‘’Kıbrıs Milli Davamız tarih sayfalarına kan ve can bedeli ödenerek yazılmıştır. Bu davayı ‘Satanlar’ değil, ‘Tarihe Yazanlar’ kazanacaktır.’’
İnsanlar kuşaktan kuşağa aktarılan, atalarından emanet aldıkları miras zenginliklerinden, duygu birikimlerinden ‘’Vatanımız’’ diyerek ezberledikleri, kendi ceddini sarıp sarmalayan topraklarından kısacası vatanından vazgeçer mi?
Vazgeçebilir mi?
Bir halk düşünün ceddinin tarihinin yazıldığı Kıbrıs Adasında varolduğu günden buyana hür ve bağımsız yaşamanın özlemini çeksin. Bu uğurda binlerce evladını feda etmekten çekinmesin, Sonunda Anavatan Türkiye’nin de desteğiyle hedefine ulaşarak adına KKTC denilen kendi devletini kursun, 37 yıldır bu devletini, tüm kurumları ile yaşatsın,
Egemenliğinin en önemli sembolü olan Şehitlerimizin kanıyla renklenen bayrağını göndere çeksin.
Ama bugün birileri istiyor diye bu bedellerden, devletinden vazgeçsin!
Hiç böyle bir şey olabilir mi?
Hele, hele Yüce Türk Ulusunun ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs Türk Halkı böyle bir şey yapar mı?
Tabii ki hayır.
Binlerce kez hayır…
50’li yıllardan beri Türk Ulusunun milli davası olan Kıbrıs’tan ne Türk Milleti, ne de Kıbrıs Türk Halkı asla vazgeçmeyecektir. Bu tarihi gerçeği tüm milletler camiası, onların ada da ki işbirlikçileri iyice bellemelidirler.
2004 Annan Planı sürecinden beri Kıbrıs Türk Halkını AB’ye gireceğiz, Avrupalı olacağız masalları ile uyutan, Rum’ların KKTC’yi ortadan kaldırmak amacı ile kurdukları tuzaklara göz yuman, görmezden gelen kimi yöneticiler; Rum liderleri ve yoldaşları ile birlikte hiçbir eleştiriye, ikaza aldırış etmeden hala hedefledikleri ‘’ Birleşik Kıbrıs ‘’ istikametinde yoğun çalışmalarını sürdürmektedirler..!
Ancak Kıbrıs Türk Halkı son dönemde Rum’larla yapılan görüşmelerden çok rahatsızdır. Özellikle Rum tarafının tek devlet, tek egemenlik, tek millet söylemleri, Türk Askerinin adayı terk etmesi gerektiği, Türkiye’nin garantörlüğünün söz konusu bile olamayacağını sık, sık tekrarlanması ve gelecekte bir gün Rum’un insafına terk mi edileceğim korkusu? Kıbrıs Türk Halkını çok tedirgin etmiştir.
Bunun sonucudur ki, son dönemde ada genelinde yapılan anket sonuçları, Türkiye’nin garantörlük hakkının, Türk askerinin varlığının devamının ve iki ayrı devletli çözümün %80’nin üzerinde istendiğini ortaya koymuştur.
Günümüz gelişmelerine bakıldığında; özellikle Doğu Akdeniz-Suriye ve Libya’da yaşanan güncel gelişmeler; Kıbrıs adasının çevresinde mevcut trilyonlarca metreküplük doğal gaz ve petrol yatakları, Kıbrıs konusunun çözümü ile ilgili daha da karmaşık bir süreç, adeta dört bilinmezli bir ‘’DOĞU AKDENİZ DENKLEMİ’’ yaratmıştır.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz denkleminde bugüne değin yürütmüş olduğu haklı, aktif ve cesaret dolu politikaları sayesinde; başta adanın yarı buçuğunu temsil eden GKRY ile enerji odaklı anlaşmalar yapan İsrail ve Mısır olmak üzere konuya taraf olan diğer ülkelerin şimdilik eli kolu bağlanmış, enerji paylaşımı yönünde tek bir adım dahi atamamışlardır.
Özellikle Türkiye’nin Libya ile yapmış olduğu Doğu Akdeniz’deki münhasır bölgeleri kullanma anlaşması, bu denklemi kendi menfaatlerine kullanacak ülkelere önemli bir set çekmiştir.
