Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Gazeteci - Yazar

Hem Mü’min Hem Çevik

Avukat Bekir Berk Yeniçeriler Caddesi Kiğılı Pasajı birinci kattaki ofisinde otururken benden anayasal teminat altındaki din özgürlüğü ve hürriyetler konusunda mahkemedeki bir savunması için “Dünya Anayasalarında Din” adlı kitabı gidip getirmemi istedi ve adresini de verdi. Ben o yıllarda üniversite talebesiyim ve gazetecilik de yapıyorum(1967). Cağaloğlu Meydanı’ndan Nuruosmaniye Caddesine girince soldaki hemen ilk handa üçüncü katta faaliyet gösteren Üç Dal Neşriyat’a gittim. Kapıyı kısa boylu, gözleri ile adam sarrafı olduğunu belli eden ve bakışlarıyla gençliğinin zirvesinde biri açtı. Selamı ilettim, sessiz cevap verdi, ardından da masanın üzerinde duran mavinin değişik renklerinde karton kapaklı kitabı uzattı. Birkaç formalık 47 sahifeden oluşan mini minnacık bir kitap. Üzerinde Doğan Güneş Yayınları yazıyordu. Hazırlayan da Avukat Bekir Berk idi. Sonradan bu kitabı yayınlayan ve bana veren kişinin yayınevinin sahiplerinden Mü’min Çevik olduğunu öğrendim. Ne içeriye buyur etti, ne de sen kimsin falan diye sormadı. Belki de Bekir Berk kitabı almak üzere benim geleceğimi telefon etmiş olabilir diye düşündüm.

ALİ UĞUR GAZETECİLİĞİMİ SINIYOR

Mü’min Çevik’i böyle tanıdım. Sessiz ve soluksuz görünüyordu ama girişimci ve atak olduğu yayınlarından belli oluyordu. Yıllar sonra gördüm ki Mü’min Çevik önemli bir yayıncı ve ciddi eserler neşrediyor; Konyalı Mehmet Vehbi Efendi’nin Kur’an Tefsirini 150 bin bastı ve sattı, 11 Ciltlik İslam Medeniyet Tarihi, 10 Cilt Büyük Osmanlı Tarihi, İlimler Ansiklopedisi, 10 Ciltlik Evliya Çelebi Seyahatnamesi, İbn-i Batuta Seyahatnamesi, Ahmet Rasim’in Hürriyet gazetesinin kuponla verdiği iki ciltlik Osmanlı Tarihi hemen aklıma gelenler oldu. Tarih-i Cevdet diğerleri gibi ses getirdi. Yahudiyat Uzmanı Ali Uğur yıllar sonra bana bir gün “Mü’min Çevik mason, yazabilir misin, haydi bakalım gazeteciliğini göster. Mazhar Çelebi de öyle” dedi ve resmi evraklarını gösterdi.

Seksenli yılların ortası veya sonuna doğru idi ve Yeni Devir Gazetesinde yazdım.  Öyle bir yansıması falan olmadı. Babıali Yokuşunu çıkarken Mü’min Çevik ile karşı karşıya geldik. Bana döndü, biran durakladı “Gördüm, senin alacağın olsun” dedi ve geçti. Bir daha da pek rastlaşmadık. Ta ki 2009 yılında İstanbul’daki bir yayınevinde demokratik ortamda tartışmalı toplantılarına kadar. Her Cumartesi benim gibi Mü’min Çevik de bu toplantının müdavimi idi. Dr. Alaattin Yavaşça gibi masonluktan ayrılmıştı. Ben ve arkadaşlarım hatıralarını yazması ve bir vakıf kurması konusunda görüşlerini belirtiyordu. Daha da ısrar ettim anılarını yazması için. Bana döndü “Masonluğu nasıl yazayım? Olmaz yazmam.” Dedi. “Ağabey zaten bunu herkes biliyor, yazmanız bir dönemin bilgisi ve belgesi olacak” desem de ısrarla yazmayacağını belirtti. Geçenlerde yine(15 Şubat 2020) Cağaloğlu’nda beraberdik. Bu defa konuşma koltuğuna oturmuştu. Hatıralarını yazmıyordu ama o toplantıda anlatmaz mı?. Yanına oturdum ve not tuttum. Eli sıkı ama varlıklı Mü’min Çevik İstanbul’daki kültürel bütün toplantıların müdavimi. Her toplantıda kendisini görmek mümkün. Geçtiğimiz yaz  İsviçre’de yaşayan damat ve kızıyla torununun Türkiye’de mağdur edilmesine çok üzüldü. Kulağıma eğildi “Kuracağım vakfın adı Cevdet Paşa Hukuk ve Tarih Vakfı olacak”. Dedi. “Ne zaman?” diye sordum, hala araştırma yaptığını belirtti.

