Bu sayımızda, yine şeytani güçlerin, Haçlıları ve yerli HAMAGA’ları kullanarak; Türklerin Atası unvanını sonuna kadar hak eden Ulu Önderin naçiz bedeninin ortadan kaldırılmasını irdeleyeceğim. Meselenin iyi anlaşılabilmesi için konuyu kısıtlı olarak ele alacağım. Şöyle ki; Burada Atatürk’ü anlatmaya kalksam, özet olarak bile olsa bunun mümkün olmadığını takdir edersiniz. Sadece şu hususları kısaca – özet olarak incelemeye çalışacağım; Ulu Önder, Şeytani güçlerin kendisine çok büyük kin ve düşmanlık içine girmeleri için neler yaptı? Bunu irdeleyeceğim. Ayrıca, yine özet olarak bedeninin nasıl ortadan kaldırıldığını ve de Ulu Önderi nasıl öldüremediklerini açıklamaya çalışacağım.
Osmanlı İmparatorluğunu parçalayarak ortadan kaldırmak isteyen, Şeytani güçlerin uşakları bu işten çok yönlü faydalar bekliyorlardı. Koca İmparatorluk topraklarını talan edecekler, çalacaklar, halkını ve doğal kaynaklarını sürekli sömüreceklerdi. Bu sadece maddi yönden beklentileri idi ve ikincil bir amaçtı. Asıl amaçları ise; Türklüğü, dolayısıyla İslam’ı ortadan kaldırmaktı. Böylece, yeryüzünde İlahi güçleri bertaraf ederek Şeytan’ın egemenliğini bütün dünyaya hakîm kılmak istiyorlardı. Amaçlarına ulaşmak için epeyce yol kat etmişler adeta kendilerince yolun sonuna gelmişlerdi. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmaması için olağanüstü gayretler sarf eden II. Abdülhamit, içimizdeki hamagalar da kullanılarak tahttan indirilmiş, Selanik’e sürgüne gönderilmişti. Yerine padişah olan Sultan Reşat’ın Abdülhamit gibi bir Türk Başbuğu olamayacağını biliyorlardı. Ayrıca yıllar süren hazırlıklar sonunda içimizden; Türk olanı, olmayanı, damat olanı olmayanı!.. Yazarı – edebiyatçısı hatta sözde din adamları arasından pek çok HAMAGA (HA:hain, MA:mankurt, GA: güdük akıllı) edinmişlerdi. Bunların hepsini de emelleri için kullanıyorlardı. Diğer taraftan; ırkçılık ve bağımsızlık hatta insan hakları gibi konuları da kullanarak imparatorluğu kısmen parçalamışlardı bile. Baktılar ki bazı Müslüman ülkelerin insanları İmparatorluktan ayrılmak istemiyor; öyle yerlere de bizzat kendileri asker sevk ederek işgale başladılar. İlk hedefleri, İmparatorluğun Kuzey Afrika toprakları oldu, Libya’ya saldırdılar…
ATATÜRK’ÜN, ŞEYTANIN UŞAKLARINI KAHREDEN YAPTIKLARI
Pek çok Türk aydını, özellikle de Türk subayları büyük tehlikenin farkına varmışlardı. Fakat işin vahametini, evrensel boyutunu kavrayan kaç kişi vardı bilinmez ama Mustafa Kemal Türklüğe ve İslam’a kurulan büyük tuzağı fark eden kişilerin en önde gelenlerindendi. Ben şahsen eminim ki bu büyük tehlikeyi fark eden en önemli kişilerden biri de II. Abdülhamit Han idi ama kelimenin tam anlamıyla onun eli kolu bağlanmıştı. Kimse ne yapacağını bilemiyordu. Mustafa Kemal bazı kuruluşlara girerek oradan etkili olmak istemişse de, öylesi kuruluşlara da Şeytanın uşaklarının (özellikle masonların) sızdığını anlayarak hemen içlerinden ayrılmıştır.
Mustafa Kemal, Libya’ya düşman askerlerinin çıktığını duyar duymaz hemen gönüllü olarak harekete geçti. Yanına birkaç (gönüllü) subay arkadaşını da alarak, Libya’ya gitti. Beş-altı Türk subayının, düşmanın işgal ordusuna karşı gelmesi elbette düşünülemez. Ama onlar Libya halkını, düşmana karşı savaşmasını sağlamak üzere faaliyete geçtiler. Kısa zamanda halktan savaşabilecek insanlar yine gönüllü olarak toplandı. Onlara çete savaşı, Türk usulüne göre öğretildi. Sadece eğitimle kalınmadı; düşman birliklerine karşı vur kaç saldırıları düzenleniyordu. İşte böyle bir çarpışma sırasında: Kasr_ı Harun denilen (harebe kale) stratejik yerin ele geçirilmesi sırasında bir İtalyan uçağından atılan bombanın çarparak patladığı kale duvarındaki taştan kopan bir parça Mustafa Kemal’in sağ gözünün kenarına isabet etmişti. Önce Derne’de sonra da Libya dönüşü tedavi oldu ama gözünde hafif şehlalık kaldı… İşte bu çarpışmalar ve eğitimler sonucu Libya’da bir direniş gücü oluştu. Direnişin başına komutan olarak Ömer Muhtar geçti. Düşmana karşı savaşta Libyalılara manevi destek ise; Şeyh Ahmet Sünusi’den gelmiştir. (Libya’daki Sünusiye tarikatının şeyhidir) Mustafa Kemal ile Şeyh Ahmet Sünusi; düşmanın amacı konusunda hemfikir olmuşlar, bu savaşın İlahi bir mücadele olduğunu karşılıklı teyit ederek çok sıkı arkadaş olmuşlardır. Şeyh Ahmet Sünusi ile aşağılardaki satırlarda yine karşılaşacağız… Mustafa Kemal Şeytani güçlere karşı ilk saldırısını yapmıştır. Bu onun ilk saldırısıdır çünkü o Libya’ya bir emir veya görev gereği gitmemiştir; o düşmana karşı kendi inisiyatifi ile savaşını başlatmıştır.
