‘Dağ’ denilince aklıma; Hira ve Altaylar gelir.
‘Nehir’ denilirse; Tuna’yı, Aras, Seyhun, Ceyhun Dicle, Fırat, Tunca, Kızılırmak, Seyhan ve Ceyhan ile Menderesler’i, hatırlarım.
‘Deniz’ derseniz; gözümde canlanan Hazar’dır, Karadeniz’dir, Akdeniz’dir.
‘Ova’; Kosova, Mohaç, Çukurova, Bafra’dır.
Kışın soğuk günlerinde; Taklamakan, Lop Nur, Gobi, Sina ve Karakum çöllerine sığınırım. Tih Çölü’nde Yavuz’un arkasında yürürüm.
‘Mekân’ derseniz; önce Kâbe’dir, sonra gönlüm. Çünkü İki Cihar Serveri Ravza-i Mutahhara’da olduğu kadar gönlümdedir de. Hz. Ali Efendimiz’in medfun bulunduğu söylenen Kûfe’nin Emirlik Binası, Rahbetü’l-Kûfe veya Necef’tir, Taç Mahal’dir.
‘Cami’; Mescid-i Nebevi’dir, Selimiye, Kubbet’üs Sahra, Sultanahmed, Mescid-i Kuba, Süleymaniye, Mescid-i Haram, Bursa Ulu Cami ve Mescid-i Aksa’dır… Her birinin gıyabında Tahiyyetü’l Mescid Namazı kılmışlığım vardır.
Gönlümdeki türbelerde; Bahaeddin Nakşibendi Hazretleri, Mevlana Celaleddin-i Rûmî Hazretleri, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hünkâr Hacıbektaş Velî medfundur. Kasr-ı Ârifan’a yolum düştüğünde Mihverdeki Mürşid-i Kâmillerin rahle-i tedrisinden feyz almaya çalışırım.
Hayallere daldığımda saniyelik sürelerle; Ötüken, İstanbul, Balasağun, Edirne, Budin, Bağdat, Bahçesaray, Belgrad, Kazan, Semerkant, Buhara, Taşkent, Üsküp, Isfahan, Kosova, Kerkük sokaklarında dolaşırım. Fırsat buldukça Viyana’ya uğrarım. İçimi sızlatan, gözümü yaşartan, yüreğimi kanatan Viyana ah Viyana…
Gönlümü hüzün kapladığında âlimlerle sohbete dalarım: Sabahattin Zaim, Oktay Sinanoğlu, Ahmet Yüksel Özemre, Câhit Arf, İbn-i Sînâ, Farâbî, Akşemseddin, Birunî… içimi ferahlatır.
Millî ve mânevi değerlerimize saldırı söz konusu olduğunda: Kürşad olurum… Bilge Kağan, Oğuz Han, Çağrı ve Tuğrul Beğler, Sultan Alparslan, Osman ve Orhan Beyler, Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Fatih, Yavuz, Kanunî, Atatürk, Sultan İkinci Abdülhâmid Han, Celaleddin Harezmşhah, Sultan İkinci Kılıçarslan imdadıma yetişirler. Mağlubiyete uğradığımda Yıldırım Beyazıd esâret arkadaşımdır. Yıldırım ah Yıldırım…
Kültür mimarlarımızın hatırlarını sormadan duramam: Abdülkadir Meragi, Mimar Sinan, Kaşgarlı Mahmud, Itrî, Yusuf Has Hâcip, Yahya Kemal Beyatlı, Ahî Evran, Fuzûlî, Ömer Seyfeddin, Bâkî, Peyami Safa, Erzurumlu İbrâhim Hakkı, Fâtih Kerimî, Çolpan, Yahya Kemal Beyatlı, Dede Efendi, Necip Fâzıl Kısakürek, Ali Emiri Efendi, Ârif Nihat Asya, Ali Şîr Nevâî, Ahmet Kabaklı beni bekler. Ne zaman nerede ud sesi duysam, içim: Ah Cinuçen Tanrıkorur ah…
Fikir dünyamı inşa edenlere minnet borcumu ödemeye çalışırım; Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Ziya Gökalp, Atsız, Galip Erdem, Sâmiha Ayverdi, Osman Turan, Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi, hocalarıma fâtihalar gönderirim.
Siyâset ve devlet adamlarımızı ihmal etmek olmaz: Şükrü Saraçoğlu, Mehmet Turgut, Özal, Adnan Menderes, Zorlu, Polatkan, Türkeş, Taşer ve Özdağ gibi büyüklerimi de fâtihalarla anarım.
En çok da şehitlerimizle birlikteyim: Hazret-i Ali, Hz. Hüseyin ve Kerbela’nın diğer mazlumları, Ulubatlı Hasan, Hasan Tahsin, Necdet Koçak, Rıza Demirci, Abdullah Abdurrahman… Çanakkale’de, Yemen’da Galiçya’da Anadolu’da, Sarıkamış’ta, denizde, havada ve karada… vatan müdafaasına ve demokrasiye adanmış canların sâhipleri… İlle de Mehmetçik ah Mehmetçik…
Muhteşem bir tevâzu ile şöhretsizliği başarabilen mümtazlara selamlarım bâki ve dâimdir: Zeynel Abidin Tagiyev, Fethi Gemuhluoğlu, Mahmut Celalettin Ökten’e…
Kırmızı canfesten şalvar ve bürümcük gömlekler giyen, bellerine kadar uzanan uzun-gür ve kumral saçlı, ince belli, ayak parmakları ve elleri kınalı Anadolu kızları rüyalarımı süsler. Gözlerinin içine birkaç saniyeden fazla bakıldığında mahcup ve mahzun yüzleri pembeleşen namus timsali bacılarımız…
Kaşları gözlerini; bıyıkları ağzının üst ve yan kenarlarını azıcık örtecek kadar gür, bedenleri pehlivan yapılı, mertlik timsali Anadolu insanlarını özlerim.
Cenab-ı Allah’ın bahşettiği güçle dünyaya nizam verdikçe, asil bir tevazu ile yükselir, cüce zâlimlere tepeden bakarım.