İnsan türü hangi zamanda kavimler halinde guruplaştı bilinmez. Ama guruplaşmaların millet bilincini oluşturmasıyla, milletler arası çatışmalar ve savaşlar hep olagelmiştir. Tarihin derinliklerine inerek bütün olanları irdelemek, takdir edersiniz ki pek mümkün olmaz. Sadece bizim milletimiz ile ilgili bile olsa, çok kısıtlı ve belli başlı olaylar dile getirilebilir. İşte ben burada; milletimizce son bin yılda, Ağustos ayında ve sadece savaşlarla ilgili yaşananları kapsayan kısa hatırlatmalar yapmak istiyorum.
Türk tarihinde ve Türk kültüründe, özellikle son bin yılda, Ağustos ayı çok özel ve çok ayrıcalıklı olmuştur. Bu ayda yapılan pek çok savaş vardır, hepsini burada zikretmek mümkün değil. Sadece bazılarını sıralayacağım o kadar. Bu sıraladıklarımı da ayrıntılarıyla anlatamam. Takdir edersiniz ki, bir derginin bir makalesinde ancak çok kısa bilgiler verilebilir. Siz okuyucuların, sözünü edeceğim savaşlar hakkında yeterince bilgiye sahip olduğunuzu da biliyorum. Ben buraya kısa bir liste çıkardım.
1) 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi,
2) 9 Ağustos 1389 Kosova Zaferi,
3) 21 Ağustos 1500 Navarin Limanı’nın alınması,
4) 24 Ağustos 1516 Mercidabık Zaferi,
5) 29 Ağustos 1521 Belgrad Zaferi,
6) 29 Ağustos 1526 Mohaç Zaferi,
7) 22 Ağustos 1534 Tunus’un fethi,
8) 9 Ağustos 1543 Estergon Kalesi’nin fethi,
9) 20 Ağustos 1543 Nice kalesinin alınması,
10) 15 Ağustos 1551 Trablusgarb’ın alınması,
11) 17 Ağustos 1552 Korsika adasının alınması,
12) 23 Ağustos 1921 Sakarya Zaferi,
13) 30 Ağustos 1922 Baş Komutanlık Meydan Savaşı ve Zaferi,
Yukarıda belirttiğim gibi daha çok var ama bu sıralananlar, bizim ve diğer milletlerin kaderini de büyük ölçüde etkileyen nitelikteki savaşlardır. Bu listedeki ilk savaş ve son savaş hakkında çok kısa bilgi vermek isterim:
Malazgirt Savaşı’nın ve kazanılan zaferin; Türk Milleti, İslamiyet ve Bizans, dolayısıyla batılılar için neleri ifade ettiğini ve sonuçlarını hepiniz bilmektesiniz. Ben size bildiklerinizi tekrarlamayacağım ama o çok önemli savaşın komutanı olan; asker, devlet adamı ve bir Alp Eren olan Alpaslan’dan bahsetmek istiyorum.
Alpaslan sıradan biri değildi, seçkin bir aileden geliyordu. Şöyle ki: Hazar Türk İmparatorluğu’nun kurucu unsurlarından birisi de Oğuzların Kınık boyudur. Kınık boyunun başında bulunan DUKAK, aynı zamanda devletin Apatarkanlık (Genelkurmay Başkanlığı) görevini yapmıştır. DUKAK’IN oğlu SELÇİK (Selçuk), Selçik’in ikinci oğlu MİKAİL, Mikail’in ortanca oğlu ÇAĞRI. Ve işte… Çağrı Bey’in küçük oğlu ALPASLAN.
Alpaslan 20 Ocak 1029 da doğdu. Daha devletin başına geçmeden bile çok önemli işler yaptı. Bu yaptıklarından biri de şuydu; Belh Valilisi Ali Bin Şadan’ın emrinde çalışmakta olan İbû Ali Hasan’ı keşfetmesidir. Sonradan Nizamülmülk ünvanını alan bu yetenekli insana, gerekli değer verilmiş ve saraya alınmıştır. Daha sonra, Alpaslan sultan olduğunda onu baş vezir yaptı.
