Prof. Dr. Hacı DURAN

Akademisyen

duranhaci@gmail.com

Tunus’un Kasabası

Kasaba, Tunus şehrinde tarihi çarşıların, medreselerin, camilerin ve sarayların bulunduğu kent merkezinin adıdır. Bölgede aynı zamanda Kasaba caddesi olarak bilinen bir çarşı da bulunuyor. Burası Tarihi Tunus kentinin eski zamanını yaşayan canlı bir tanıktır. Kapalı çarşılar, daracık sokaklar, arnavut kaldırımlar, dehlizlerle birbirlerine bağlanan evler, çarşılar, kahveciler ve resmî mekanlar. Herşey sizi unutulmuş hafızanın yeniden canlanan hatıralarına götürüp hüzünlendiriyor.
Tarihi kenti, henüz güneş doğmadan gezmeye başladım. Kasaba mahallesine geçmeden, güzergahım üzerinde bulunan balık ve halk pazarına uğradım. Sabah namazından hemen sonra pazar açıktı. İnsan kaynıyordu. Güneşin doğmasına daha bir saat vardı. Balıkçılar, pazarcılar, kasaplar, manavlar ve çiçekçiler tezgahlarını sunuma hazırlamışlardı.  Pazar, çok canlı bir sosyal ortamı,  müşterilerine sunuyordu. Pazarda en çok dikkatimi çeken balık tezgahları oldu.

Altmış kilodan daha ağır olduklarını tahmin ettiğim ton balıkları, kılıç balıkları yerde uzanmış, duruyordu. Tezgahların üstleri ise, kefal, palamut, çupra, mercan, barbun, lüfer, sarıkanat, lagos ve benzeri balıklarla ; yengeç, istakoz, midye ve ahtapot gibi deniz ürünleriyle tezyin edilmişti. Balıkçılar balıkları; kuzulara, tavuklara ve türlerini bilmediğim birçok lezzetli gıdaya benzeterek tanıtıyordu. Sabahın bu erken saatinde İstanbul pazarlarındaki tezgahtarlar gibi bağırıyorlardı.

Balık pazarında yaklaşık yarım saat kaldım. Balıkçılarla sohbet ettim. Hepsi de balıklarla birlikte poz verme hususunda, cömert davrandı. Türklere hayranlıklarını açıkça beyan ettiler. Beni bir ata misafiri gibi karşıladılar, özellikle lagos ve barbun yemeden Tunus’tan ayrılmanın doğru olmayacağını tembihlediler. Kendilerini hangi şekilde pişirileni lezzetli olur diye sorduğumda şaşırdılar. Balık pişirme tekniğinin balık lezzeti üzerinde etkili olduğunu bildiğimi düşünerek, Tunus balıkları için pişirme tekniğinin fazla müessir olmadığını söylediler.

Tarihi kasaba kentine, Babu’l-Bahr, yani deniz kapısı denilen kapıdan geçtim.  Tarihi kapı onuncu ve onbirinci yüzyıllarda yapılmış. Kapının kemerleri, çok dekoratif bir şekilde tuğlayla örülmüş. İç kasnaktaki tuğla işleme tekniği, Anadolu’daki Selçuklu eserlerinin düzeninin tekrarı gibiydi. Kapının mimarisi, nerdeyse bende, aynı ustalar ve mimarlar tarafından yapılmış gibi,  bir izlenim uyandırdı.

Kapıdan tarihi kente geçildiğinde,  hafif bir şekilde tırmanmaya başlıyorsunuz. Çoğu kere gökyüzünü görmek imkansız bir hal alıyor. Sokaklar bağırsaklar gibi oval şekillerle iç içe geçmiş şekilde, her yönden dehlizler şekilde uzanıp gidiyor. Kendimi Karadeniz’in sık ve yüksek ormanları arasında yürürken ki gibi yalnız hissettim. Çünkü çoğu kere on metre ilerisini, sağınızın ve solunuzun nereye kadar uzandığını göremiyorsunuz. Bu yalnızlığı dükkanların baharat kokuları, elişi sanat eserleri ve esnafın dükkana buyur etmesi izale ediyor.

Tarihi kent bugün turistler tarafından Zeytuniye olarak biliniyor. Fakat resmî Tunus kayıtlarında Kasab ismi korunuyor. Aslında Zeytuniye, Osmanlı döneminde burada inşa edilen büyük Zeytuniye külliyesinin adıydı. Bölgenin tümünün ortak adı Kasaba semtidir. Zeytuniye külliyesinin yanı başında Dayı Yusuf Paşa camisi, Azize Osmane hastanesi ve daha sayamayacağım kadar çok sayıda tarihi resmî kamusal bina bulunuyor. Uzaktan hiçbirisini görme imkanı yok. Sadece camilerin minareleri tarihi kenti yükseklik bakımından aşıyorlar.