Önümüzdeki süreç Doğu Akdeniz’de mevcut bu denklemin çözümü yönünde atılacak stratejik adımların yaratacağı fırtınaları işaret etmektedir.
Bu yönde atılacak adımlara bakıldığında Türkiye’nin eli güçlüdür. Bunun en önemli güç kaynağı da Kıbrıs’taki yasal varlığımızdır.
Kıbrıs Türk Halkının milli direniş tarihinde yaşanan onca acılar tüm çarpıcılığı ile ortadayken, hala insanlık dışı Rum ambargoları devam ederken bunları görmezden gelmek mümkün müdür? Bir de Türk Askeri adadan ayrılacak olursa, aynı acıların yaşanmayacağını kim garanti edecektir?
GKRY’ne göre; Kıbrıslı Türkler ‘Sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’ halkının bir parçasıdır! Rum’dan, Maronit’ten, Arap’tan bir farkı yoktur! Ama bir çözüm olacaksa eğer, Türk tarafının azınlık haklarından bir fazlası olamaz.
Bu ne yaman bir çelişkidir?
Türkiye’nin savunduğu çözüm şekli ise; adada eşit ve egemen iki halk, iki devlet, iki demokratik yapıdır. Türkiye’nin Garantörlüğü, Türk Askerinin ada da ki varlığı; Kıbrıs Türk Halkının güvenliği için kabul edilebilir, kalıcı çözümün vazgeçilmezleridir.
Pekiyi birbiri ile taban, tabana zıt olan bu iki görüşe rağmen; bu süreçte nasıl olur da bir çözüm öngörülebilir?
İki cümlesinden birİ, Türkiye’nin garantörlüğünün, Türk Askerinin adada var olamayacağını söyleyen Rum tarafıyla bir çözüm olabilir mi?
Bu haklı milli davamızın son dönemi değerlendirildiğinde; Kıbrıs adası, hiçbir dönemde olmadığı kadar Hıristiyan âleminin tehdit’i, kuşatması altındadır..!
Bu kuşatmanın, tehdit’in tek bir hedefi vardır!
Bu stratejik adanın Türk Milleti’nin elinden çeke, çeke alınmasıdır. Tıpkı Girit’te olduğu gibi..!
Rum tarafı ve ardında ki emperyalist güçler büyük bir sabırla ENOSİS’İN peşindedirler. Hiç acele etmeyeceklerdir!
Onlar şunu ümit etmektedirler!
Türk tarafı bugüne değin Kıbrıs konusunda pek çok tavizler verdiler! Bu tavizlere nasıl olsa bir yenisini daha eklerler.
Ama unutulan çok önemli bir gerçek vardır!
KKTC’de bir zamanlar ‘’Kurtar Bizi Annan’’, ‘’Yes Be Annem’’ diye bağıranlar, bağırtılanlar dahi Rum tarafının gerçek yüzünün ne olduğunu anlamışlardır. Çünkü Rum tarafı hiçbir zaman adanın sahibi benim demekten vazgeçmemiştir, vazgeçmeyecektir.
Günümüze bakıldığında:
Türkiye özellikle Doğu Akdeniz Denklemi içindeki dik duruşunu bozmayacak bir siyaset sergilemekte, Kıbrıs adasında kazanılmış tarihi ve hukuki haklarını hiçbir neden uğruna feda etmeyeceğini göstermektedir.
Kaldı ki, KKTC’de mevcut hükümetin siyasi uygulamalarına baktığımızda, Nisan 2020 de yapılacak KKTC Cumhurbaşkanlığı sürecini ve bu süreçte seçim şansı giderek artan hükümet başkanı, Başbakan Sn. Ersin Tatar’ın savunduğu milli davamızın kırmızıçizgilerine bakıldığında, T.C Hükümeti ile ne kadar iyi ilişkiler içinde olduğu da değerlendirildiğinde:
Doğu Akdeniz Denklemi içindeki Kıbrıs adasında elde etmiş olduğumuz tüm kazanımlar bu denklemin çözümünün Türkiye ve KKTC’nin elinde olduğunu göstermektedir.