Mehdi Enflasyonunun Son Örneği

İnsanoğlu dünyaya adım attığından beri ölümü ve hayatı sorgulamış, nasıl yaratıldığını, ne maksatla dünyaya geldiğini, neden göçüp gideceğini merak etmiş, bu düşünceleriyle ilgili beklentilerini din ve düşünce sistemleri içerisinde bulmaya çalışmıştır.

İşte bu arayışın neticesi olarak dinler, her toplumun hayatında tartışılmaz ve vazgeçilmez bir konuma gelmiştir.

Genelde insanlara iyiliği, sevgiyi, barışı, doğruluğu öğütleyen dinler, ne yazık ki zaman içinde istismarcılar tarafından siyasete ve ticarete alet edilerek, dünyada en fazla istismarı yapılan bir duruma getirilmiştir.

Cahil halk kitlelerinin dinî hassasiyetlerinden faydalanan bu istismarcılar, dün olduğu gibi bu günde taraftar bulabilmekte, her türlü kirli işlerini din kisvesi altında sürdürebilmektedirler.

Tarihin tozlu sayfalarında sayısız örneklerini göreceğimiz bu istismarcıları, teknolojinin zirve yaptığı, aklın ve fennin ön planda olduğu günümüzde görmek izaha muhtaç bir konudur.

Halkının %99’u Müslüman olduğu söylenen Türkiye’miz,  bu istismarcıların en fazla cirit attığı ve taraftar topladığı bir ülkedir. Mehdilik, Seyitlik, Şeyhlik gibi kanallardan giren bu düzenbazların Kur’an’a inandığını söyleyen kesimler tarafından ilahlaştırılmaları ciddi bir akıl tutulması halidir.

Kutsadıkları düzenbazların sümüklü mendilini yiyen, abdest aldığı kabın suyunu içen, kendini ve eşini bâdelettiren, pornografik görüntülerle ekranlarda boy gösteren maskarayı  Mehdi sanan, kendisine  vahiy geldiğini söyleyen sahtekâra peygamber gözüyle bakan, şeyhinin Azrail’le pazarlık yapabilecek kudrette olduğunu sanan diplomalı veya diplomasız cahillerin bu düzenin çarkını döndürmeleri  Hasan Sabbah’ın  Haşhaşilerini hatırlatmaktadır.

Geçen gün vefat eden ve ülkemizde sahte peygamber olarak bilinen İskender Evrenosoğlu’nun cenazesine üç bin kişinin katılması bu çarkın döndürüleceğini ifade etmektedir.

Hatırlanacağı üzere, kendisinin Allah tarafından Mehdi olarak ilan edildiğini söyleyen İskender Evrenosoğlu , “Risalet Nurları “ isimli kitapla ülke gündemine gelmişti.

İskender el- Ekber ismini kullanan Evrenosoğlu, söz konusu kitabın 1972-1982 yılları arasında Cibril-i Emin’in aziz ruhu tarafından doğrudan doğruya kalbine indirildiğini söyleyip, kitabın Kur’an-ı Kerim’den sonra dünyaya indirilen ilk kitap olduğunu söyleyecek kadar gemi azıya almıştı.

Altmış sekiz sayfa ve 21 sureden oluşan bu kitap, Evrenosoğlu’nun kendini nereye oturttuğunu göstermesi açısından hayret vericidir.

Kitabın içindeki surelerin; İnzal, Anlaşmazlık, Müjde, Mehdi, Sürur, Tilavet, Allah-ı Teala, Namaz, İnsan, Zaman, Kuddusi Sır, Cebrail, Marifet, İhsan, Tayy-ı  Mekân, Ramazan, Vazife, Rıza, Esma’ül Hüsna, İmamet ve Kadir-i Mutlak isimlerini taşımaları Kur’an-ı Kerim’le boy ölçüşmek küstahlığını ifade etmektedir.

