13. yüzyılda Anadolu'da görülmeye başlayan ve bir müddet sonra da Osmanlı Devleti'nin kurulmasında önemli rol oynayan dinî-sosyal teşkilâttır.
Arapça ‘kardeşim’ mânasındaki ahî kelimesinden gelen bu adın Türkçe'deki, cömert anlamındaki akı kelimesinden türetildiğini ileri sürenler de vardır. Temelde Kur'an-ı Kerim’e ve Hz. Peygamber (sav) Efendimizin sünnetine dayandırılan prensipleriyle İslâmî anlayışa doğrudan bağlı olan Ahîliğin, tasavvufta önemli bir yeri bulunan uhuvvet kavramını hatırlatmasından dolayı da kolayca yayılması ve kabul görmesi mümkün olmuştur. Türkler, İslâmiyet'i kabul etmeleri ve Anadolu'ya yerleşmelerinden itibâren fütüvvet ülküsünü benimseyip kendilerine has yiğitlik, cömertlik ve kahramanlık vasıflarıyla süslemişlerdir. Bununla birlikte Ahiliğin temel belirleyicisi olan İslâmî-tasavvufî düşünüş ve yaşayış her devirde ve bölgede geçerliliğini korumuştur.
Abbasî Halifesi, 1180-1225 yılları arasında yaşayan Nâsır-Lidînillâh, siyasî ve sosyal durumu gittikçe bozulan devletin otoritesinin yeniden kurulmasında ve içtimaî huzurun sağlanmasında fütüvvet birliklerinin büyük bir güç olacağını düşünmüş ve bu teşekkülleri siyasî otoriteye bağlamada başarı sağlamıştır. Halife Nasır, fütüvvet birliklerini yeniden teşkilâtlandırırken fütüvvetnâmelerde bu birliklerin ilke ve kaidelerini tanzim etmiş, diğer Müslüman hükümdarlara da elçi ve fermanlar gönderip kendilerini fütüvvet teşkilâtına girmeye dâvet etmiştir. Bu faaliyetin bir parçası olarak ilk defa Anadolu Selçuklu Devletiyle Sultan Birinci Gıyâseddin Keyhusrev zamanında, 1204 yılında temas kurmuştur. Sultan, hocası ve Sadreddin Konevi’nin babası olan Mecdüddin İshak'ı, Bağdat'a Halife Nâsır'a elçi olarak göndermiştir. Mecdüddin İshak dönüşünde Sultan’ın isteği üzerine Halife Nasır tarafından gönderilen Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Evhadüd-dîn-i Kirmânî ve Şeyh Nasîrüddin Mah-mûd el-Hûyî gibi büyük mürşid ve mutasavvıfları Anadolu'ya getirmiştir. Bundan sonra Anadolu'nun her tarafında irşat faaliyetlerine başlayan Evhadüd-dîn-i Kirmânî ve halifeleri için çok sayıda tekke ve zâviye yapılmıştır. Daha sonraları Sultan Birinci İzzeddin Keykâvus ve Sultan Birinci Alâeddin Keykubad'ın da fütüvvet teşkilatına girmeleriyle Anadolu'da Ahiliğin kuruluşu tamamlanmıştır. Özellikle Birinci Alâeddin Keykubad zamanında Halife Nâsır'ın meşhur mutasavvıf Şehâbeddin Sühreverdî'yi Anadolu'ya göndermesinin Anadolu'da ahî teşkilâtının kurulmasında önemli bir yeri vardır.
Anadolu'da Ahîliğin kurucusu olarak bilinen ve İran'ın Hoy şehrinde de Şeyh Nasîrüddin Mahmûd, soraları Ahî Evran ismiyle anılmıştır. Özellikle 1. Alâeddin Keykubad'ın büyük destek ve yardımıyla, bir taraftan İslâmî tasavvufî düşünceye ve fütüvvet ilkelerine bağlı kalarak tekke ve zaviye et şeyh mürit ilişkilerini, diğer taraftan iş yerlerinde usta, kalfa ve çırak münâsebetlerini ve buna bağlı olarak iktisâdî hayatı düzenleyen Ahîliğin Anadolu’a kurulup gelişmesinde Ahî Evran'ın büyük rolü olmuştur.
Anadolu'da hızla yayılan bu teşkilatın mensupları, şehirlerde olduğu gibi köylerde ve uç bölgelerde de büyük nüfuza sâhip olmuşlar, Anadolu'da bilhassa 13. yüzyılda devlet otoritesin iyice zayıfladığı bir dönemde şehir hayatında yalnızca iktisadî değil, siyâsî yönden de önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Ahîler, bağımsız siyâsî bir güç olmamakla birlikte, zaman zaman merkezî otoritenin zayıfladığı, anarşi ve kargaşanın ortaya çıktığı dönemlerde askerî güçlerini göstermişler ve önemli fonksiyonlar üstlenmişlerdir. Özellikle Moğol istilâsı sırasında ahî birlikleri şehirlerin yönetimine mahallî otorite olarak hâkim olmuşlardır. Ahîliğe çok hizmet eden Sultan Birinci Alâeddin Keykubad, oğlu Sultan İkinci Gıyâseddin Keyhusrev tarafından öldürülünce, ahîlerin İkinci Gıyâseddin'e karşı direndikleri ve O’nun Kösedağ'da Moğollara mağlup sonra Tokat ve Sivas'ı ele geçiren Moğollara karşı Kayseri'yi başarıyla savundukları bilinmektedir. Ayrıca Osmanlı döneminde Düzmece Mustafa olayında da Bursa'yı ona karşı savunmuşlardır.
Büyük şehirlerde çeşitli gruplar hâlinde teşkilâtlanan ahîlerin her birinin müstakil bir zâviyesi vardı. Küçük şehirlerde ise muhtelif meslek grupları tek bir birlik teşkil edebiliyorlardı. Anadolu Selçuklu Devleti zamanında bu birlikler mesleklere ait problemleri halletmekte ve devlet ile olan münâsebetleri düzenlemekte idiler. Mal ve kalite kontrolü, fiyat tespiti, bu birliklerin aslî görevi idi. Bu dönemde, teşkilâta ilk defa girenlere yiğit veya çırak adı verilir, ahîlik daha sonra kazanılırdı. Esnaf birliklerinin başında şeyh, halife veya nakibler, bütün esnafın en üst makamında ise şeyhü'l-meşâyih bulunuyordu. Ayrıca mesleğin geleceği açısından çırakların yetiştirilmesine de çok büyük önem veriliyordu. Anadolu'da köylere kadar yayılan Ahîlik pek çok devlet adamını, askerî zümre mensuplarını, kadı ve müderrisleri, tarikat şeyhlerini bünyesinde toplamıştır. Bu durum 14. yüzyıla kadar devam etti. Bundan sonra ise organize esnaf birlikleri şeklini aldı ve iktisadî faaliyet ön plana çıkmaya başladı.
Ahîlik teşkilâtı, batılı ülkelerin baskıları üzerine devletin desteğini kaybedince zayıfladı ve tamamen kapandı.