Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Kanije Müdâfiî Tiryaki Hasan Paşa Destanı (27 Ekim 1611 Târihinde Vefatı Dolayısıyla)

Müstakbel Almanya imparatoru Arşidük Ferdinand yüz bin kişilik ordusuyla Kanije önlerine geldi. Ordusunda Almanlardan başka İtalyan, Papalık, İspanyol, Malta ve Fransız birlikleri de vardı. Bu ordu, yeni bir haçlı ordusuydu adetâ... Ayrıca orduda 47 ağır top vardı. Bu kuvvetlerin karşısında; Kanije Beylerbeyi Tiryaki Hasan Paşa kumandasındaki dokuz bin asker ve yüz küçük kale topu ile kalplere sığmayan coşkun bir iman vardı.

9 Eylül 1601'de Kanije Kalesini kuşatan haçlı ordusu 2 ay 8 gün devam eden kuşatma müddetince kaleye günde bin ilâ iki bin gülle yağdırdı.

Kuşatma cereyan ederken Hasan Paşa, Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa'dan yardım istemiş, ancak Sadrazamın gelme ihtimalinin olmadığını öğrenmiştir. Bu durum karşısında asla metanetini bozmamış, güya sadrazamdan geliyormuş gibi, kendi yazdırdığı bir mektubu kale ahâlisinin önünde okutmuştur.

Yine Sadrazam'a hitaben yazdığı mektupların kasten düşmanın eline geçmesini temin etmiş, bu mektuplardaki, Kale’nin durumunun çok iyi olduğunu ve sadrazamın gelmesine lüzum olmadığını bildiren mesajlarıyla düşmanın moralini bozmuştur. Düşmanın moralini bozmak için uygulanan diğer taktikler:

 *Kalede barutun bitmesi üzerine Uzun Ahmed isimli yeniçeri baruthane kurarak barut imal etmeğe başlamıştır.                                                                                                                                          

*Kalede yiyecek sıkıntısı çekilmesine rağmen yakalanan düşman esirleri yağla, balla beslenmiş ve bunların kaçmasına göz yumularak gördüklerini anlatmaları temin edilmiştir.                                               

*Zaman zaman yapılan huruç hareketleriyle düşmanın gözü korkutulmuştur.                                                                    

*80 yaşındaki Hasan Paşa atın üzerinde dik durmak için kendisini urganla üzengiye bağlatmış ve en önde hücum ederek düşmanı perişan etmiştir.                                                                                         

*Devamlı yaptığı konuşmalarla askerin moralini takviye ederek şevk içerisinde olmalarını temin etmiştir. Hasan Paşa'nın Allah uğruna şehid olmanın faziletini anlatmasından sonra askerler şahadet şerbetini içmek için büyük bir azimle düşman saflarına dalmaktan çekinmemişlerdir.

“Paşam!.. Gazilik mi iyidir, yoksa şehitlik mi?” Diye soran askerlere şu cevabı vermiştir: “Cenab-ı Hak şehitliği kime dilerse ona verir. Gazilik ise hepimize farzdır. Yani Allah'ın kati bir emridir.”

Bu cevabı alan asker, kendisiyle birlikte savaşa katılıp şehid olmayı arzuladığını söyleyince Hasan Paşa, "Sen burada oturacaksın, emrime itaat edip gazi olacaksın! Şehid, belki ben olurum. İtiraz istemem.” Demiş ve hususî olarak vazifelendirdiği Yeniçeriyi kalede bırakarak kendisi yalınkılıç düşman saflarına dalmıştır.

Seksenlik komutanlarının cesaretini, kararlılığını gören gaziler coşuyor, birbirleriyle fedakârlık ve kahramanlık yarışına girişiyorlardı. Atılan güllelerden kalenin bedeni delik deşik olmuştu. Bu delikler geceleri sabahlara kadar çalışılarak sepet parçaları, yırtık elbiseler ve bulabildikleri diğer eşyalarla tıkanıyordu.

Kış bastırınca kaledekilerin durumu daha da vahim hal almıştı. Artık dayanmak imkânsız hâle gelmişti. Bu durum karşısında Hasan Paşa komutanlarıyla istişâre ederek umumî bir taarruza karar verdi. 17 Kasım 1601'de Mehteran cenk havasını vurmaya başlamıştı. Kaledeki serdengeçtiler tekbir getiriyorlardı. İşte bu coşkunluk içerisinde Gazi Kara Ömer Ağa 800 yiğitle kaleden çıkmış ve yıldırım gibi düşman içerisine dalmıştı. Bu beklenmedik saldırı hareketi üzerine düşman paniğe kapılmıştır. Onlar Sadrâzamın ordusunun geldiğini zannediyorlardı. Hasan Paşa ise kaledeki bütün topları son bir defa ateşletiyor ve güya Sadrazamı selamlıyordu. Düşman ordugâhı karışmıştı ve panik başlamıştı. Gazilerin “Allah Allah”   nidâları yeri göğü titretiyordu.

