Ali DEMİREL

Yazar - Ziraat Mühendisi

Haçlı Seferi Devam Ediyor

Haçlı ordularıyla Eskişehir yakınlarında karşılaşan ve savaşan Kılıçaslan; düşmanın güçlü, barbar ve çılgın savaşçılardan oluştuğunu ve sayılarının çok çok fazla olduğunu görmüştü. Ayrıca sivil halka, çocuk ve kadınlara bile akıl almaz canilikler yaptıkları, görgü tanıklarının da ifadeleri ile kesinlikle anlaşılmıştı. Türk Ordusu serdengeçti bir anlayışla düşmana saldırır tamamı şehit olabilirdi. Böyle bir durumda Türk milleti ve diğer Müslüman halklar barbar haçlıların kılıçlarına teslim edilmiş olurdu. Bütün bunları dikkate alan Kılıçaslan ve kurmayları çok isabetli bir taktik karar aldılar. Artık düşmanla bir hat-cephe savaşı yapılmayacaktı; bütün vatan ve de İslam ülkeleri savaş alanıydı. Çete savaşı usulleri uygulanarak düşman rahat bırakılmayacak, zaman içinde eritilip yok etme yoluna gidilecekti. (Ha, bazı okuyucular için hemen belirtmeliyim; o çağın koşullarında bir bölgeden bir başkasına hatta bir ilden başka bir ile orduyla girmek haftalar hatta aylar alabiliyordu.)

Düşmanın Anadolu üzerinden Hatay ve oradan da Kudüs’e gitmek istediği esir alınan Haçlı askerlerinden öğrenilmişti. Düşman ordularının nerelerden geçeceği, nasıl bir güzergâh takip edeceği tahmini olarak kestirilebiliyordu. Kılıçaslan ilk iş olarak Selçuklu İmparatorluk ordusunu iki ana unsura ayırdı. Sayıca daha az bölümü öncü birliklerdi, öncü birlik dedimse Türk ordusunun önünden gidecek öncüler değildi; düşman ordularının önünden gidecek olan savaşçı birlikleriydi. Söz konusu öncülerin görevi; düşmanın geçeceği yerlerde onların yararlanacağı hiçbir şey bırakmamaktı. Ekili tarlalar yakılıyor, hasat edilenler ambarlardan alınıp götürülüyor; koyun, keçi, sığır, at ve eşekler düşman güzergâhından uzaklaştırılıyordu. Ayrıca; düşman ordusunda bulunan yük ve binit hayvanlarının faydalanmaması için; ot, saman, yem vb her ne varsa olabildiğince yok ediliyordu. Dahası su kaynakları ve su birikintileri zehirleniyordu… Selçuklu İmparatorluğu ordusunun bu öncü birlikleri çok başarılı olmuşlardır. Düşman askerleri aç ve susuz kalmış, bir kısmı bu yüzden ölmüştür. Haçlı ordularının Avrupalı asilleri ve komutanları binitsiz kalmışlar, yaya yürümüşler bazıları ise öküz sırtın yol almak zorunda kalmışlardır. Yük ve binit hayvanlarından büyük bir kısmı da (açlıktan dolayı) kesilip yenilmiş olduğunda Haçlı orduları çok yavaş ilerleyebiliyorlardı. Bu sırada Selçuklu Ordusunun diğer savaşçıları Haçlı ordularının arkalarından ve yanlarından sürekli çete savaşı yöntemleriyle saldırıyorlardı. Bu şekilde düşmana önemli kayıplar verdirilmiştir. Düşman kendilerine saldıran Türk savaşçıların peşine takılamıyorlardı çünkü, araziyi bilmiyorlar, asıl ordudan ayrılıp takip etseler başlarına ne geleceğini kestiremiyorlardı. Ayrıca Haçlılar Anadolu’da fazla eğleşmeyip bir an önce Hatay ve Kudüs’e ulaşmak istiyorlardı.