Bilindiği gibi o sıralarda İngiltere hükümeti de Şeytani güçlerin oyuncağı durumundadır. Bu fırsattan hemen yararlanmak isteyen düşmanlar; kendileri tarafından tezgâhlanmış olan birinci dünya savaşını da bahane ederek askeri güçle saldırmaya karar vermişlerdir. Hedefleri; hiçbir başkaca savaşa gerek kalmayacak şekilde Osmanlı İmparatorluğunu ortadan kaldırmaktı. Bu amaçlarına ulaşmak için İmparatorluğun başkentini ele geçirmeleri gerekiyordu... O günün koşullarında dünyanın en büyük donanmasını hazırladılar ve çok büyük bir ordu da hazırladılar. Önce, o zamanın en modern zırhlı savaş gemileriyle Çanakkale boğazından geçerek İstanbul’u işgal etmek istediler. Ama yapamadılar; Türk denizcileri, sahillerde mevzilenmiş olan top bataryalarıyla düşman donanmasına geçit vermedi. Düşman günlerce, her metrekaresini bombalayarak sahillerdeki bataryaları büyük ölçüde etkisizleştirdiler. Ama susturamadıkları toplardan biri tek atışla koca bir zırhlıyı denize gömdü. Düşmanı yıldıran – korkutan bir başka karşı saldırı ise şöyle oldu: Düşman, Türk top bataryalarını neredeyse tamamen susturdukları gerçeğinden hareketle, hemen harekete geçip İstanbul’u işgal etmek istediler. Bu kez; küçük bir mayın döşeme gemisi olan ‘Nusrat’ ile Türk denizcileri düşman savaş gemilerinin önlerine mayınları döşemişti. Mayına ilk çarpan zırhlı savaş gemisi de denizin dibine gömülünce, İstanbul’u denizden giderek işgal edemeyeceklerini anladılar… Kendilerince, Türk İmparatorluğunu yok etmek için öncelikle ve mutlaka İstanbul’u ele geçirmeleri gerekiyordu. Aslında işin sonuna gelmişlerdi, bırakıp gitmek olmazdı. Ellerinde, neredeyse dünyanın her yerinden toplanmış büyük bir ordu vardı. Askeri malzeme, savaş araç gereçleri ve diğer imkânlar bakımından Osmanlı İmparatorluğu ordusundan çok üstün durumdaydılar ve bu üstünlüklerinin farkındaydılar. Bu savaş için gereken maddi imkânlar bütün şeytani güçlerin katkısıyla özellikle de İngiltere’den temin edilmekteydi. Elde bu kadar imkân varken, karşılarında ise (kendi tabirlerince) hasta adam varken neden karadan saldırıya geçmesinler? Öyle yaptılar… Çanakkale – Gelibolu yarımadasını savunacak olan Türk ordusunun (5. Ordu) başına bir Alman komutan görevlendirildi, Mareşal Liman von Sanders. Daha düşman çıkarması başlamadan; çıkarma yapılacak yer tahmininden başlamak üzere pek çok konuda Alman komutan ile Mustafa Kemal’in fikirleri ve askeri strateji görüşleri hemen her konuda farklıydı. İlginç olan şu ki, her seferinde de Mustafa Kemal haklı çıkıyordu. Alman komutan sonunda mantıklı ve dürüst bir karar verdi; görevden azledilmesini istedi ve de yerine Mustafa Kemal’in getirilmesini tavsiye etti. Mustafa Kemal’in göğsüne gelen kurşunun saplanıp kaldığı saati de hatıra olarak aldı ve memleketine döndü… Burada sizlere Çanakkale savaşlarını anlatacak değilim zira bunu herkes bilir. Şeytani güçler adına İlahi güç olan Türk ordusuna karşı savaşan düşman askerleri; Çanakkale’de yüz yüze geldikleri Türk askerlerini tanıdıkça çok şaşırmışlardır. Çünkü yeryüzündeki gerçek insanlarla karşılaşmışlardır. Türk askerleri, daha önce kendilerine anlattıkları gibi değildi… Kazanılan bu savaş, sıradan bir mücadelenin sonucu değildi. Çanakkale’deki kanlı çarpışmalar, bir başka zamanın bir başka Turiya savaşıydı. Kendilerine uşaklık eden milletlerin ordularını kullanmakta olan şeytani güçler bu durumu elbette biliyorlardı, acıları çok büyüktü. Mustafa Kemal de neyin savaşını yaptığının bilincindeydi, tıpkı Fatih Sultan Mehmet Han ve diğer Türk başbuğları gibi…