İlk hamlede düşmanın bütün ağırlıkları, yiyecekleri, cephaneleri ele geçirilmişti. Düşman 18.000 ölü vererek darmadağınık vaziyette kaçışmaya başlamıştı. Bunun üzerine 3.000 yeniçeri düşmanı tâkibe başlamış ve 18 Kasım günü de 30.000 düşman imha edilmişti. Başkumandan Arşidük Ferdinand ve çok az askeri canını zor kurtarmıştı. Düşmanın 47 büyük kuşatma topu, 14 bin tüfek, 60 bin çadır, 14 bin kazma ve kürek, binlerce araba dolusu yiyeceği ele geçirilmişti. Ayrıca Ferdinand'ın altın tahtı ve otağı da zapt edilmişti. Muazzam bir zafer kazanılmıştı.

Hasan Paşa, Ferdinand'ın çadırına girmiş ve böylesine bir zaferi kendisine nasib ettiği için şükür secdesine kapanmış ve iki rekat namaz kılmıştır. Daha sonra yanındakilere dönerek şöyle demiştir: "Bu kadar âciz olduğumuz halde böyle apaçık bir fethin bize nasib olması sadece Cenâb-ı Hakkın yardımı ve Peygamberimiz Efendimiz Hazretlerinin mûcizesi ve bereketiyledir. Tam bir samimiyetle çalışılır ve benim gibi âciz bir ihtiyar da olsa kumandana tam bir itaatle bağlanılırsa, Cenab-ı Hak Müslümanlardan yardımı hiç bir zaman esirgemez."

Hasan Paşa, Zaferin ardından bütün ganimeti gaziler arasında pay eder. Kendisi hiçbir şey almaz. Yakın arkadaşı olan Şair Faizî'nin târifiyle, “Son derece cesaretli, o derecede yumuşak huylu, o derece güzel ahlâka sâhip ve alçak gönüllü bir kişi” olan Hasan Paşa'nın dünya malında gözü yoktu. Öyle ki büyük fedakârlık gösteren Ömer Ağa'ya kendi sorumluluğunda olan Peç sancak beyliğini vermiştir.

Zafer duyulunca İstanbul'da bütün evlerde şenlikler yapılmaya başlanmıştır. Zafer üzerine Sultan Üçüncü Mehmed Han, Hasan Paşaya bizzat kendisinin yazdığı bir mektup göndererek Paşayı tebrik etmiş, mükâfat olarak; üç hil'at, murassa bir kılıç ve üstün vasıflı üç at göndermiş, ayrıca vezirlik rütbesi verilmiştir. Bütün bunlar karşısında, son derece tevazu sâhibi olan Hasan Paşa sevinmemiş, bilakis üzüntüsünden göz yaşı dökmüştür. Sebebi sorulduğunda şanlı kumandan şöyle demiştir:

“Kanije'de ettiğimiz küçük bir hizmete karşılık bize vezirlik vermişler ve "Hatt-ı Hümayun" göndermişler. Halbuki, Kanunî Sultan Süleyman, Makbul İbrahim Paşa'yı tam bir yetkiyle kendi yerine vekil tayin ettiği zaman bile O'nun eline bu kadar iltifatlar ihtiva eden bir mektup vermemişti. Rahmetli Piyale Paşa, Yavuz Sultan Selim Hazretlerinin dâmâdı olduğu ve deniz muharebelerinde bütün Hıristiyan hükümdarlarının donanmalarına galip geldiği ve Sakız Adası'nın fethi gibi nice muvaffakiyetler elde ettiği halde kendisine vezirlik çok görülmüştü. İslâm Halifesi'nin Hatt-ı Hümâyûnu Kanije muhasarası gibi küçük bir hizmete mükâfat vermeye başladı. Devletin vezirliği, benim gibi kocamış kimselere kaldı. Buna üzülmeyeyim de,  neye üzüleyim!”

NOTLAR:

1-Yazılı edebiyatımızda Tiryaki Hasan Paşa Destanı başlıklı bir metin yoktur. Bu destan yaşanmıştır ve dillerden dillere aktarılmaktadır.

2-Rahmetli Mehmet Niyazi’nin KANİJE isimli romanı okunmaya değerdir.