Bahse konu olan kitabın içeriğine bakıldığında “Ey İskender el -Ekber kulumuz, mehdi kulumuz, vekil kulumuz. Elbette sana söz verdiğimiz gibi Ramazan ayı içerisinde Tayy-ı mekân-ı idrak etmiş olacaksın. Evet hâlâ ufak tefek bulaşıklar var. Gördüğün gibi Cebrail kararmış olarak çıktı. O şimdi senin cesedinin içini ve cesedini Tayy-ı mekân için hazır hale getiriyor. Biz o anda bütün istediğin kişileri yanına getiririz. Zaten senin sevdiğin büyükler seni sevenlerdir.”

“Ey İskender el-Ekber kulumuz. Seni Kâinatın hakimi olarak takdis ederiz.”

“Maarifeti sana ihsan eyledik. Bana şükrünü ifa etmek için üzülmene gerek yok. Zekât, oruç, namaz temel şükür vasıtalardır. Fazlası da gerekli değil. Ben haddi aşanları sevmem. Orta yoldasın, doğru yoldasın, hak yoldasın. Tam istediğimiz gibisin… Bizi en yakın tanıyan sensin. Sen sevgili kulumuzsun. Hay olanların içinde en sevgili, en çok ilim ve marifet ihsan ettiğimiz kulumuzsun. Unutma ki peygamberler dışında ilk defa bir kul Cebrail ile dünyada karşılaşacak. Onu sana gönül gözüyle birkaç defa göstermiştik. Şimdi ilk defa baş gözü ile göreceksin.”

“Ey İskender el -Ekber kulumuz. Akşam seni neden kaldırmadığımızı sorarsın. Bil ki, biz Kadir gecesi, Miraç Kandili gecesi özellikle affa ait bir şeyler yapmış olanları, onların aflarını sağlamak için kaldırırız. Bütün günahlarının affa uğradığını defalarca sana tekrarladık. Sen zaten benimle ve Muhammed kulumla beraber değil misin? Katımızdaki namazı sen kıldırmıyor musun? Seni Mehdi olarak 12. İmam olarak vazifelendirdik. Sen üzülme. Seni kaldırıp kaldırmayacağımız bizim bileceğimiz bir iştir. Sana mahzun olmak yoktur demedik mi?” gibi metinlerden oluşan bu saçmalıklara bakınca durumun psiko- sosyal bir vakıa olduğu anlaşılmaktadır.

Geçmiş yıllarda, saltanat gemisinde bayan müritleriyle keyif süren bu sahtekârın, ülke çapında ciddi bir karşılığı olmuş ve o günlerde çok yüksek bir mürit sayısına ulaştığı dahi söylenmişti.

Neyse ki, bu sahte peygamber, bir TV programında Yaşar Nuri Öztürk’le tartışmaya çıkmıştı da, şapkası düşüp keli görünmüş, milyonlarca insanın gözü önünde kepaze olmuştu.

Başında bir nur hâlesi varmış gibi çektirdiği fotoğrafının da sahte peygamberliği gibi, sahte olduğu ortaya çıkınca şöhreti bir hayli sarsılmıştı.

Bu olaydan sonra karizması çizilen ve kurduğu TV’ye yayın yasağı gelen sahte peygamber yurt dışına (ABD) çıkmasına rağmen hipnoz mekanizmasından vazgeçmemişti.

İşin ilginç tarafı bu sahtekârların ABD, İngiltere ve İsrail’in kucağında hidayete ermeleridir!

Asılsız kehanet uzmanı Şeyh Nazım Kıbrısi’nin İngiltere’den, Adnan Oktar’ın İsrail’den, Fetö’nün ve Evrenosoğlu’nun ABD’den himaye görmeleri elbetteki tesadüfi değildir.

Ölümüyle ülke gündemine düşen bu sahte peygamberi ve din istismarcılarını tekrar hatırlamış olduk.

Cenazesinde üç bin civarında insanın bulunması, din istismarcılarının sermayelerinin asla bitmeyeceği yönündedir.

Hele son zamanlarda meşhur bir şeyhin “Öyle gün olurdu ki, on bakan bizim dergâhta yatardı!” sözleri taraftarlık boyutunun dudak uçuklatan bir ifadesiydi. Özetle, din simsarlarının sermayeleri, cahil halk yığınları ve aklını işletmeyen topluluklardır. Kabul etmeliyiz ki, İslâm dünyasında bu sermaye bir hayli fazladır.