Mustafa Kemal’in, şeytanın uşaklarına karşı kazandığı bu zaferi, daha o zamanda çok iyi anlayanlardan biri de II. Abdülhamit’tir. Bakın ne diyor: “İşte bu sırada rabbime şükürler olsun ki, ummaya bile cesaret edemediğim zafer haberi ulaştı. Düşman tasını tarağını toplamış askerlerinin yarısını denize, yarısını gemilerine dökerek Çanakkale önünden çekilip gitmişti. Bu büyük zaferi, Mustafa Kemal Bey adında bir Miralay (Albay) kazanmış. Allah, devletime hizmeti geçenlerden razı olsun. Uzun bir müddet sonra oğlum Abit Efendi, benimle konuşurken bu Mustafa Kemal Bey'le tanıştığını söyledi. Sonradan Paşa olmuş… Hem de burada Beylerbeyi sarayında tanışmışlar! Teaccup ettim(Şaştım). Burada ne arıyormuş dedim. Yüzbaşı Salih Bey (Bozok) arkadaşı cevabını verdi. Ara sıra arkadaşını görmeye geliyormuş. Abit Efendi ile bu münasebetle dost olmuşlar. Hatta Mustafa Kemal Paşa, kendisine iki ceylan yavrusu hediye etmiş. Bundan memnun oldum. Devletimin yüzünü ağartmış bir Paşa'nın Abit Efendi'ye yakınlık göstermesi bir şahsiyeti olduğunu anlatıyordu. Oğluma münasip bir mukabelede bulunmasını hatırlattım. Biraz vakti halim olsa 'Bir altın saat' diyecektim ama hem dedikodusundan çekindiğim hem oldukça müzayeka (geçim sıkıntısı) olduğum için bir şey söylemedim. -Bir daha arkadaşına gelecek olursa haber ver, bende göreyim demekle iktifa ettim.” (Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri, sayfa.168-169)
Düşman Çanakkale’de yenilmişti ama bu mağlubiyet onları durdurmadı. Evet yenilmişlerdi ama diğer taraftan, Osmanlı İmparatorluğu artık var bile sayılmazdı. Hıristiyan olan toplulukların hemen hepsi imparatorluktan ayrılmış, kendi devletlerini kurmuşlardı. Müslüman olanlar ise özellikle Araplar Türklere karşı kışkırtılarak isyan ettirilmiş, bütün Arap ülkeleri şeytani güçlerin eline geçmiş durumdaydı. Gerçi oraları fiilen işgal edip egemenlikleri altına almamışlardı ama yönetime getirdikleri aileler ve kişilerin, kabilelerin tamamı Şeytani güçlerin uşağı haline gelmişlerdi. Geriye sadece Türkler ve Anadolu kalmıştı. Şeytani güçler ve onların yandaşları, Anadolu’yu da işgal ederek, parçalayarak Türk egemenliğine dolayısıyla İslamiyet’e tamamen son vermek istiyorlardı. Hemen faaliyete geçtiler. Bu kez, sıcak savaşı bir tarafa bırakarak sözde barış yoluyla istediklerini elde etme yolunu seçtiler. İmparatorluk içindeki, kendilerine hizmet eden HAMAGA ları kullanarak amaçlarına ulaştılar. Sözde anlaşmalarla; İstanbul’u işgal ettiler, artık padişah Vahdettin ellerinde rehin gibiydi, istediklerini yaptırıyorlardı. Padişah elbette hain değildi ama içinde bulunduğu koşullarda elinden bir şey gelmezdi, en yakınındakiler (damat dahil) bile gaflet, delalet hatta ihanet içindeydiler. Antalya tarafından, Antep tarafından ve İzmir tarafından işgal hazırlıklarına hatta işgale başlamışlardı. Düşmanın ne yapmak istediği apaçık belliydi… İşte tam bu sırada; Anadolu içinde bazı Hıristiyan azınlıklar, şeytani güçlerin teşvik etmesiyle de, barınıp – korunup – beslendikleri Türk devletine ve Türk milletine karşı düşmanca faaliyetlere başlamışlardı. Özellikle Karadeniz bölgesindeki azınlık Hıristiyanlar Müslüman Türklere saldırmaya başladılar, yer yer soykırım denilebilecek vahşetler yapıyorlardı. Karadeniz Bölgesinin yiğitleri hemen guruplar halinde birleşerek asi azınlık çetelerine karşı harekete geçtiler. Özellikle Topal Osman ve adamları tarafından etkisiz hale getirilen hainler, kendilerini kışkırtan İngilizlere şikâyet ederek, korunmalarını istediler. İstanbul üzerine tam olarak çöreklenmiş olan düşman, o sıralar Karadeniz bölgesine asker yollamak niyetinde değildi. Padişah’a baskı yaparak, sözde masum azınlıkların korunması için