“Coğrafya kaderdir” diyen İbni Haldun’un, depreme yol açacak fay hatları konusunda bilgi sahibi olup olmadığını bilmesek de sözünün doğruluğu tartışılmazdır.
Bilim adamlarının deprem riski taşıyan farklı fay hatları üzerinde bulunduğunu söyledikleri ülkemiz için depremin bir kader olduğunu söyleyebiliriz.
Ülkemizin deprem geçmişine bakıldığında bu kadere rıza gösterdiğimiz kaderci ve teslimiyetçi bir anlayışla yürüdüğümüz tartışılmazdır.
1992 Erzincan Depremi, 1999 Gölcük Depremi, 2011 Van Depremi bu felaketlerin son örnekleridir.
1939 Erzincan Depremi’nden, geçen hafta yaşanılan Elâzığ ve Malatya depremi arasında geçen süreç boyunca arama ve kurtarma çalışmalarında ciddi birtakım gelişmeler olsa da, deprem konusunda Japonya örneğinde olduğu gibi önlemler alamadığımız ortadadır.
Bu değişmez gerçek karşısında yapılacak iş, olası tehlikelerin yaratacağı zararları asgariye indirmek ve gününden önce tedbirleri almaktır.
Bu görev, devrin hükümetlerinin sorumluluğu altındadır ve iktidara talip olan her siyasi partinin ilk hedefleri arasında olmalıdır.
Bilim adamlarının hemen her gün yaptıkları uyarılara rağmen, dünden bugüne deprem konusunda yeterli bir bilincin oluşmadığı ve fazla yol alınmadığı ortadadır.
Deprem felâketini önceden bildiğini ve olağan üstü gücüyle depremi başka yerlere gönderdiğini söyleyen meczuplarla, küçük yaşta evliliklerin yasaklanmasının deprem felaketine yol açtığını söyleyen profesör etiketli bilim adamlarının olduğu ülkede bu konuların çözüme kavuşması elbette zor bir durumdur.
Allah’ın Anadolu’ya sunduğu olağanüstü güzellikleri beton yığınlarına dönüştüren, çevreyi hoyratça kirleten, doğal yaşam alanlarının ortadan kaldırılmasına seyirci kalan yönetim anlayışının hala devam ediyor olması düşündürücüdür.
Sel yataklarına yapılan binalara göz yumulması, Ayder ve Uzun Göl örneğinde olduğu gibi eşsiz güzellikteki bu doğa harikalarının şuursuz şekilde betonlaştırılmaları, Akdeniz, Marmara ve Ege kıyılarının rant uğruna yağmalanıp otel ve yazlıklarla donatılması, birinci sınıf tarım arazilerinin imara açılması hepimizin gözünün önünde yaşanan gerçeklerdir.
Fay hatları üzerinde yapılaşmaların devam etmesi, deprem yönetmeliğine uygun olamayan binaların çokluğu ortada bir sorunun olduğunu göstermektedir.
Bu durumun en yakın örneğini Elâzığ ve Malatya depreminde bir kez daha gördük.
Deprem yönetmeliğine uygun olarak yapılmayan binaların yıkımı, fay hattı üzerindeki yapılaşmalar yine ülkenin değişmez tablosuydu.
Üzerinde durulması gereken bir başka tabloda, can ve mal kaybının olduğu depremin ilk gününde, ülkede büyük bir birliktelik ve sahiplenme görülmesine rağmen birkaç gün sonra siyasetin felâket üzerinden çıkar sağlama yönündeki açıklamalarıyla bu ahenkli havanın bir anda başka yerlere kaydırıldığıdır.
Hata ve eksiklerin tespit edilmesinin, yaşanılanlardan ders çıkartılmasının ve gelecek için tedbirlerin alınmasının unutulduğu bu ortamda, siyasetin olayın seyrini değiştirip mahalle kavgalarını hatırlatan söz düellosuna girmesi, felâketten siyasi çıkar elde etmek düşüncesini gözler önüne sermektedir.
Bu yaklaşımlar neticesinde felâketin ilk gününde ülke genelinde yakalanan birlik ve beraberlik havasının yerini bir anda siyaset fırsatçıları almış, bununla birlikte rantçılarda sahneye çıkmış, kiralık ev fiyatları tavan yapmış, neticede deprem felaketiyle birlikte siyasetin fay hattı kırılmıştır.
Kırılan bu fay hattının altından çıkan bir başka durumda ülkenin en güvenilir kurumlarında biri olan Kızılay’dan gelen ve güven sarsan şaibeli söylemlerdir.
Özetle, Elâzığ ve Malatya depremle sallanırken, Kızılay’da yönetim anlayışıyla başka bir sarsıntı yaşamıştır.
Yüzleştiğimiz bu durum ülke vatandaşlarının özlediği bir tablo değildir.
Vatandaş olarak beklentimiz, sorumluluk mevkiinde olanların üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yapmaları, siyasetin ise ayrıştırıcı ve kışkırtıcı üsluplardan vazgeçmesidir.