Haçlı ordularının yol güzergâhı şöyleydi; Uluborlu, Yalvaç, Akşehir, Ladik (Ilgın ve Kadınhanı’ndan sonra Sarayönü’ne dönen yol kavşağı), Ereğli (Konya Ereğlisi)  oradan da Maraş ve de Külek boğazı üzerinden Çukurova’ya geçtiler. Bazı tarihçilere göre Haçlı orduları Çukurova’ya gelinceye kadar çok kayıp verdiler, o kadar ki Haçlı ordularının sayısı yüzbine düştü. Tam da bu sırada ilginç bir olay gelişti: O çağda Anadolu’nun bazı yerlerinde Hıristiyan topluluklar vardı. Çeşitli mezheplere mensup olan bu Hıristiyan topluluklardan biri hariç diğerleri Haçlı ordularından yana olmadılar, onlarla işbirliği içine girmediler. Ama Urfa’da Ermenilerden biri kendini kral ilan etmiş ve Urfa Ermeni Krallığı diye uydurma bir devlet kurmuştu. Oysa Selçuklu yöneticileri, özellikle de Selçuklu İmparatorluğunun ünlü Başbuğlarından Melikşah onlara çok iyi davranmış ve haklarını korumuştu. İşte o Ermenilerin sözde Urfa kralı Haçlılarla işbirliği içine girdi. Urfa yöresindeki Hıristiyanlar tarafından da sevilmeyen Ermeniler ve onların kralı; Haçlı ordularından birinin komutanı olan Boulogne’lu Baudouin’den yardım istedi ve onu ordusuyla birlikte Urfa’ya davet etti. Ordusunu toplayan Haçlı komutan hemen Urfa’ya hareket etti… Urfa’da Ermeniler ve kralları tarafından coşkuyla karşılanan Haçlı askerleri hemen şehri denetimleri altına aldılar. Ermeni kral kendini güvenceye almak için haçlı ordusuyla önemli bir bağ kurmak istedi ve Haçlı ordu komutanını, halkın önünde tantanalı bir törenle evlat edindi. Bu evlat edinmenin, o zamanki hukuk anlayışına göre, önemli bir sonucu da evlat edilenin, evlat edinenin resmen varisi olmasıydı. Yani Haçlı ordusunun komutanı Sözde Ermeni kralının varisi olarak ilan edilmiş oluyordu. Her nasılsa! Sözde Ermeni kral sabah yatağında ölü bulundu!.. Ve Haçlı ordu komutanı kendini Urfa’nın Kont’u olarak ilan etti, ‘Özerk Urfa Kontluğu’ adında bir uydurma devlet de o kurdu…

Haçlı orduları Çukurova’da fazla kalmadılar, daha fazla zaman kaybetmeden Hatay’a doğru harekete geçtiler. Ekim ayında Hatay önlerine geldiler ve şehri kuşattılar. Hatay’ın kalesi  ve iç kale çok iyi korunuyordu. Şehir genelde Araplar ve çeşitli Hıristiyan guruplardan oluşuyordu ama şehrin kalesini dolayısıyla Hatay’ı bir Türk askeri birliği korumaktaydı. Askerlerin başında Gâvurların ‘Yagı Siyan’ dedikleri (Türkçeyi, özellikle de kişi adlarını her zaman kendilerine göre sosladıkları için böyle demiş ve yazmışlar, büyük bir ihtimalle; Yagı = Yağı yani düşman, Siyan – ‘C’ yi bazen ‘K’ bazen de ‘S’ diye okuduklarından olmalı – Siyan = Kıyan Yani ‘Düşman Kıyan’ adlı  (veya lakaplı) bir komutan vardı. Yağı Kıyan ve emrindeki Türk savaşçılar, haçlı ordularına teslim olmamak için kaleyi canla başla savunuyorlardı. Günler, haftalar ve aylar geçiyor ama koca Haçlı orduları Hatay kalesini 6000 Türk savaşçısının elinden alamıyorlardı. O çevredeki illerin pek çoğu Selçuklu İmparatorluğuna bağlıydı dolayısıyla yöneticileri (valileri) Türk idi. Başta Halep olmak üzere çeşitli yerlerden, Hatay’da kuşatılmış olan Türk savaşçıların yardımına gelmişlerse de sayıca çok az olduklarından Haçlı ordularını bertaraf etmeleri mümkün değildi ve olmamıştır. Bunlardan en kayda değer olanı, Selçuklu İmparatorluğunun Musul Atabeyi KERBOĞA’nın, düşmanı yarıp Hatay kalesindeki Yağı Kıyan ve savaşçıları ile birleşerek Haçlıların kuşatmasını kırma girişimi  idi. Atabey ve komutan olan Kerboğa, çevre illerden de epeyce asker toplayarak Haçlılara saldırı hazırlığına başlamıştı. Ne yazık ki kısır iç çekişmeler sonucu toplanan askerler ve komutanlarından pek çoğu orduyu terk ettiler. Böylece, Haçlılara karşı hazırlanan ön önemli saldırı başlamadan bitmiş oldu. Hatay Kalesi’ni korumakta olan, Yağı Kıyan komutansındaki Türk savaşçılar zor durumdaydılar, yiyecekleri bile bitmek üzereydi. Şehir sıkı bir kuşatma altına alınmış; önceleri, dışarıdaki Türkler tarafından çeşitli yollarla gizlice kaleye sokulan erzak ve malzeme artık sokulamıyordu… Şimdi hemen aklınıza şu soru gelmiştir sanırım: Bir yıla yakın Hatay’ı savunan Türk savaşçıları zor durumdayken Kılıçaslan ve savaşçıları nerede? Gelin şimdi bu konuyu kısaca irdeleyelim: Devasa Haçlı ordularının Anadolu’dan geçişi sırasında devlet zaafa düştü. Haçlılar Türklerden ele geçirecekleri yerleri Doğu Roma İmparatorluğuna verecekti ya, işte bu anlaşma gereği Selçuklu İmparatorluğu pek çok şehir, belde ve il kaybetti. Bunlardan bazıları; başta başkent İznik olmak üzere, İzmir, Efes, Sart (Manisa) Alaşehir Vd. Elden çıkan yerlerdeki Türk halkından olanların düştükleri kötü durumlar, bazı yerlerde ayaklanmalar… Bu olumsuzluklara ek olarak devlet için dış tehdit hiç azalmamıştı. Haçlı orduları Hatay’a kadar gittiler, oradan da Kudüs’e… Saldırı bu kadar mıydı? Hayır. Avrupa’dan Haçlı ordularının Anadolu’ya gelişleri durmamıştı. İlk gelenlerden sonraki gelişler aylar, yıllar bazen hafta aralığıyla gelmeye devam ediyorlardı. Kılıçaslan ve savaşçıları Anadolu’yu beklemek ve devlet düzenini korumak zorundaydılar. Demek istediklerimin daha iyi anlaşılması için bazı örnekler vermek istiyorum.