İmparatorluğun doğudaki 9. Ordusuna emir verilerek Türk çetelerinin durdurulmasını istediler. Bu işin bir askeri müfettişle yapılabileceği ileri sürülerek, bölgeye bir paşanın müfettiş olarak gönderilmesi kararlaştırıldı. Padişah Vahdettin’in bölgeye görevli olarak gönderebileceği pek çok paşa vardı ama o Mustafa Kemal Paşa’yı tercih etti. Padişah’ın bu seçimi tesadüfen olamaz çünkü: Vahdettin henüz Padişah olmadan Mustafa Kemal onun yaverliğini yapmış, özellikle Almanya seyahatine beraber gitmişlerdi. Bu seyahat sırasında devlet meseleleri ile ilgili pek çok konuda konuştukları, fikir alışverişinde bulundukları bilinmektedir. Yani Padişah, Mustafa Kemal Paşa’yı 9. Ordu müfettişi olarak gönderirken, onun fikirlerini ve neleri yapabileceğini çok iyi biliyordu… İşgal kuvvetlerinden, Samsun’a gidecek askeri heyetin vizeleri alınmış, sadece Refet Bele Paşanın vizesi yoktu o da sonradan alındı. Yolcularını alan Bandırma vapuru Karadeniz Boğazını geçmek üzereyken İngilizlerin üst düzey komutanları, söz konusu görev için Mustafa Kemal Paşa’nın gönderildiğini öğrendiler… Ama onlar için iş işten geçmişti.
Mustafa Kemal’in Anadolu’da neler yaptığını sanırım anlatmam gerekmez… Düşman, halkı kışkırtarak çeşitli yerlerde isyanlar çıkartıyordu. Milli hareketin başında olan komutanları ve Milli askerleri kötülüyorlardı. Bütün bunları yaparken de her yolu deniyorlar özellikle de İslamiyet’i kullanıyorlardı. Mustafa Kemal’e suikast düzenlemek için Ankara’ya casus bile yolladılar (Mustafa Sagir…). Bu arada, ne yazık ki bazı sözde din adamlarımız düşmanla işbirliği içine girdiler o kadar ki; Milli Kuvvetleri (Kuvayi Milliye) dinsiz ve düşman ilan ederken, Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmalarını sevinçle karşılayıp, düşman askerleri için dua bile ediyorlardı!.. Tabii ki gerçek Müslüman din adamlarımızı ayrı tutmak gerekir, onların niceleri kurtuluş savaşı için çalışmış hatta bizzat savaşa katılmışlardır. Bu arada; hani Libyalı Şeyh Sünusi’den yine söz edeceğim diye yazmıştım ya işte tam sırası. O muhterem Müslüman, Libya’dan kalkıp önce Bursa’ya oradan da Ankara’ya gelerek Mustafa Kemal ile buluşmuş ve düşmana karşı başlatılacak savaşın ne kadar önemli olduğunu anlatarak yardıma geldiğini beyan etmiştir. Mustafa Kemal onun nasıl samimi bir Müslüman olduğunu bildiği için geri çevirmemiş ve İngilizlerin karşı propagandalarını kırmak için halka vaaz vermesini istemiştir. Şeyh Ahmet Sünusi doğuda özellikle de Diyarbakır yöresinde kurtuluş savaşı adına çok önemli ve etkili faaliyetlerde bulunmuştur… Mustafa Kemal kurtuluş savaşı hazırlıklarını yaparken; Adana’da, Kahramanmaraş’ta ve Gaziantep’te düşmanın işgal kuvvetlerine karşı yerel savaş başlatılmış, bir avuç kahraman koca düşman ordularını dize getirmiştir. Ege bölgesinde ise İngilizlerin desteğindeki Yunan kuvvetlerine karşı, başta Demirci Mehmet efe olmak üzere nice kahramanlar; vatanımız için, Müslümanlık için, Türk töresi için canlarını ortaya koyarak olağanüstü mücadele etmişlerdir. Diğer taraftan düzenli orduyu kuran Mustafa Kemal ve arkadaşları, asker sayısı, silah ve araç gereç açısından çok üstün durumda olan sözde Yunan, özde ise şeytani güçlerin ordularını muhteşem bir zaferle yendiler… Kurtuluş savaşı da bir başka Turıya savaşıdır. Mustafa Kemal bunun böyle olduğunun farkındadır ve dile de getirmiştir…
Düşman yine yenilmişti, bu yenilgilerinde de başrolü Mustafa Kemal’in oynadığını biliyorlardı. Düşman açısından, Türk imparatorluğu yıkılmıştı ama onun küllerinden küçük de olsa yeni bir Türk devleti doğmuştu. İstemeyerek kabullendikleri bu durum hiç hoşlarına gitmemişti.