Alpaslan, amcası Tuğrul Bey öldükten sonra, 1064 yılında Selçuklu İmparatorluğu’nun başına geçti. Onu anlamak ve tanımak için onun hakkında çok şey okumak ve bir devlet adamı olarak yaptıklarını ayrıntılı olarak incelemek gerekir. O çağın siyasi koşullarında nelerin niçin yapıldığını ve sonuçları göz önüne almalı. ‘Eğer Selçuklular olmasaydı neler olabilirdi ‘yi iyi görmek gerekir… O, gerçekten ALP idi ve ASLAN gibiydi. Onu anlamamıza yardımcı olması bakımından iki olaya yer vermek istiyorum:
1) Alpaslan, Bizans ordusunun o yıl saldırmasını beklemediği için yanında sadece elli bin kişilik bir ordu tutmaktaydı. Bizans ordusunun gelmekte olduğu haberi alındığında, asker toplamak için artık çok geçti. Elindeki ellibin kişilik ordu ile o da Anadolu’ya doğru, Bizans ordusuna karşı harekete geçer. İki ordu birbirine yaklaşmakta iken, Alpaslan’ın öncü çaşıtlarından bir gurup huzura gelir. Ve şöyle derler (endişelidirler):
“Sultanım, düşman ikiyüzbin den fazla mevcudu olan büyük bir ordu ile bize doğru gelmekte.”
Alpaslan, çok sakin, şöyle der:
“Endişe edilecek bir şey yok, biz de onlara doğru gitmekteyiz…”
2) İkinci olay da şöyle: 25 Ağustos 1071, savaştan bir gün önce. İki ordu karşı karşıya gelmiştir. Savaşın başlamasına artık günler değil saatler vardır. O dönemin savaş adabına gereği, Alpaslan Romen Diyojen’e savaşmadan anlaşma yapmak üzere bir gurup elçi gönderir. İmparator elçilere şöyle der:
“Sultanınıza söyleyin, kendileri ile barış görüşmelerini başkentiniz Rey’de yapacağım. Ordumu Isfahan’da kışlatıp, atlarımı Hamedan’da sulayacağım.”
Alpaslan’ın elçileri dönerler ve olanları anlatırlar… Hemen arkalarından bu kez Diyojen bir elçi gurubu gönderir. Bizans elçileri Alpaslan’a; eğer savaşmadan teslim olursa canının bağışlanacağını söylerler hem de küstahça bir tavırla… Alpaslan onlara:
“Teslim olmazsam ne olacak?”
Elçiler:
“Doğrusu, o takdirde neler olacağını imparatorumuz elçilerinize söylemişti.”
Alpaslan aynen şöyle der:
“Gidin imparatorunuza söyleyin, size söz veriyorum, atlarınız Hamedan’da sulanacak ama o sırada imparatorunuz ve siz nerede olursunuz bilemem!”
26 Ağustos. Akşam üzeri savaş biter. Diyojen ve kendisine yakın adamları esir alınır… Gerisi malûm, esirler Türk konukseverliği ile ağırlanırlar. Bizans’tan tazminat alınır ve yıllık vergiye bağlanır… Ha bu arada; Alpaslan’ın bir komutanına şu emri verdiği söylenir:
“Bizans ordusundan sağ kalan atları toplayın, Hamedan’a kadar götürün ve orada bu atları mutlaka sulayın.”
İşte ALPASLAN!
Türkmenistan’ın merhum cumhurbaşkanı Türkmenbaşı; dil konusunda yeni düzenlemeler yaparken ay adlarını da değiştirdi. Çıkarılan yasada, Ağustos ayının adını, ALPASLAN koydu…
Yukarıdaki listede zikredilen en son savaş ise Kurtuluş Savaşımız. O savaşın önemi çok ama çok büyüktür. Kurtuluş savaşını canları pahasına kazanan şehitler, canlarını ortaya koyarak savaşan gaziler, Başkomutan ve onun silah arkadaşları, basit bir savaş değil, evrensel bir zafer kazandılar. Ne yazık ki çoğumuz bunu yeterince anlamadık ve hâlâ da anlamamakta direniyoruz. Emperyalizme karşı, kendilerini üstün ırk görerek bütün insanlığı köle yapmak isteyen, tek dişi kalmış canavara karşı kazanılan bu zafer çok önemlidir. Kurtuluş savaşında kurtarılan sadece Türk Milleti değil, bütün insanlıktır. Yeryüzünde, şer güçlere karşı koyacak güç sadece Türk ordusu idi. İslam’ı da bu ordunun kurtardığını bazılarının bilmesi gerekir…
Savaşın Baş Komutanı olan Muhteşem insan ATATÜRK’ü, silah arkadaşlarını ve Mehmetçikleri anlatmak için bu sayfaların yetmeyeceğini biliyorsunuz. Ben burada size, kurtuluş savaşımızın önemini, çok özel bir biçimde vurgulayan, büyük şairlerimizden Yahya Kemal BEYATLI’nın bir dörtlüğünü sunmakla yetiniyorum.
26 AĞUSTOS 1922
Şu kopan fırtına Türk ordusudur Yâ Rabbî
Senin uğrunda ölen ordu budur Yâ Rabbî
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Gaalib et çünkü bu son ordusudur İslâm’ın
************************************************
Ali DEMİREL: Nevzuhur Dergisi Genel Yayın Yönetmeni / ANTALYA