BİR TAŞRALI ÇOCUK İSTANBUL’A GELİNCE!

Mü’min Çevik (Beyşehir/Doğanbey-1936) toplantıda özetle şöyle konuştu;

“Babam Berberdi. İstanbul’a 1951 yılında geldim. İmam Hatip Okuluna kayıt oldum. Mahmutpaşa Ortaokulu’nda imtihana girdim. Lise fark dersleri için Esat İnetaş, Erzurumlu Turgut Ulusoy’un baş muavin hocamızın bulunduğu Pertevniyal Lisesi’ne müracaat ettim. Sonunda üç dersim kaldı. Bunları da Adapazarı’nda başarıyla verdim. Hem İmam Hatip ve hem Lise mezunu olmuştum. Diyanet İşlerinde imtihan açılmıştı. Girdim ve kazandım. Tahakkuk memuru oldum. İstanbul Draman’da Yunus Camii’nde atamam yapıldı. Müezzin ile anlaşamadık, becayiş yaptım. Fatih Koleji  kuruldu ve Mahir İz müdür atandı. Fetocular daha sonra burayı zapt ederek ellerine geçirdiler. Bizim adamlar çok dedikoducular. Lise diplomamla İstanbul Hukuk Fakültesi’ne girdim. Fakülte de İsmail Müftüoğlu, Aykut Edibali, Hasan Fehmi Güneş ve Bekir Topaloğlu ile arkadaşlık yaptık. Kağıtçı Nazmi Eren ile tanıştım. Ahmet Karakullukçu da İmam Hatipteydi. Kimsem yoktu. Buğday kamyonu ile bir keresinde memleketim Konya’ya gittim. İstanbul Fatih’te bekar odalarında kaldım. Okulda duvar gazetesinde yazılar yazdım. Ali Rıza Sağman da hocalarımızdan biriydi. Gazeteleri takip ederdim. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil önde gelirdi takip ettiklerim yazarlar arasında. Gazeteci Habip Törehan bir defasında “Tito öldü” diye bir haber yaptı. Borsa düştü. Ekonomi etkilendi. Ama ben bu yalan haberden ders çıkardım.”

Mü’min Çevik sohbetinde öyle bir plan dahilinde konuşmadı. Hatırladıklarını veya öncelediklerini anlattı. Şöyle ki;

-Türk Haberler Ajansı vardı o günlerde. Hakkı Tarık Us’un Vakit gazetesinde gece bekçiliği yaptım. Ama yazılar da yazıyor, taşradaki bazı gazeteler makalelerimi neşrediyorlardı. İzmit’te Türk Sesi gazetesi bunlardan biriydi. Oraya gittiğimde gazete beni “Yazarımız Şehrimizde” diyerek manşet yapmıştı. Burhan Felek’in ders verdiği Gazetecilik Enstitüsü’nde Dr. Fazıl Küçük, Kıbrıs Müftüsü Dana Efendi ve Şadi Pehlivanoğlu ile tanıştım.  Osmanlı Türkçesini biliyordum. Patronum eski yazıyı nerede öğrendiğimi sordu. Evimizde öğrendiğimi söyledim.

Bu sırada Allah Sevgisi adlı bir kitabı yayınladım. O yıllarda “Türkçe Kur’an okunur mu?” tartışması yapılıyordu. Ben de hemen bir kitap hazırladım ve neşrettim. Önsözünü de  hemşerim ve Diyanet İşleri Başkanı Eyüp Sabri Hayırloğlu’na yazdırdım ve beş bin adet sattım. Mürşid’ül Müteehhilin’i bastırdım ve 50 bin sattım.”

KARAKOÇ VE EYĞİ DÖNEMDAŞLARI

İslam dinini seçerek Nurettin adını alan ve dünyadaki ünlü atom alimlerinden biri ile yaptığı röportajla dikkat çeken Mü’min Çevik gazetecilik girişimini de şöyle anlattı;

-Kemal Uzan’ın Aktüalite gazetesini satın aldım. Nezih Demirkent ile ortak şirket kurduk. Yakacık’ta arsalar edindim. Sinan Omur’un Hüradam’ında yazdım. Konuşmak ve yazmanın ayrı ayrı şeyler olduğunu bir kere daha fark ettim. Ama hep kenarda durdum. Sonra Türkiye Gazetesi tesislerini satın alarak Sezai Karakoç’a gittim. Kendisi bir sahifelik Diriliş gazetesini çıkarıyordu. Diriliş Gazetesi yayınlarında bazı özel isimleri bile küçük harflerle yazıyorlardı. Anlaşamadık. Sonra “illa bizim günlük bir gazetemiz olsun” diye Sönmez Neşriyat AŞ kuruldu. Ali Fuat Başgil, Hasan Basri Çantay, Topbaş Ailesi dahil 1600 ortağı vardı. Haftalık Yeni İstiklal Gazetesi yayınlandı. Yazıişleri Müdürü de Avukat Güven Kurtul oldu. O sıralarda  Ömer Nasuhi Bilmen Diyanet İşleri Başkanı yapılmıştı. Fransızcası olduğu için de Mehmet Şevket Eyği özel kalem müdürü oldu. Ancak Ömer Nasuhi Hoca bir müddet sonra istifa edince, İstanbul’a döndü. M. Şevket Eyği de DİB’den ayrılarak Yeni İstiklal’in başına geçti. Daha sonra genel kurulda üyeler gelmeyince Durmuş Ocakçıoğlu bütün Sönmez hisselerin sahipliğini üslendi.