Mustafa Kemal durmuyordu, savaşı kazanmak onun için bir son değil aksine bir başlangıç idi. Hemen, devlet yönetimi açısından çok hızlı sayılabilecek çalışmalarına başladı. Bu çalışmalarından (konumuz itibariyle) sadece şeytani güçlerin bertaraf edilmesine yönelik olanlarını ele alacağız…
SANAYİ KONULARINDAKİ YAPTIKLARI:
Mustafa Kemal sanayileşmenin önemini elbette biliyordu, bu konudaki çalışmalarına başladığında şunu hemen fark etti: Şeytani güçler, kendilerinin yan kuruluşu olan mason teşkilatı ile tıpkı Osmanlı İmparatorluğu zamanında olduğu gibi sanayi ve ticareti ellerine geçirme ve de yönetme çabası içindeydiler. Mustafa Kemal yeni devletin sınırları içinde ne kadar mason locası varsa hepsini kapattırdı. Bez ve basma fabrikaları, şeker fabrikaları, bankalar, maden işletmeleri, çeşitli tarım ve sair araç gereç üretimi, demiryolları yapımı gibi pek çok konuda adeta yarış halinde çalışmalar başladı ve başarıldı. Bu başarılanlar arasında birisi var ki, yüreğimiz burkularak hatırlıyoruz. Uçak fabrikası kuruldu, seri uçak üretimine geçildi. O kadar başarılı olundu ki Hollanda 12 adet savaş uçağı siparişi verdi, uçaklar imal edildi ve Hollanda’ya verildi… Sanayi kolunda yapılan bu hızlı gelişmelerin, kendilerinin denetimi ve çıkarları dışında olması Şeytani güçleri çok kızdırmıştı.
TÜRK TARİHİ VE TÜRK KÜLTÜRÜ İLE İLGİLİ YAPTIKLARI
Türk halkının okuryazar oranını hızla artırmak gerekiyordu, bu amaca yönelik olarak yeni Türk ABC si oluşturuldu. Bütün dünya milletlerinin gıpta ettiği kısa bir zaman içinde yeni ABC halk tarafından benimsendi ve okuryazar insan sayımız hızla arttı. Tevhidi Tedrisat Kanunu ile eğitim ve öğretim tamamen millileştirildi. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışında çok etkili olan, Anadolu’nun pek çok yerinde açılmış olan Misyoner okullarının tamamı kapatıldı ve misyonerler sınır dışı edildi. Bu uygulama da şeytani güçlerin hiç hoşlarına gitmedi, Mustafa Kemal’e iyice kinlenmeye başladılar… Düşmanlar Müslüman Milletler üzerinde öteden beri sahte dini akımlar oluşturarak, bölme ve birbirine düşürme siyaseti gütmüşlerdir. Yüce dinimizin böyle düşmanca emellere alet edilmemesi için bütün sapık, Kuran’a uymayan sözde dini akımlar bertaraf edilerek İslamiyet’in emin ellerde muhafaza edilebilmesi için, ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’ kurumunu oluşturdu. Kuran’ı Kerim’in Türkçe mealini yazdırarak ve basılıp dağıtılmasını sağlayarak Türk insanının İslamiyet’i daha iyi anlamasına yönelik çalışmalar başlattı. Türkçenin yabancı sözcük ve terimlerle kirletilmemesi için ve de Türkçenin en eski ve köklü dil olduğunu bilimce ortaya koyabilmek için ‘Türk Dil Kurumu’nu oluşturdu. Türk Tarihinin insanlarımızca bilinmediğini, o kadar ki yakın tarihimiz olan Osmanlı Tarihinin bile tam anlamıyla bilinmediği gerçeğini ortaya koydu (bilindiği gibi Osmanlı Tarihi bile kapsamlı şekilde Cumhuriyet döneminde yazılmıştır). Okullarda okutulmak üzere, gerçek Türk tarihine ait bilgiler yeni nesillere hatta yetişkinlere bile okutulmaya başlandı. Mustafa Kemal Türk Tarihi çalışmalarına bizzat kendisi de katılmıştır. Türk Töre’sinin 10.000 (onbin) yıl öncesinden Anadolu’da var olduğunu, 7.000 (yedibin) yıl önceden de Avrupa’da Türk kültür-Töre’sinin ve Türk kişilerinin var olduğunu ileri süren tezlerle geçmişteki köklerimiz araştırılmaya başlandı. Bilindiği gibi söz konusu tezler günümüzde (özellikle arkeoloji buluntularla) bilimce desteklenmektedir; gün geçtikçe de yeni buluntularla, neredeyse kanıtlanmış durumdadır… Mustafa Kemal Sümer Uygarlığının bir Türk uygarlığı olduğunu biliyordu. Bez ve dokuma fabrikaları için kurulan bankaya SÜMERBANK adını verdi. Eti Uygarlığının da bir Türk uygarlığı olduğunu biliyordu. Madencilik ile ilgili bir banka kuruldu ve adını ETİBANK koydu… Türk Milletinin, kendi uzak – derin geçmişinin farkına varmasını istemeyen şeytani güçler ve onların uşakları bu duruma çok kızdılar. Çünkü kendilerinin bir geçmişleri yoktu, her birinin tarihi bin yıldan daha ötelere gitmiyordu… Mustafa Kemal, Türk Milletinin kim olduğunun ve de yeryüzündeki kutsal savaşın farkındaydı. Atatürk’ün kutsal mücadelenin farkında olduğunu kesin olarak anlayan Şeytani güçler çok tedirgin oldular. Dahası da vardı; Mustafa Kemal, önce Hatay’ı istiyordu sonra Misakı Milli sınırları içinde gördüğü Kerkük ve Musul’u istiyordu, Kıbrıs ve adalar hakkında da düşünceleri vardı. Şeytani güçler için çok daha kötüsü; koruyup kolladıkları, sömürmeleri için bütün dünyayı önlerine sundukları Batılılara karşı diğer dünya milletlerinin uyanmaya başlamış olmasıydı. Bütün bunlara sebep Mustafa Kemal Atatürk idi. Daha fazla bekleyemezlerdi, ortadan kaldırmaya karar verdiler.
