Ali DEMİREL

Yazar - Ziraat Mühendisi

Haçlı Seferleri Sona Ermedi

Önceki yazıda, Türkiye Devleti’nin ordusu gelerek Orta Doğu’yu Haçlı yönetimlerinden ve hegemonyasından kurtardı demiştik ya¸ ne demek istediğimi pek çok okuyucumuz anlayamamış, haklılar. Çünkü HAMAGA’lar kullanılarak bize kendi tarihimiz öğretilmedi, Haçlıların bize öğretmek istedikleri, bizim tarihimizmiş gibi önümüze konulmuş sözde tarihlerdir.

Sanırım öncelikle şu HAMAGA’ların ne olduğunu açıklamalıyım. Bu sözcük benim türettiğim bir kısaltma. HAMAGA, üç ayrı sözcüğün kısaltılarak birleştirilmesinden oluşmuştur. Şöyle: HAİN = HA; bunlar Türk’e ve İslam’a düşman olanlar tarafından kiralanırlar veya satın alınırlar. Düşmanların istediği şekil ve yöntemlerle ihanet ederler, karşılığında da pek çok para, mevki ve makam, sözde itibar ve ödüller kazanırlar. Ayrıca bu hainler yurt içinde ve yurt dışında sürekli kollanırlar ve korunurlar. Bunları öyle birkaç evrak satan ayak takımı haincikler gibi düşünmeyin. Bazıları siyasetin üst sıralarındadırlar, bazıları yönetimdeki liderlerin danışmanı olurlar, bazıları yüksek düzeyde bürokrattır, bazıları sanatçıdır, bazıları din adamıdır, bazıları öğretim görevlisidir, bazıları fikir adamı, sözde aydın, basın mensubu ve edebiyatçıdırlar. Benzeri yerlerde bunları görmek mümkündür. Her biri refah içinde yaşarlar, zengin olmuşlardır, yabancı ülke bankalarında kabarık hesapları vardır. Bazılarına mesela dünya çapında edebiyat ödülleri ve milyonlarca dolar verirler. Haçlılar verdiklerinin karşılığını fazlasıyla alırlar, çünkü hainler gebe kaldıkları düşmanlara vatanlarını bile satabilecek kadar aşağılıklardır. İşte bu hainlere ben kısaca HA dedim. Kısaltmadaki ikinci sözcük ise: MANKURT = MA; bunların varoluş tarihleri de çok eskidir, günümüzden binlerce yıl önce bile varlardı. O çağlarda Türk düşmanları, özellikle Çinliler küçük yaşlarda ele aldıkları Türk çocuklarını özel eğitim hatta işkence ile beyin yıkama uygulamasına tabii tutmuşlar. O zaman bile çeşitli teknikler sayesinde, kendi milletine yani Türk’e düşman Türkler yetiştirmişlerdir. Ta o çağda bunlara MANKURT denilmiş. Beyin yıkama denilen bu tince ameliyat o kadar başarılı olurmuş ki, bir mankurt öz annesini gözünü bile kırpmadan öldürürmüş. Aynı beyin yıkama işi günümüzde Türk düşmanları tarafından, yepyeni tekniklerle Türk çocuklarına ve gençlerine uygulanmaktadır. Yabancı okullar (bazen ana okulundan başlanarak), kolejler yani misyoner papaz okulları, yurtlar, hatta sözde Müslüman okulları ve yurtlarında, bazen de özel eğitim ve kurs ortamlarında Türk çocuklarının beyinleri yıkanmaktadır. Böylesi uygulamalara tâbi tutulan gençlerimizden önemli bir bölümü, artık tam bir, Türklüğe ve Türk Milliyetçiliğine düşman haline geliyorlar. Böylelerini öylesine bir ruhsal saplantı içine sokuyorlar ki, yabancı milletlerin insanlarından yani Türk düşmanı olan yabancılardan daha çok Türk düşmanı haline geleler bile oluyor. Orta çağda da Osmanlı İmparatorluğu zamanında ve daha öncesinde Türk çocuklarını kaçırarak, papazların denetim ve eğitimleri ve de beyin yıkamaları sonunda Türk düşmanı yaptıkları ve bize karşı savaştırdıkları tarihi gerçeklerdir. Günümüzde de bu beyin yıkama uygulamaları olanca hızıyla sürmektedir. Ne yazık ki gençlerimiz arasında bize düşman ama Türk düşmanlarına dost ve onlara hayran, karanlık kişiler yetişmekte. Türk düşmanları yetiştirdikleri bu mankurtları bize karşı kullanmaktadırlar. Bunlar da Haçlı zihniyeti tarafından beslenir, refah düzeyleri yüksek tutulur ve tabii ki korunurlar, kollanırlar. İşte bunlara da ben kısaca MA dedim. Kısaltmasını yaptığım diğer sözcük ise; GÜDÜK AKILLILAR = GA: Bu tabire uyanların gösterdikleri davranışlar gerçekten de tam bir güdük akıllılık. Bunlar; kitap okumazlar, fikir tartışmalarıyla ilgilenmezler, düşünme zahmetine katlanmazlar, herhangi bir konuda kendilerine has görüş oluşturamazlar ancak birilerinin fikir ve görüşlerini savunurlar. Dolayısıyla akılları kısadır ve başkaları tarafından güdülmeye hazırdırlar. Ne yazık ki bunların oran olarak miktarı çok fazladır. Yurt içindeki ve yurt dışındaki şer güçler tarafından kullanılırlar. Bunları, özellikle toplu halde davranışlara yönlendirildiklerinde çok kolay teşhis edersiniz. Mesela: şer güçler tarafından kurulan dernek ve vakıf gibi sivil toplum kuruluşlarına bunları toplarlar; kendi istekleri doğrultusunda gösteri yaptırırlar. Hatırlarsınız; iki yabancı şirketin Bir bölgemizde altın madeni işletmeciliğini ele geçirmek ile ilgili sözde çevre sağlığı bahanesiyle güdük akıllıları nasıl toplayıp yönlendirdikleri sonradan ortaya çıkmıştı. Bunları toplu halde devlete isyan ettirebilirler, çevreyi yakıp yıkıp yağmalatabilirler, insanları öldürtüp yaktırabilirler. Bu güdük akıllıları siyasi amaçlarla kullanabilirler, dini amaçlı kullanabilirler… Örnekler çok, hepsini burada sıralayamam ama net bir örnek vereyim; binlercesini bir araya toplayıp ‘hepimiz Ermeniyiz’ diye bağırtmadılar mı?!.. Evet, bundan böyle yazılarımda HAMAGAlardan bahsedersem ne demek istediğim sanırım anlaşılır.