Raymond St. Gilles komutasındaki 20000 (yirmibin) kişilik bir Haçlı ordusu, çılgınca ve de deli cesaretiyle aniden Anadolu içlerine, Ankara’ya doğru harekete geçti. Ankara’da kendilerince denetimi sağladıktan sonra yeniden harekete geçip daha doğuya yöneldiler. Olanları haber alan Kılıçaslan hemen harekete geçti. Danişment Gazi de askerleriyle birlikte Kılıçaslan’a yetişti. Haçlı ordusunu Niksar yakınlarında (Turhal civarında) yakaladılar. Ve savaş sonunda alınan bazı esirler dışında düşman tamamen imha edildi.

Nevers Kontu Giyom komutanlığındaki bir başka Haçlı ordusunun Konya üzerinden Ereğli’ye doğru gitmekte olduğu haberi Kılıçaslan’a ulaştırıldı. Kılıçaslan ve Danişment Gazi komutasındaki Türk savaşçılar olabildiğince hızlı davranarak Haçlı ordusunu Ereğli yakınlarında yakaladılar. Kısa süren savaş sonunda düşman ordusunun hemen hepsi imha edildi, geriye kalan az bir kısmı ise esir edildiler.

Yine bir başka Haçlı ordusu; Akitanyalı Giyon ve Dük Wolf komutasında Anadolu’da ilerlemeye başladı. Haçlıların büyük birleşik ordularının güzergâhını aynen takip eden bu haçlı ordusu, ne kadar tehlikeli bir yol izlediğinin sanırım farkında değildi! Söz konusu güzergâh, Türk savaşçılarının sürekli çete savaşı ile denetim altında tuttukları yollardı. Sadece baskın değil pek çok tuzakların kurulduğu bu yollardan geçmek delilikti. Ve sonunda olan oldu. Yollarda yiyecek ve bilhassa su bulamayan Haçlı askerleri; Ereğli yakınlarına geldiklerinde, bir derede tertemiz görünen bir su birikintisine rastladılar. Hemen bütün askerler suya üşüştüler. Oysa o su birikintisi bir tuzaktı, zehirlenmişti. Sudan içenler hep zehirlendi. Durumu anladıklarında çok geçti, Türk savaşçılar çevrelerini sarmıştı. Haçlı ordusu, zehirlenen askerlerden ötürü savaşacak durumda değildi. Düşmana göre sayıları çok az olan Türk savaşçıları dörtbir yandan üzerlerine çullandı. Sonuç olarak Haçlı askerlerinin büyük bir kısmı imha edildi, savaşmaya kalkışmayanlar ise esir edildiler…

Haçlı orduları Çukurova’ya geçtiklerinden itibaren, Anadolu’nun savunulması daha da önem kazanmıştı. Kılıçaslan, bütün iç ve dış tehlikelere açık hale gelmiş olan Anadolu’yu bırakıp da Hatay’a nasıl gitsin?

