İnsanları, torna tezgâhından çıkmış gibi ‘tek tip’ hâline getirmek, gerekli olmadığı gibi mümkün de değildir. Fakat hedefte birleşildiği gibi asgarî müştereklerde de birleşmek mümkündür.
Hemen belirtilmeli ki ‘ulusal’ kelimesinin ‘millî’ kelimesinin yerine konulması yanlıştır.
Millî kelimesini Şemseddin Sâmi, Kamûs-ı Türkî isimli lügatinde; 1- ‘Din ve inançla ilgili, dînî edep ve terbiyemiz, dine uygun tutum ve davranışlarımız.’ 2- (Galat olmasına rağmen yaygın olarak kullanılan mânâsı olarak:) ‘Bir kavim veya soy ile ilgili.’ Şeklinde açıklıyor. ‘Ulusal’ kelimesi Kamûs-ı Türkî’de yok. Kaşgarlı Mahmud'un Dîvânu Lugati't-Türk isimli eserinde de yok.
Türk Dil Kurumu’nun internet sitesinde ‘ulusal’ kelimesinin ‘sıfat’ olduğu belirtildikten sonra karşılık olarak ‘millî’ kelimesi verilmektedir. Ayrıca Metin And’a ait bir cümle içinde kullanılmaktadır: ‘Evrensel değerlendirmede ise en sağlam ölçü; özgünlük, ulusal renkleri taşıma, kişiliği bulmaktır.’
Burada akla hemen bir soru geliveriyor: Acaba, Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu, Nihat Sâmi Banarlı, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Yahya Kemal Beyatlı, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Yavuz Bülent Bâkiler, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu gibi dil bilginlerinin ve Türkçe hassasiyeti, ince bir dil zevki olan yazarlardan da bir örnek verilmesi gerekmez miydi?
Türkçenin en büyük ve en yeni sözlüğünü hazırlayan Yaşar Çağbayır ise, Millî kelimesini; 1-‘Varlığı, konusu ve kapsamı, belirtilen millete ait olan, milletle ilgili’, 2-‘Bir ülke halkının bütününün duygu, düşünce ve isteklerini anlatan ’, 3-‘Milliyetçilik belirtisi olan, milliyetçi’ olarak açıklıyor. Metinde ‘ulusal’ kelimesi de geçiyor. Bu karşılığı ne maksatla koyduğunu anlamak pek de zor değil. Çünkü sonradan türetilmiş, yanlış olarak türetilmiş… bir başka ifâde ile uydurulmuş bir kelime olmasına rağmen kullanılmaktadır. Çağbayır, kullanılmakta olan bir kelimeyi, hazırladığı sözlüğe almamazlık edemezdi.
Ulusal kelimesi, yanlışlığına ve direnmelere rağmen Türkçemize girmiştir. Ancak, Türk dil bilgisi kaidelerine aykırıdır ve mânâ itibâriyle kısırdır.
Aykırıdır. Çünkü ‘Ulus’ kelimesi Türkçe değil, Moğolca'dır. Moğolca köke, Fransızcadan alınan ‘sal’ eki eklenmiştir.
Niçin eklenmiştir?
Çünkü (î) Arapçadan gelmekte olduğu için istenmemektedir. Arapça kötü, Moğolca ve Fransızca iyi mi?
Sel-sal eki, Türkçenin baş belası bir maymuncuktur. Gerekli-gereksiz her yerde kullanılıyor. Entel takılanlar; ‘Yazımsal uğraşlarım var.’ diyerek, kendilerini üstün bir konuma yerleştirdiklerini, kendi anlatımlarıyla ‘statü’ kazandıklarını zannediyorlar. ‘Yazı yazıyorum.’ dediklerinde, çok basit-aşağıda kalacaklarını düşünüyorlar.
Ulusal kelimesi aynı zamanda kısır bir kelimedir. Millî kelimesinin mânâ zenginliğine sâhip değildir.
Ulusal kelimesi, bir milletin mensubu bulunduğu din olgusundan güç ve destek almaz. İlgisi de yoktur. Ateistler, agnostikler, sekülaristler, inançsızlar… ulusal olmayı tercih ediyorlarsa, bir başka ifâde ile inançsız olduklarını, ‘ulusal’ kelimesi aracılığıyla ifâde etmeyi düşünüyorlarsa, elbette bir diyeceğimiz olamaz.
Ulusalcı olduklarını her vesile ile söyleyen yazarların ulusal kavramını açıklayan yazılarına baktığımızda; millet, vatan, târih, ahlâk, inanç kavramlarına yer vermediklerini görüyoruz.
Ulusalcı olduklarını söyleyenlerin târiflerine göre ulusal kelimesi;
‘Kemalist devrimden yana olmayı, çağdaşlaşmayı, bağımsızlığı, barışçıl olmayı, emperyalizm karşıtı olmayı, yurtseverliği, halkçılığı, belli bir coğrafya üzerinde oturan halkın mutluluğunu istemeyi, olanakların dağılımında birleşmeyi, planlı iktisâdî hayatı, sosyal devlet ana hedefini, sağlık ve eğitim hizmetlerinin ücretsiz olmasını, özelleştirme ve yabancı sermaye karşıtlığını, işçinin - emekçinin - çiftçinin haklarından yana olmayı, çağdaş hukukun hâkimiyetinin ve ahlâk anlayışının vazgeçilmezliğini’ anlatmaktadır.
Bunların bir kısmına elbette itiraz edilemez. Târih şuuru, millî eğitim, doğru - temiz ve güzel Türkçe, milletimizin millî ve mânevî değerlerine saygı ve ahlâk kavramlarının bulunmayışı, ahlâkî çöküntüden, dildeki yozlaşmadan endişe duyulmamış olması… gibi hususların bulunmayışı dikkat çekiyor.
‘Etik’ kelimesi ‘ahlâk’ kelimesinin mânâsını karşılamakta yetersiz kalmaktadır. ‘Ahlâk’ kelimesi, mânâ zenginliğini ve derinliğini inanç kültüründen alır. Etik kelimesi ise kişinin vicdanından… Durum böyle olunca, ‘etik’ kelimesinde genel kabul görmüş bir uygulama bulmak mümkün olamaz. Kişiden kişiye değişen bir etik anlayışı söz konusudur.
Bir hakkın teslimi bâbında mutlaka belirtilmeli ki; umdeler itibâriyle ulusalcılar arasında tam bir mutabakat yoktur. Milliyetçilerin benimsediği umdelerin çoğu, ‘ulusalcı’ olarak bilinen bâzı kişiler tarafından da vazgeçilmez hedefler olarak kabul edilmektedir. Bu sebeple ve elbette, küreselcilere nazaran, kendilerini ‘ulusalcı’ olarak tanımlayanlar, milliyetçilere çok daha yakın bir yerdedirler.
DEVAM EDECEK