Şimdi Haçlı Seferlerine dönelim. Haçlı orduları Ortadoğu’dan çekip gitmelerine karşın Haçlı yönetimleri ve hegemonyaları sürmekteydi. Haçlıların yönetimi altında olmayan Müslüman şehirlerde ise baskı ve şiddet hüküm sürmekteydi. Bu durum böyle uzun yıllar sürüp gidemezdi. Tam bu kaos ortamında Mısır’da çok önemli bir gelişme oldu. Mısır’daki Müslümanların güvenliğini sağlamak üzere (Fatimilerden ve Haçlılardan korumak için) Asya’dan Kıpçak Türkleri getirilmişti. Kıpçak atalarımız Mısır’a asker olarak gelmişlerdi, kendileri de Müslüman oldukları için Müslümanları korumanın kutsal bir görev olduğu bilincindeydiler. Bu görevlerini çok büyük bir başarı ile yerine getirirken, Mısır’a ve halkına pek alışamamışlardı, yerli halktan kızlarla evlenmiyorlar, Orta Asya’dan Türk kızları getirtip onlarla evleniyorlardı. Yaşlanıp da ölmesi yaklaşan Kıpçak atalarımız, ölmek için yine Orta Asya’ya gidiyorlardı. Bunları niçin yazma gereği duyduğumu yazacaklarımdan anlayacaksınız…  Mısır’ı yöneten siviller devlet ve devletçilik anlayışından yoksundular. Şimdiki anlamıyla ekonomi batmış durumdaydı, halk yoksul ve sanki başıboş haldeydi. Durumun iyi olmadığını ve yeni bir düzenlemeye gerek olduğunu gören Türk askerleri mevcut, sözde kalmış devlete el koydular, 1249 yılında Eyyübi devletini yıktılar. Türk askerlerinin baş komutanı olan AYBEY Başbuğ olarak devletin başına geçti. Mısır’da yepyeni bir Türk devleti kurulmuştu. Başbuğ Aybey kısa zamanda devleti derleyip toparladı, halkın refahı için önlemler aldı. Zaten yaşlı olan Başbuğ Aybey ölümünün yaklaştığını anlayınca iktidarı, çok iyi yetiştirdiği Mustafa Kuduz’a bırakarak Orta Asya’ya gitti. Mustafa Kuduz; orduyu ve devleti çok güçlendirdi, halkın refahını artırdı, devletin sınırlarını Afrika içlerine ve Kuzey Afrika taraflarında genişletti… Ayn Calût Savaşında öncü orduların komutanı olan Baybars, Mustafa Kuduz’dan sonra Başbuğ oldu ve devletin başına geçti. Başbuğ Baybars (Sultan Baybars) Muhteşem bir devlet başkanı ve ordu komutanı olarak; Mısır’da kurdukları Türk devletini o çağda dünyanın en güçlü devletlerinin biri haline getirdi. Şu örnek bile yeter: Dünyada hiçbir devletin ve ordunun yenemediği Cengiz Ordularını Perişan etti.  Halkın refahı çok yükseldi. Mısır halkı tarafından Türk askerleri, Türk yöneticiler özellikle de devlet başkanı çok seviliyordu. İşte bu muhteşem atamız Başbuğ Baybars: Devleti ve milleti ihya ettikten sonra, ordusunun başına geçerek Suriye’ye yöneldi. 1265 yılında Suriye taraflarında Haçlıların elinde ve yönetiminde olan bütün kaleleri ve şehirleri aldı. 1268 yılında da Hatay Haçlı Prensliğini ortadan kaldırdı. Böylelikle Ortadoğu’daki Haçlı zulmü sona ermiş İslami yönetim hakim olmuştur. 250 yıl hüküm süren Türkiye Devleti; 1516 yılında, bayrağı; Başbuğ Yavuz Selim eliyle bir başka Türk devletine, Osmanlı İmparatorluğuna devretti.

