Türk ahlâkı en eski çağlardan beri toplumcudur. Her Türk, toplumun menfaatini, kendi menfaatinden üstün tutar. Ferdiyete değer vermeyen Türk ahlâkı, şahsiyete saygı göstermiştir.
Türkler, savaşta ölmekten gurur duyarlar, yatakta ölmekten korkarlardı. İslâmiyet’ten önceki Türklerde ‘İslâmiyet’in şehitlere vaat ettiği cennet’ bilinmiyordu. Böyle olduğu halde, şeref saydıkları için, savaşta ölmek isterlerdi.
Doğru sözlü idiler. Hunların baş düşmanı olan Çinliler bile onların çok doğru sözlü olduklarını itiraf ederler. Türklerin verdikleri sözün yeter olduğunu yazarlar. Avrupa’da; muhatabını verdiği sözü yerine getireceğine inandırmak isteyenler, ‘Türk sözü veriyorum’ derlerdi.
Açık sözlü idiler. Dalkavukluğun ne olduğunu bilmezlerdi. Vicdanî kanaatlerini hiç çekinmeden söylerlerdi. Hükümdarlar da bu sözleri hiç kızmadan dinlerler ve doğru bulurlarsa, söylenenleri tatbik ederlerdi.
Eski Türklerin ahlâk ve âdetlerinin büyük bir kısmını aynen saklamış olan Türkistan Kazaklarının bâzılarında şöyle bir âdet vardır: Bir genç erkek evlenmek istediği kızın çadırına üç gece gizlice girer. Kızla birlikte yatarlar, kızın babası ve anası bunu sezseler bile ses çıkarmazlar. Üç gecede erkek, kendisiyle evlenmesi için kızı razı edebilirse dördüncü günü babasına giderek kızı ister. İkna edemez ise çekilir, gider. Fakat bu üç gecede en ufak bir uygunsuzluk olmaz. Erkek ve kız, birbirlerine karşı hiçbir kötü düşünce beslemez Bu da gösteriyor ki, Türkler hem ahlâklı, hem de iradeli bir millettir. Zaten bu ikisi, çok kere birlikte bulunur. Yaşayıp yükselmek, ahlâklı ve irâdesi sağlam milletlerin hakkıdır.
Biz bu Türk ahlâkına tam olarak sâhip bulunduğumuz zamanlarda yükseldik. Yabancıların ahlâkını alarak bozulduğumuz zaman düşüp geriledik. Yükseldiğimiz zamanlar bu toprak, büyük millî dâvâlar için kendilerini fedâ eden; yalan, iki yüzlülük bilmeyen, vicdanını satmayan insanlarla dolu idi. Niğbolu’da 60.000 Türk, birleşik Avrupa’yı yenerken; Yavuz, korkunç çölleri aşarken; Kanûnî, boy ölçüşmek için Charles-Quint’in ordusunu ararken böyle yıkılmaz ruhlu bir topluma dayanıyordu.
Ahlâk, millet yapısının temelidir. O olmadan hiçbir şey olmaz.
Türkler güzel ahlâklıdır. Güzel ahlâk, Hz Muhammed (sav) Efendimizin ahlâkıdır. Türkler, Müslüman olmadan önce de İslâm’ın emrettiği ahlâk ile kendilerini donatmışlardı: *Anneye-babaya saygılıydılar. *Yalan söylemezlerdi. *Yardımseverdiler. *Öğretmekten haz duyarlardı. *Kendini bilir, haddini bilirdi. *Mükrimdi. (İkram etmeyi severdi) *Hırsızlık yapmazlardı. *Sebepsiz yere adam öldürmezlerdi. *Zina yapmazlardı. *Vatanlarını severlerdi. *İnsana saygı gösterirlerdi. Bunlar, İslâmiyet’in de temel prensiplerindendir.
Batılı değerlere, kendi millî-manevî değerlerimizden daha fazla ilgi gösteren bir kısım insanlarımız ne yazık ki, bu özelliklerinden de uzaklaşmışlardır. Güzel ahlâk, Müslüman Türk insanının cevheridir. Cevherini kaybeden insanlar; etik, görgü ve nezâket kuralı, sosyal ilişkiler, modern hayatın gerekleri gibi kavramlarla yetiniyorlar. Bu kavramlar, çıkmaz sokağın duraklarıdır. İnsanlarımızın bir gün mutlaka çıkmaz sokakta olduklarını anlayacaklar, öz benliklerine döneceklerdir.