ATATÜRK’ÜN BEDENİNİN ORTADAN KALDIRILMASI
Şeytani güçler, emirleri altındaki uşak kuruluşlarını harekete geçirdiler. Cinayeti işlemesi için Masonlara görev verildi, bir bakıma onlar gönüllü idi. Atanın yiyecek ve içeceklerine yavaş yavaş zehir katmaya başladılar. Sürekli verilen zehirler bedende bazı sorunlar çıkarmaya başladı. Tedavi için, birkaç ‘Mason’ doktorun önderliğinde tedaviye başlandı. Başkaca doktorlar da tedavi için görev almış olsalar da aslında asıl (sözde) tedavi işini üstlenenler mason doktorlar idi… 1937 yılında Ata, birdenbire daha da kötüleşti. Yapılan tedaviler sürekli zarar veriyordu. Aslında konulan siroz teşhisinin de yanlış olduğu, dolayısıyla kullanılan ilaçların da yanlış olduğu artık günümüzde kesin olarak anlaşılmıştır. O zamanın tıp bilimi ve doktorların bilgi seviyeleri dikkate alındığında, söz konusu yanlış tedavinin kasıtlı olarak yapıldığı anlaşılmış durumdadır… Atatürk iyice bitkin düşmüştür, kendisine danışılmadan ilaç ve doktor getirtilmektedir. O doktorları ve ilaçları istemediğini söylemesine rağmen, kimse, özellikle de devletin üst düzey görevlileri onu dinlememişlerdir. Acaba neden?.. Ata’nın son anında yanında bulunan (hiçbir şeyin farkında olmayan iyi niyetli) kişilerin söylediklerine göre: Bir an koma haline girer, öldü sanırlar ama birden nefesi geri gelir, gözlerini açar, başını çeviremez ama gözlerini sağ tarafına çevirerek; “Ve Aleykûmselam” der ve Uçmağa gider... Atatürk’ün (kendi deyimiyle) naçiz bedeninin toprak oluşundan yıllar sonra katiller yaptıklarını açıkladılar. Varnalı Bulgar Yahudi'si 33 dereceli Farmason Avram Benaroyas, Laiki Foni (Halkın Sesi) Gazetesi'nin 1 Ağustos 1948 tarihli nüshasında bakın ne diyor: "O Sarı Lider, kesinlikle ortadan kaldırılacaktı. Amaçlarımıza imha edici darbe vuranların akıbeti, feci şartlar altında ölümdür!" Devam ediyor: : "1937 yılının ortalarında, ismini açıklayamayacağım bir doktor, bazı şöhretlere dayanarak Atatürk'e ilk darbeyi sinir organlarını zaafa düşürmek sureti ile indirdi. Etrafında çember meydana getirdiğimiz Sarı Lider, kendiliğinden bu çemberin içine girip hayatını bize teslim etti."
Bilmem başka bir açıklamaya gerek var mı?