İşte tam burada önemli bir hususu açıklama gereğini duydum: Mısır’da devlet kuran Kıpçak atalarımızın; İslam’ı ve Müslümanları, Fatimiler gibi sapıkların ve Haçlıların elinden kurtarmış olmasını ırkçı Araplar çekemediler. Bu atalarımıza, yazdıkları tarihlerde ‘köle’ (memlûk) dediler. Kurdukları devlete de ‘Köle Devleti’ (Memlûk Devleti) dediler. Güya kendileri sahip, Kıpçak atalarımız ise onların paralı köleleri imiş! Gerçek tarihçiler için deli saçması olan bu yazılanlar, ne yazık ki Türk Tarihi sahipsiz olduğundan öylece kaldı. Eli kalem tutan Arap ırkçılarının bu tutumu karşısında Haçlı zihniyeti hemen bu sahtekârlığın üzerine atladı ve onlar da Kıpçak atalarımıza köle, kurdukları devlete de köle devleti diye tarihlerine yazdılar… Bütün bunlara alışkınız, her zaman böyle çirkeflikleri, hem Arap ırkçıları hem de Haçlılar tarihler boyunca yapmışlardır ve halen de yapmaktalar. Oysa Kıpçak atalarımız Mısır’da hep efendi olmuşlardır. Kurdukları devletin adı ise, resmi kayıtlarda ve devletin yazışmalarında var, halen o belgeler mevcut. Mısır’da Kıpçak atalarımızın kurduğu devletin adı: ED DEVLET – ÜT TÜRKİYA’dır, yani ‘Türkiye Devleti’dir. Türk ve İslam düşmanlarının böylesi kıskançlık ve düşmanlıkları konusunda Türk Milletini özellikle de yeni yetişen nesillerimizi uyarmalıyız. Ayrıca ve daha da önemlisi, içimizdeki HAMAGA’lar ile ilgili olarak da uyarmalıyız, onlar da saygıdeğer atalarımıza köle diyorlar ve sözde tarihlerinde öyle yazıyorlar. Okullarımızda okutulan tarih kitaplarında bile ‘Türkiye Devleti’ için ‘kölemenler devleti’ diye yazılmadı mı? Şunu çok iyi bilmeliyiz; Türk ve İslam düşmanları ile HAMAGA’ların yazdıkları tarihler Türk Tarihi değildir. Onların bazı gerçekleri doğru yazmış olması sizi yanıltmasın; araya öyle yalan ve iftiralar sokuştururlar ki, yazdıklarıyla genç ve bilinçsiz beyinleri zehirlerler. Hele onların Türk Tarihini yorumlaması, tamamen Türk düşmanlığı yapmak adına beyin yıkama ameliyesidir. Aman dikkat!..

