARACILIK VE ŞİRK isimli kitabından. Süleymaniye Vakfı Yayınları. İstanbul, 2006)

Oğuz Çetinoğlu:  Mirâc’ın bedenen mi yoksa rûhen mi gerçekleştiği konusunda da tartışmalar var.

İnananların elbette şüphesi yok: Hem bedenen ve hem rûhen, Efendimiz uyanıkken gerçekleşti. Ruh ve beden bütünlüğünü nasıl yorumlamak gerekir?

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Temel hata, âlimlerimizin âyetleri, kendi başlarına açıklamaya kalkmalarıdır. Hâlbuki Allah Teâlâ buna izin vermemekte ve şöyle buyurmaktadır:

Elif, Lâm, Râ. Bu öyle kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra hakîm olan ve her şeyin iç yüzünü bilen tarafından açıklanmıştır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir. (De ki,) Ben de O’nun tarafından size gönderilen uyarıcı ve müjdeciyim.’  (Hûd 11/1-2)

Allah, âyetleri, âyetlerle açıklamıştır. O yola girmeyince Kur’ân-Sünnet bütünlüğü bozulmakta ve çelişkiler oluşmaktadır. Açıklamayı Kur’ân’dan aldığımızda Allah Teâlâ’nın şöyle dediğini görürüz:

 (Orada Muhammed’in) ‘gözü kaymadı; sınırı da aşmadı.’ (Necm, 53/17)

Gözün kaymaması ve sınırı aşmama, ancak ruh ve beden birleşince olabilir. Bu sebeple bu olay uyanıkken ve ruh-beden bütünlüğü içinde gerçekleşmiştir.

Çetinoğlu:  Elmalılı Hamdi Yazır; ‘Mirac olayını tamâmen aklî çerçeveye sokmak kolay değildir’ diyor. Bu söz, kimi insanları şüpheye sevk eder mi?

Bayındır:  Bana göre bu, bilgi azlığından kaynaklanmaktadır. Çağımızda astronominin üzerinde çalıştığı gök, birinci kat göktür. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

En yakın (birinci) göğü kandillerle (yıldızlarla) süsledik ve koruduk.’ (Fussilet 41/12)

Birinci kattan sonra altı kat daha vardır. Nuh aleyhisselam zamanında, onların hepsi avuç içi gibi biliniyordu. O, kavmine şöyle demişti:

Görmediniz mi ki, yedi semayı Allah, nasıl tabaka tabaka yaratmıştır?’  (Nuh 71/15)

Görmediniz mi’ sözü, ‘görür gibi bilmediniz mi?’, demektir. Onlar o semalara çıkmış da olabilirler.

Eğer böyle hızlı çıkaran bir mirac olmasa onlardan hangisinin ömrü oralara çıkmaya yeter!’

Allah Teâlâ bir de şöyle buyurmuştur:

Allah, yedi göğü ve yerden de onların gibisini yaratmış olandır.’  (Talak 65/12)

Buna göre üzerinde yaşadığımız kısım, yerin yedinci katıdır. Gökler de aynı olduğuna göre onun yedinci katının da insanların yaşamasına elverişli olması gerekir. Nasıl göklere giden kapılar varsa, yerin merkezine giden kapılar da olmalıdır. Oralardan geçmek için yeterli bilgi ve donanıma sâhip olmak gerekir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‘Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin belli bölgelerini aşıp gitmeye gücünüz yetiyorsa gidin! Ama bir güce sahip olmadan gidemezsiniz.’  (Rahman 55/33)

Demek ki, o gücü elde edince hem yerin merkezine, hem göğün en üst katına gidilebilir.

Çetinoğlu:  Bunlar çok ilgi çekici konular. Siz bana şüphe ve iman ilişkisini açıklar mısınız?

Bayındır:  İslam dininde inanç, kesin verilere dayanmak zorundadır. Kelime-i şehadetin anlamı şudur;

‘Ben şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Yine şahitlik ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.’

Şâhitlik etmek için kesin bilgiye ulaşmak gerekir. Şüphe ile yola çıkmadan kesin bilgiye ulaşmak zordur. Bu konuda örneğimiz İbrahim aleyhisselam’dır. 

Bir gün İbrahim dedi ki: ‘Rabbim! Bana göstersene, ölülere nasıl can veriyorsun!’ Allah; ‘Yoksa inanmadın mı?’ dedi. ‘Yok, ama içim yatışsın diye’ cevap verdi. ‘Öyleyse, dört kuş tut. Kendine alıştır. Sonra (kes, parçala ve) her dağın başına onlardan birer parça koy. Daha sonra onları çağır, hızla sana geleceklerdir.’ dedi. Bil ki, Allah güçlüdür, doğru karar verir.’  (Bakara 2/260)

Şüphelenmek insanın en tabii hakkıdır. Kâfirlik, gerçekleri anlayıp kavradıktan sonra kabul etmemektir.

Çetinoğlu:  ‘Hiçbir vahiy akla aykırı değildir. Fakat her akıl her vahyi idrak edebilecek güçte değildir.’ Deniliyor. Bu söyleme açıklık getirir misiniz? 