Azize Osmane, Tunus’a tayin edilen ilk yeniçerilerden, Osman dayının kızıdır. Hamuda Murat Paşanın zevcesidir. Hac ziyaretini yaptıktan sonra ömrünü hayra ve hasenata adamış. 17. Yüzyılda ailesine ait ne kadar serveti varsa tümünü, vakıf olarak toplum hizmetlerine bağışlamış. Yetimleri evlendirme, sünnet ettirme, yaşlılara bakım vakıfları kurmuş, yoksullar için barınma ocakları inşa etmiş, birçok medrese ve küttab açmış. Kasaba semtinde bulunan hastane hala O’nun vakfiyesinin kurallarına göre işlemeye devam ediyor. Sanırım Türkiye’de azınlık vakıfları dışında, maksadına uygun olarak faaliyetlerine devam eden Osmanlı devletinden kalma sadece Daru’l-Aceze Vakfı faaliyetine devam ediyor. Bu ilginç örnek, kurumsal olarak Osmanlı uygulamalarının buralarda yaşamaya devam ettiğini gösteriyor.

Aynı bölgede Zeytuniye, Husuniye, Mağribiye, Yusufiye ve bunlardan gayrı birçok medrese daha bulunuyor. Bu medreselerin her birisinin hem mimari hem de ifa ettikleri görevler bakımından özellikleri var. Yusufiye medresesi, Osmanlı eğitim programını ve Hanefi fıkhını eğitim programına almış. Dayı Yusuf paşa tarafından 16. Yüzyılda cami ile birlikte çevresinde Zeytuniye medresesi öğrencilerinin de barınabileceği bir müştemilatla, Osmanlı cami ve medrese mimarisine göre inşa edilmiş.

Mesela, Ebu Kasım Şabi, Tunus halkının Fransız işgaline karşı direnişini temsil eden bir şairdir. 15 Mart 1954’de Fransa’ya karşı Yusufiye medresesinin öğrencileri ile birlikte, yaptıkları gösterilerde şehid edilmiştir. Medrese modern Tunus’un bağımsızlık mücadelesine öncülük eden önemli kuruluşlardan birisi olmuştur.

Kasaba semti hem tabandaki karmaşık sokakları, hem de tavandaki ilginç süsleme ve yazlık balkonlarıyla, ziyaretçilerini karşılıyor. Birçoğu günümüzde turistik ürün pazarlayan bu evlerin alt katları gündüzün sıcağına karşı doğal bir yeraltı serinliği sunuyor. Sakinlerini çölden gelen sıcak ve kavurucu havaya karşı koruyor. Üst kat terasları ise gecenin serinliğinde yıldızların altında tatlı bir Akdeniz meltemi ile konuklarını rahatlatıyor. İşin ilginç yanı ise bundan sonra başlıyor.

Güneş ve ışık görmeyen alt katlar ve geceleri kullanılan teras odaları benzer dekoratif figürlerle süslenmiş. Bu evlerin alt katlarının duvarları da üst katlarının teraslarının duvarları da turkuaz rengi mavi, beyaz ve kahverengi kontürlerle tezyin edilmiş, kitap kapakları gibi süslenmiş. Kimi zaman kendinizi mihrap bir odada, kimi zaman halı ve kilim dekorları arasında, kimi zaman da kendinizi bir kitabın sahifeleri arasında hissediyorsunuz. Kapalı bir ortamın nasıl canlı, hareketli ve aydınlık bir mekana dönüşebildiğini, bu evlerde oturanlar çok iyi biliyormuş. Duvarlara yerleştirilen nişler ve temsili pencereler kapalı bir mekana derinlik katıyor. Geometrik figürler ve açık renklerle başlayıp kuyu renklere doğru derinleşen süslemeler, daracık mekanları ufuklara uzatıyor. Çok geniş ve aydınlık bir mekanda oturma hissi uyandırıyor.

Tunus’un kasabası ifadesi okurları yanıltabilir. Ama emin olunuz. Kasaba Tunus’un kalbidir. Tarihi günümüze taşıyor. Günümüzü tarihe götürüyor. Tunus’un bütün üretimi burada gösterime konuyor. Bütün Tunuslular bu semtle kendilerini özdeşleştiriyor. Bu semtin sarayları, camileri, medreseleri ve fesli insanları, atalarımızdan duyduğumuz yaşam kırıntılarını canlı bir tiyatro sahnesi gibi ziyaretçilerine sunuyor.