Prof. Dr. Taner TATAR

Akademisyen

tatartaner@gmail.com

Mekân ve Ölüm

Yaşanılan mekân ölümsüzlük yanılsaması yaratabilmektedir. Açlığın, sefaletin, salgın hastalıkların, savaş ve terörün her gün onlarca cana mal olduğu bir mahalde yaşamakla güvenliğin zirve yaptığı bir yerde yaşamak arasında hayatî fark vardır.

Birinde her gün ve her an ölümle yüz yüze ölümlü bir hayat; diğerinde âdeta ölümü kendisinden sürgün etmiş ölümsüz bir hayat! Mezarlarını bile kendisinden uzaklaştırırken, onlarla birlikte Azrail’i de dışarıda tuttuğu duygusu! Etrafında ölümü hatırlatacak hiçbir şeye tahammül edemeyen ölümsüz insan!

Öyle ki yaşlılarını da bakım evlerine göndererek gençler ve çocuklardan müteşekkil bir çevrede yaşayan bedbahtlar! Etrafında ölümü hatırlatacak hiçbir şeye tahammül edemeyip ölümden kaçan insan! Ölüm kime yaklaşmışsa ondan kaçmak ya da onu uzaklaştırmak lazım düşüncesinin malûlü kaçkınlar!

Yetişkinlik dönemine geçmiş olmakla birlikte herhangi birisinin ölümüne tanıklık etmeden yaşayan bir nesil yetişiyor. Sanal âlemde vuku bulanlar ise sadece ‘sanmak’ la neticeleniyor. Hâlbuki ölümün olmadığı mekân gerçek bir tabut.

Tabut, ne kadar büyük, şatafatlı ve konforlu da olsa aslî özelliğinden bir şey kaybetmez. Lüks içerisinde bulunmakla birlikte yaşadığı şehri mezarlığa çevirmiş bir batı söz konusu. Babil kulesi misali Tanrı’ya meydan okurcasına inşa ettiği göğü delen binalar aslında kabrin başına dikilmiş taşlar gibi ölümü ilân ediyor.

Şehirler, gökdelen denilen mezar taşlarıyla döşeniyor. Bir mezar taşına yüzlerce ölü! Taşlardan etrafa saçılan ışık göz alıyor ama göze fer vermiyor. Taşların arasından oluk oluk insan akıyor. Lâkin birinin diğeriyle teması yok. Geçenler-gidenler ne birbirinin gözüne bakıyor ne de selam veriyor. Filmlerde öldüğünden habersiz bedenlerini sürükleyen zombiler gibi yürüyorlar. Aralarındaki yegâne fark görünüşle sınırlı.

Zombinin soğuk bedeninin perişan görünümüne karşı görünüşü şatafatlı sıcak ölüler! Zaten ölümü hatırlatacak saçlardaki bir ak derhal karartılır; yüze değen bir çizgi elleri mahir bir estetikçinin ‘yeniden yaratışı’ na teslim edilir. Aynalar yalan söylemez ama yüz aynaya yalan söyler. Ayna, inanmış gibi yapar, gördüğü yalanı yalancının yüzüne yansıtır.

Kendi yalanına inanan yalancı, yüzüne bir mutluluk maskesi takar. Maskeler de eskir, lâkin yeni bir maske bulmak zor değildir ölümsüzlük pazarında. Bildiğini bilmezlikten gelip mutluluk yanılsamasına düşerken, deruni bir hüzne kapılır insan.