Tam da bir hususa değinmeden edemeyeceğim. Ata’nın zehirlenmesi konusu ayrıntılarına kadar irdelendiğinde şu gerçek ortaya çıkmaktadır: Bu cinayet; yurt dışındaki masonların teşvik ve yardımı ile de olsa, sadece Türkiye’deki masonların işi olamaz. Atatürk gibi bir lideri böyle ellerini kollarını sallayarak zehirleyip öldüremezler. Onlara içeriden, yönetimden yardım eden – edenler mutlaka olmalı, hem de üst düzeyde güçlü biri – birileri olmalı. Bence vardı! Bu hainlik mutlaka bir gün anlaşılacak – ortaya çıkarılacaktır. Atatürk’ü zehirleyen şeytani güçlerle birlik içinde olanı – olanları araştırmak isteyenlere, haydi benden bir ipucu: Atatürk’ün vasiyetini çok yönlü olarak dikkatle inceleyin…
ATATÜRK’ÜN NAÇİZ BEDENİ TOPRAK OLDU AMA ONU ÖLDÜREMEDİLER
Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet, kurumlar, sanayi ve tarım alanındaki kalkınma hamleleri; çok daha önemlisi Atatürk’ün fikir ve görüşlerinin ‘Kemalizm’ adıyla, insanlık adına bir yol haritasının oluşması Türk ve İslam düşmanlarını inanılmaz tedirgin ediyordu. Atatürk’ün çizdiği yoldan gitmek sadece Türkler arasında değil diğer milletler arasında da yaygınlaşmaya başlamıştı. Ama ilk önce Yeni doğmuş olan Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti üzerinde çalışmaya başladılar. Ata’nın Uçmağa gidişinden hemen sonra içimizdeki işbirlikçileri de kullanarak şunları yaptılar: 1) Kapatılmış olan mason locaları yeniden açıldı. Uçak fabrikası hemen kapatıldı. Sanayi kuruluşlarının gelişememesi için sinsi çalışmalar başlatıldı. Sanayileşme yerine tarıma yönlendirme yaptılar. Sözde yardım vererek çeşitli anlaşmalarla Türk sanayisini denetimleri altın aldılar. 2) Dil ve Tarih kurumlarını, zaman içinde amaçlarından tamamen saptırdılar. 3) Milli eğitimimizi, milli olmaktan tamamen çıkardılar. Yetmedi 1946-47 yıllarında yapılan anlaşmalarla Türk Milli Eğitimini tamamen ele geçirdiler. Artık Türk çocuklarının nasıl eğitim ve öğretim görecekleri, hangi ders kitaplarının okutulacağı konularında bütün planlamalar batılı misyonerler tarafından yapılmaya başlandı!.. Böyle bir kepazelik tarihin hiçbir devrinde görülmedi!.. Bütün bu yaptıklarına karşın Türk Milleti özellikle gençler Atatürk’ün izinden gitmeye devam ediyorlardı, inadına Türk – İslam Töresini canlı tutuyorlardı. Bu durumdan hiç hoşlanmayan düşmanlar, Türk Milleti üzerinde, özellikle gençler hedef seçilerek, insan ve toplum mühendisliği taktikleri kullanılmak suretiyle sinsi bir çalışma içine girdiler. Sağ – sol, mezhepler, din, Osmanlı – Cumhuriyet gibi kavramlar üzerinden bölme, parçalama, birbirine düşman yapma gibi amaçlarına yönelik çalışmalar yapmaya başladılar. Ne yazık ki bu konuda epeyce yol aldılar: Bir kısım insanımız geçmiş atalarımıza, padişahlarımıza sövmeye başladı. Bir kısım insanımız da Atatürk’e, silah arkadaşlarına ve Cumhuriyete sövmeye başladı… Amaçları Kemalizm’i ortadan kaldırmak ya, emelleri için en uygun kandırma – yanıltma yolu olarak İslamiyet’i ve Osmanlı hanedanını öne çıkardılar. Oysa Atatürk hanedana asla düşman değildi ama artık yok edilmiş olan İmparatorluğun küllerinden yeni bir Türk Devleti kurulurken hanedanın işin içinde olması kesinlikle mümkün değildi. Pekiyi Hanedan bunu biliyor muydu? Elbette biliyorlardı. Bakın II. Abdülhamit Han’ın torunu Ertuğrul Osman Osmanoğlu bu konuda ne diyor: “Bir şeyi unutmayın. Eğer Mustafa Kemal Paşa olmasaydı hiçbirimiz olamazdık. Yaptığı devrim belki hanedan için kötü oldu ama Türkiye onun sayesinde var. Siz, ben, hepimiz varlığımızı ona borçluyuz.” İşte gerçek durum bu!.. Dinin kullanılmasına gelince: Atatürk’ü din düşmanı gibi gösterttiler. Oysa Dinimizi kötü ve Kuran’a uymayan, aslında din dışı akımlardan o korumuştur. Bu korumayı kurumsallaştırmış ‘Diyanet İşleri Başkanlığını’ kurmuştur. Halkın İslamiyet’i anlayabilmesi için Kuran-ı Kerim’in Türkçe mealini hazırlatıp, bastırıp dağıttırmıştır… Atatürk’ün gerçek Müslümanlığın bekası için yaptıklarının hepsini sayacak değilim. Pekiyi kendi şahsi inancı nasıldı? Bu soruya da verilecek cevap çok ama ben küçük bir örnek vereyim: Atatürk şöyle diyor: “ - Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer, fani insanların kârı değildir, O'nun Peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır.”
(Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.28)
Hiçbir tereddüde yer yoktur ki Atatürk tam inançlı bir Müslüman’dır.