Tekrar Haçlılara dönelim. Ortadoğu, Haçlılardan ve sapık inançlılardan kurtarılıp, söz konusu topraklarda İslam’ın egemen kılınması, Haçlı seferlerini sonu mu olmuştur? Hayır. Osmanlı İmparatorluğu yıkılıncaya kadar (1915 – 1918) kutsal topraklarda Haçlılar hiç egemen olamadılar. Ama bu arada Haçlı seferleri hep devam etti. Onlar kendilerine düşman olarak Türkleri seçmişlerdi ya… İşte o Türkler; Selçuklu İmparatorluğunun yıkılmasından sonra, küllerinden yepyeni bir İmparatorluk doğmaktaydı. Hemen saldırılara başladılar. Osmanlı İmparatorluğu zamanlarında yapılan haçlı seferlerini teker teker anlatmak, irdelemek elbette kısaca hatta özet olarak bile anlatılmaya kalkılsa ciltlerle kitap yazmak gerekir. Ama duruma şöyle bir bakabiliriz: Osmanlı İmparatorluğuna yapılan saldırılar; birden çok Avrupa devleti ve ordularınca yapılmıştır ve Papalık mutlaka organizatör olarak rol almıştır. Yani Osmanlı ile Avrupalıların savaşlarının tamamı Haçlı saldırısıdır. Her saldırdıklarında toprak ve itibar kaybetmişler ama asla pes etmeyerek, inatla haçlı seferlerine devam etmişlerdir. Türklerle kara savaşlarında başa çıkamayacaklarını anlayınca Akdeniz’de sürekli sorun çıkartmaya başladılar. Türkler denizciliğe önem verip, donanmalar kurunca bu kez denizden saldırıya geçmişlerdir. Deniz savaşlarından en önemlisi bilindiği gibi Preveze deniz savaşıdır. Bir tarafta, Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz Donanması var. Diğer tarafta ise; Denize kıyısı olan bütün Haçlı devletlerinin birleşik donanması, denize kıyısı olmayan Haçlı devletleri ise asker, malzeme ve para katkısı yaparak oluşturdukları, o çağda dünyanın en büyük donanması. Bu oluşturulan birlik Haçlı donanmasıdır ve yapılan da bir haçlı saldırısı - seferidir. Sonuç malum… Bir başka örnek; I. Dünya savaşında Haçlılar yine birleşerek Türk Milletine saldırdılar. Olmadı, bütün dünyadan asker topladılar, Haçlı devlet ve milletlerinin hemen hepsi birlik oldular (Almanlar hariç ama onların kendilerince iç – çıkar çatışması gerekçelerinden…). Sömürgelerinden dahi asker toplayıp getirdiler. Savaş gemisi olan Haçlı devletleri, o zamanın en vurucu zırhlı savaş gemileriyle muazzam bir Haçlı donanması oluşturdular. Önce denizden, olmadı sonra karadan saldırdılar. O muazzam Haçlı ordularını ve Haçlı donanmasını, o günün dünyaca ünlü, tecrübeli komutanları yönetmekteydi. Karşılarında ise Yorgun ama cesur Türk Ordusu, birbirinden değerli Türk komutanları ve 34 yaşındaki Albay Mustafa Kemal vardı. Sonuç malum. Çanakkale saldırısı da bir Haçlı Seferi idi. Bu savaşın devamında; Anadolu’ya her taraftan saldırmaları da bir Haçlı Seferi idi. Kurtuluş savaşının da sonucu malum…