MASONLUK VE KOMÜNiZMLE MÜCADELEYE GELİNCE

Masonluğa girişini ise ünlü yahudiyat uzmanı marmaratör Yazar Ziya Uygur’un teşvikiyle olduğunu söyledi. Ziya Uygur “Sen masonluğa gir ne menem bir şey olduğunu senin vasıtanla öğrenmiş olalım” diyerek Mü’min Çevik’i itelemiş(1974). Mason olunca locada muhafazakar kesimin ileri gelenlerinden Mazhar Çelebi’yi görmüş! Mü’min Çevik’e göre dini olmayanı masonluğa almıyorlarmış. Ateistler giremiyor. Aralarında mason paşalar da olduğunu fark etmiş. Bir defasında locadan ayrılıp İstiklal Caddesinde masonluk önlüğünü çıkarmadığını hatırlayınca ve alel acele önlüğünü çıkarıp sarıp sarmalamış.

Cağaloğlu’ndaki sohbetinde Mü’min Çevik Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği’nde Genel Başkan İlhan Egemen Darandelioğlu’nun genel sekreteri olduğunu hatırlatarak daha sonra Amerika’nın kendilerini nasıl kullandığını görünce ayrılmış. Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ın Yeşilay Başkanlığı olduğu dönemde de Mü’min Çevik de yardımcılığını üslenmiş.

Eli ve dili çok sıkı Mü’min Çevik benim bildiğim kadarıyla ilk defa açık böyle konuşuyordu;

-Arnavut asıllı Osmanlı Şemsettin Sami’nin  Kamusü’l A’lam adlı çalışmasını basmak istedim. Oğlu Ali Sami Yen ve torun Emin Erer Arnavutluk’a götürmek üzere Şemsettin Sami’nin Sahray-ı Cedit mezarındaki kemiklerini istedi. Orhan Seyfi Orhon da  “Verin bu herifin kemiklerini alıp götürsünler” diye yazdı. Ortalık karıştı. Kamusu’l A’lam’ın telifi bende idi. Tahir Alangu basmamamı tembih etti ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnamesini yayınlamamı önerdi. Bunun üzerine vaz geçtim.

POLİTİKADA BİR YAYINCI

Babıali’deki sohbetinde sorulara da cevap verdi Mü’min Çevik. Buna göre MHP’de görev yaptı. Almanya’ya gitti vazifeli olarak. Orada fırıldak olduğunu iddia ettiği Enver Altaylı ile tanıştı. Turan Koçak’ın yeğeni Yaşar Okuyan ile  Enver Altaylı’nın evine gitti. Özbek Prof. Dr. Baymirza Hayıt da oradaydı. Türkeş’in özel kalem müdürü Ali Sahir Nariç parasını vererek 1000 takım kitap aldı ve Almanya’ya gönderdi. Mü’min Çevik Necmettin Erbakan’ı ise İTÜ’de asistan iken tanımış, başka da bir teması olmamış. Niyazi Öktem ve Metin Emiroğlu ile İstanbul Hukuktan arkadaşlarmış. Anavatan Partisi’nin gazetesine katkı vermiş. Mükerrem Sarol’u da tanıyor ayrıca. Mehmet Yazar’ın Hür Demokrat Partisi’nde ise teşkilatlanması konusunda Anadolu’yu dolaşmış. Ege bölgesi ve Manisa’da görev yapmış. Necip Fazıl Kısakürek bölgeye gittiğinde Soma’da Mü’min Çevik’in kayınpederinin evinde kalırmış. Oradan bir hukukları var. Kitabını basmak için de telif ödemiş. Bir defasında Necip Fazıl’ın Erenköy’deki evine gittiklerinde Mü’min Çevik ve arkadaşlarını kabul etmiş, ama randevusuz geldikleri için kapı dışarı etmiş!

Mü’min Çevik günümüzde ise Cevdet Paşa Hukuk ve Tarih Vakfı kurmak için teşebbüse geçmiş ve bu konudaki çalışmalarını artırmış. Varlıklı ve birikimli insanların vakıf kurarak topluma hizmet vermesi her türlü takdirin üstündedir.