Şeytani güçler Atatürk’ü fikren öldürebilmek için sadece Türklerle uğraşmıyorlar, diğer milletlerle de uğraşıyorlar çünkü: Dünyada pek çok millet ve devlet, Atatürk’ü örnek alarak batıya isyan etmişlerdir. Her ne kadar onların mücadelesi (genelde), ilahi bir amaca yönelik olmayıp sadece batının maddi ve manevi emperyalist emellerine karşı görünse de aslında daha kapsamlıdır. Sömürüldüklerini daha önce de biliyorlardı ama batıya başkaldıramıyorlardı. Onlara göre batı çok güçlü ve zengindi, yenilmezdi, batıya karşı çıkılamazdı… Ama Mustafa Kemal önderliğinde Türk Milleti onları yenmişti! Hem de onlara göre daha güçsüz oldukları halde bunu başarmışlardı, öyleyse diğer milletler de bunu başarabilirlerdi. Cezayir’de, Küba’da ve Güney Amerika’da emperyalizme karşı savaşanların örnek aldıkları tek lider Atatürk idi. Hindistan’da, Pakistan’da ve Çin’de emperyalist batılılara karşı savaş başladı. Bu karşı savaşların Atatürk ile ilgisi var mıydı? Elbette vardı. Mao Ze Tung’ 1935’de Şankay Meydanı‘nda toplanan binlerce Çinliye, emperyalizmle savaşına başlamadan önce şöyle diyordu: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm…” Anlaşılıyor mu?.. Ve dünyanın bir numaralı süper gücü olmaya aday Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki (nüfusu yaklaşık 1,5 milyar) bütün okullarda Atatürk’ün zorunlu ders olarak okutuluyor olması; sizin aklınıza ne söylüyor, yüreğinizde ne hissediyorsunuz?.. Aslında bütün dünya Türk devrimini kendine örnek alacak ama şeytani güçler ve onlara hizmet eden batılılar bunu önlemek için pek çok çaba ve para harcıyorlar. Kendi insanlarının da beyinlerini yıkıyorlar… Bazen, yaptıkları çalışmaları test ediyorlar. İşte birisi: İngilizlerin, Ulusal Ordu Müzesi öncülüğünde düzenledikleri bir ankette soru şudur: ‘Tarihler boyunca İngiliz milletine en çok zarar veren yabancı devlet lideri kimdir? – İngiltere’nin en büyük düşmanları kimlerdir?’ Sonuç; büyük bir çoğunlukla ATATÜRK çıkmıştır. Aslında doğru, Atatürk’ten ve Türk Milletinden çektiklerini hiçbir kimseden ve milletten çekmediler. Ama ne Türk Milletinin ne de Atatürk’ün İngiliz milletine karşı özel bir düşmanlıkları yoktur, sorun şu veya bu millet değil, sorun Şeytani güçler ve onlara uşaklık edenlerdir. Eğer şeytanın uşağı durumunda iseniz her şeyi (kendiliğinizden) hak edersiniz…
İçte ve dışta Atatürk’e saldırılar onlarca yıldır devam ediyor ama onu fikren öldüremiyorlar. Bu durum onları adeta çılgına çeviriyor, işi şantaja kadar götürdüler. Türk milletindeki Atatürkçülüğü öldüremiyorlar ya, Türkiye’deki bazıları da (nedense?..) AB’ye girmek için çabalıyorlar ya! Onlar da rapor üzerine rapor hazırlayarak emellerine ulaşmak istiyorlar. Hazırladıkları en ciddi rapor Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu (AFET), Hollandalı Hıristiyan Demokrat grup üyesi parlamenter Arie Oostlander tarafından hazırlandı. Raporda ''Kemalist felsefenin, Türkiye'nin AB üyeliğine engel oluşturduğu'' net bir şekilde belirtilerek; AB’ye girmek istiyorsanız Atatürk’ü fikren öldürün, diyorlar… Böylesi rapor ve tavırlara karşın; Lüsifer’e uşaklık yapmayan bazı batılılar, neyin ne olduğunu biliyorlar ve Atatürk’ten övgüyle bahsediyorlar. Ama…
Sayın okuyucular Atatürk’ü bize unutturmaya çalışıyorlar. Pekiyi Atatürk, sadece bizim için değil bütün dünya insanlığı için ne ifade ediyor? İşte cevabı:
“Uluslar arası anlayış ve işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş ÜSTÜN BİR KİŞİ; olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir DEVRİMCİ, Sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan İLK ÖNDER, insan haklarına saygılı DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, din, ırk ayrımı göstermeyen EŞSİZ BİR DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURUCUSU.”
UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı)
NOT:UNESCO’ya üye 152 devletin oybirliği ile aldığı ortak karardır.
‘KALLEŞÇE ÖLDÜRÜLEN TÜRK BAŞBUĞLARI’ üst başlıklı seri yazımı; TÜRÜK-BİR’in (Türk Egemen Birleşik Başbuğluğu – İmparatorluğu İ.Ö. 879 – İ.S. 575) ünlü Başbuğlarından BİLGE KAAN Atamızın veciz sözüyle bitiriyorum:
"Ey Türk! Titre ve kendine dön."
***************************************************************