Haçlı seferleri ve saldırıları hiç durmadı. Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’ne Başlangıçta saldırmadılar, özellikle Atatürk zamanında, bazı yoklamalar çektiler ama genelde pusuda beklediler. Başbuğ Atatürk’ün ölümünden sonra hemen saldırıya geçtiler; bu kez silahla değil ‘barış’ kavramını kullanarak, kalkınmamıza sözde yardım ederek (aslında kalkınmamızı engelleyerek) çok çeşitli konularda anlaşmalar imzalatılarak emellerine ulaşma yolunu seçtiler. Böylece bizi (çaktırmadan) yönetmek girişimlerinde epeyce yol aldılar. Bu arada yeni yetişen nesillerimizi, dilimiz ve dinimiz ve de tarihimizden kopararak yozlaşma sürecine soktular. Gençlerimizin hatta küçük çocuklarımızın, öz kültür değerlerimizden kopmaları için halen yoğun bir çaba içindeler. Ayrıca; Türkiye’yi Müslüman ve kardeş devlet – milletlerden koparmak, ayrıştırmak için çeşitli politik oyunlar başlattılar. Söz konusu politik oyunlar halen sürmekte. Silahsız çalışmalarının yeterli olmadığı yerlerde askeri müdahale hatta savaşa başvurarak bizi çember içine almaya çalışmaktadırlar… Haçlılar için yegâne düşman Türklerdir, İslam’ı yok etmek için önce bizi yok etmek gerektiğini biliyorlar bu yüzden bize olan düşmanlıkları bitmez. Haçlıları organize edip saldırtma işini Papalık üstlenmiştir ya; günümüzdeki Papa 16. Benedikt hakkında, Araştırmacı Yazar Aytunç ALTINDAL şöyle yazıyor; “Papa’nın Türkiye’ye bakışı kendinden önceki II. Jean Paul gibi negatiftir. Ancak İslam alemi ve Arap dünyasıyla arası iyidir.”  Evet ne hazindir ki Araplar Müslüman oldukları halde Haçlılarla günümüzde de dostturlar; oysa Kuran-ı Kerim’de böyle bir dostluk kesin bir şekilde yasaklanmıştır!.. Günümüzde HAMAGA’lar, Türk Milletini uyandırmaya yönelik böylesi fikir – görüş ve yazılar için ‘boş verin bunlar komplo teorisi’ diyerek; çabaları boşa çıkartma, apaçık bilgilerin üzerini örtme gayretine girmişlerdir. Onların böylesi tutumları karşısında kendimi savunmak için sözü uzatmayacağım. Sadece bir örnek vermekle yetineceğim. Bilindiği gibi Haçlıların ileri gelenleri ABD’de yaptıkları önemli toplantıdan sonra Irak’a saldırı kararı ile ilgili olarak, zamanın ABD başkanı, basın mensuplarının önünde ‘bu bir Haçlı seferidir’ demişti. HAMAGA’lar bu açık itirafı örtbas etmek istediler. Oysa öyle kıvırıp bükmeye gerek olmayacak kadar açıkça söylenmişti. HAMAGA’ların aksine, kendisi de bir Hıristiyan olan Mike PAİNE, bakın ne diyor: ‘Son Haçlı seferi’ başlıklı yazısından “… Biz yine de Bush’un geri alma teşebbüsüne rağmen bu olaydaki sözcük seçiminin uygun olduğunu ifade etmek zorundayız. Ne de olsa hem George Bush hem de Tony Blair, Hıristiyan inançlarıyla nitelendirilmişlerdir ve bu vakada muhalifleri İslam’ın takipçileridir…”  Ne demişlerdi: ‘Biz Irak’a demokrasi getiriyoruz’. Aynı yazar bu konuda da şöyle yazmış:  “…. Haçlılar kendilerini Tanrı’nın işini yapıyor olarak görmekteydiler. Benzer şekilde, onları çok daha sonra izleyenler kendilerini yabanilere uygarlık getiriyor şeklinde görmüşlerdir. Ekonomik yararlar her ikisine de eşlik etmiştir….”  Her şey ne kadar açık ve net! Yoksa değil mi?.. Irak’a düzenlenen Haçlı seferi de aslında bize saldırıdır. Haçlıların biz Türklere tarihler boyunca sürekli saldırmalarının elbette çok önemli bir sebebi var, bu durum ayrıca yazı konusu edilecek…