Bayındır: Dini, Allah’ın târif ettiği gibi anlarsak sıkıntı kalmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler.’ (Rum 30/30)

Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunlarını ifâde eder. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün hâsılı her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. Demek ki, Allah’ın dini, varlıklarda da geçerli kanunlar bütünüdür. Tabiattaki her olayı nasıl anlayamıyorsak, her vahyi de anlayamayabiliriz.

Çetinoğlu: Mirac olayı sebebiyle; son peygamberin getirdiği mesajın, bütün dinlere hâkim olacağı yorumu yapılıyor. Bu yorumun yorumunu nasıl yapmak gerekir? Museviler ve Hıristiyanlar… hepsi Müslüman mı olacak?

Bayındır: İslam yeryüzünün tamamına hâkim olacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‘Bu dini bütün dinlere hâkim kılmak için elçisini, doğruya götüren bilgi ve gerçeklerle örtüşen din (hak din) ile gönderen Allah’tır. Varsın o müşrikler hoşlanmasın.’ (Tevbe 9/32–33)

Peygamberimizin İstanbul’un fethini müjdelemesi bu yüzdendir. O, şöyle buyurmuştur:

Kostantiniye (İstanbul) kesinlikle fethedilecektir. Onun emiri ne güzel emir; o ordu ne güzel ordudur.’ (17)

Yahudiler ve İsa aleyhisselam İsrailoğullarındandır. Onlara söz verilen dünya hâkimiyeti budur. O sözün yerine getirilmesi için Muhammed aleyhisselama inanmaları ve ona uymaları gerekir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Ey İsrail oğulları! Size ettiğim iyilikleri hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size olan sözümü yerine getireyim. Yalnız benden korkup çekinin. Sizde olanı onaylayıcı olarak indirdiğime inanın. Onu ilk görmezlik eden siz olmayın. Âyetlerimi geçici bir bedele karşılık satmayın. Yalnız benden çekinin.’ (Bakara 2/40-41)

İslam’ın hâkim olması, herkesin Müslüman olacağı anlamına gelmez. Çünkü inanç, kişinin hür olarak vereceği karara bırakılmıştır.

Çetinoğlu:  Mirac gecesini Müslümanlar nasıl değerlendirmeli?

Bayındır: Kandil geceleri, ne Kur’ân’da ne de Sünnette vardır. Dolaysıyla bu gecelerin, diğer gecelerden farkı yoktur. Bunlar, Peygamberimizden çok sonra Mısır ve Kudüs’te kutlanmaya başlanmış, daha sonra diğer bölgelere yayılmıştır.

Çetinoğlu: Namazın, müminin miracı olduğu konusunda neler söylersiniz?

Bayındır: Namazda kişi, Allah ile baş başa kalır. Dualar ve âyetler okuyarak Allah ile bire bir görüşme imkânı bulmuş gibi olur. Secdeye vardığı sırada da bütün istek ve ihtiyaçlarını Allah’a açıp yardım isteyebilir. Bu bakımdan namaz, miraca benzemektedir.

(17) Ahmet b. Hanbel, Müsned 4/335 (Bişr b. Suheym hadisi)

Prof. Dr. ABDULAZİZ BAYINDIR:

1951’de Erzurum’un Tortum ilçesinde doğdu. 1976’da Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesini bitirdi. Temmuz 1976’dan 1997’ye kadar İstanbul Müftülüğünde müftü yardımcısı ve uzman olarak çalıştı. Bu süre içinde Fetva Kurulu Başkanlığını ve Şer’iye Sicilleri Arşivi yöneticiliğini yaptı. 1983-1993 yılları arasında İslamî İlimler Araştırma Vakfının ilmî toplantılarını düzenledi. ‘Şer’iyye Sicilleri Işığında Osmanlılarda Muhakeme Usulleri’ isimli teziyle 1984’te İslam Hukuku dalında İlahiyat Doktoru; İslam İktisadıyla ilgili çalışmalarıyla da 1987’de Kelam ve İslam Hukuku dalında Doçent oldu. 1993’te Süleymaniye Vakfı’nı kurdu. 1997 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi oldu. 2003 yılında ise İslam Hukuku Profesörü oldu. Halen bu görevi sürdürmekte olan Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, Evli ve dört çocuk babasıdır. Arapça, Fransızca ve İngilizce bilmektedir.

 

Yayınlanmış Kitapları:

 İslam Muhakeme Hukuku /Osmanlı Devri Uygulaması: (1986). Işığında Tarikatçılığa Bakış: (1997), Kur'an Din ve Devlet İlişkileri Teokrasi ve Laiklik: (1999), Duada Evliyayı Aracı Koyma ve Şirk: (2001), Ticaret ve Faiz: (2002), Kur'an Işığında Doğtu Bildiğimiz Yanlışlar: (2005).

Çok sayıda yayınlanmış makalesi, ilmî tebliğleri ve bildirileri bulunan Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, evli ve 4 çocuk babasıdır.