Haçlı Seferleri’ni konu alan yazı serimizin sonunda tekrar uyarıda bulunmak istiyorum: Türk Milleti, özellikle Türk gençleri, artık uyanalım!. Düşmanlar, HAMAGA’ları kullanarak; yazılı basını ve görsel basını ele geçirmiş olabilirler. Paraca güçlü durumda olabilirler. Siyasette ve yerel yönetimlerde köşe başlarına çöreklenmiş olabilirler… Korkma! Yapılacak ilk şey; uyanmak – onların ve olanların farkına varmak ve çevremizi sürekli bilinçlendirmek olmalı. Düşmanlar; dernekler, vakıflar, sivil toplum örgütleri kurarlar. Para konusunda hiç sıkıntıları yoktur. Dikkatle bakar irdelerseniz onları teşhis eder ve neyi niçin yaptıklarını anlarsınız. Türk Milleti için çabalayanları da kolayca fark edersiniz. Önemli bir başka konu ise; karşımıza bazı delil ve kaynaklarla çıkarak kandırma ve yanlışa yönlendirme şeklindeki uygulamalarına kanmamalıyız, onlara inanmamalıyız. En azından şüphe uyandırmaya çalışırlar, sakın yolunuzdan dönmeyin. Bakın gerçek Türk Tarihçilerimizden Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL 30.12.2012 tarihinde bir tv. Kanalında ‘Tarih ve Medeniyet’ başlıklı programda şöyle dedi: “Türk Milletini tarih köküyle birlikte ortadan kaldırmak isteyenler, ellerinde bir sürü belge ile çıkıp tarihimizin gerçeklerini yasaklıyor, yok sayıyor ya da saptırıyor. Ellerindeki belgelerin tamamı batılılar tarafından hazırlanmış düzmecelerdir.” Daha başka ne denir?!!..     

             Bu yazı dizimizin oluşmasında faydalanılan kaynaklar:

 

1) HAÇLI SEFERLERİ  - (ORİJİNAL ADI) CRUSADES

    YAZAR: Mike PAİNE İng. İlk baskı: Pocket Essentials – 2007

    Türkçe ilk baskı: Kalkedon yayınları – Nisan 2011

2) TÜRK İMPARATORLUKLARI TARİHİ - M. Orhan BAYRAK

     Bilge karınca yayınları (2002)

3) Türkler Niçin Müslüman Oldu – İsmail Hami DANİŞMEND

     TİMAŞ yayınları 2008

4) Arapların Gözünden Haçlı Seferleri – Amin MAALOUF

    Yapı Kredi Yayınları

5) Papa 16. Benedikt – Aytunç ALTINDAL

     Bir Harf Yayınları 2006

6) Özgür Ansiklopedi

 

Ali DEMİREL: Nevzuhur Dergisi Genel Yayın Yönetmeni / ANTALYA