Ha, şimdi yeniden Hatay’a dönelim. Şimdi yine okurlarımızın aklına şöyle bir soru gelebilir: Tamam Selçuklu İmparatorluğunun Başbuğu Kılıçaslan ve o zamanın çok ünlü devlet adamı ve komutan olan Danişment Gazi Anadolu’yu, Anadolu’daki İslamiyet’i korumakla meşguller. Suriye illerindeki Atabeylerin koruması olan ve Türklerden oluşan küçük askeri birlikleri de Haçlı ordularıyla baş edemeyecek durumda. Pekiyi Müslüman Arap kardeşlerimiz ne yapıyorlar?.. Hemen belirtmeliyim ki; günümüzde bütün İslam kavimlerinin birlik olmalarını canı gönülden isteyen birisiyim, işte bundan ötürü; sinirime, hiddetime, öfkeme taş basarak en hafif şekilde yazmak istiyorum… Müslüman Arap kardeşlerimiz! Haçlılarla işbirliği yapmışlar, onlara çeşitli şekillerde açıkça yardım etmişledir...  Neyse! En iyisi bu konuda yazılanlardan bazılarını özet olarak aktarayım. Ünlü Arap tarihçisi İbn’ül Esir, ‘Tarih’ül kâmil’ adlı eserinde (Mısır baskısı 10. cilt 94. sahife) “Mısır’ın Şiilerden olan idarecileri, Frenklere (Haçlılara) elçiler göndererek, onları Suriye’ye saldırıp orasını zapt etmeye ve kendileriyle Müslümanların arasına girmeye davet ettiler”  Burada söz edilen Müslümanlar bizim atalarımız… Ne mutlu onlara… Şimdi de Haçlı tarihçilerin bu konuda yazdıklarından küçük örnekler verelim. Ünlü Haçlı tarihçisi Sûr piskoposu Guillaume de Tyr’ın ‘Historia de Rebus gestis in partibus transmarinis’ adındaki eserinin 153. sayfasında Mısır Fatimi Halifesi (bu Fatimiliğin Fatma Anamızla haşa ilgisi yoktur) ‘nin tutumunu bakın nasıl yazıyor: “Halife bizim liderlerimizin Antakya’yı kuşatmış olmalarına da çok seviniyordu; kendisiyle bu hususta görüşmek üzere dostluk elçileri gönderdi; bunlar büyük hediyeler getirip kabulünü rica ettiler. Halifenin kendilerine geniş çapta asker, hayvan ve erzak yardımında bulunmaya hazır olduğunu söylediler ve kuşatmayı devam ettirmelerini çok rica ettiler.”   Haçlıların Arapların yaşadığı yerlere vardıklarında ne kadar rahatladıkları bakın nasıl anlatılıyor: Rene Grousset’nin  ‘Histoire des Croisades = Haçlıların Tarihi’ adlı eserinin birinci cildinin 125. sayfası. “Onların (Arapların) Haçlılara karşı tutumları genellikle Türklerinkinden çok farklıydı. Haçlılar Türk topraklarında hep harple karşılaşmışlardı. Arap memleketlerinde ise daha başlangıçtan itibaren anlaşma ve hiç olmazsa uzlaşma teklifleriyle karşılaştılar…”  Bir başka tarihçi bakalım ne demiş: Paul Rousset, ‘Histoire  des Croisades’ adlı eserinin 101. sayfasında şöyle yazmış: “Haçlıların yolunu kesebilecek veya hiç olmazsa, arkalarından taarruz edebilecek durumda olan birçok Arap Emiri, bunu yapmak yerine Haçlılarla müzakereye girmeyi tercih ettiler.”   Bu yazılanlardan sakın, Araplar arasında mesheb açısından bir ayrım varmış gibi anlaşılmasın. Şöyle ki; Haçlılarla işbirliği yapanların sadece Şii Araplar olduğu sanılmasın, bu ihanete hapsi dahildir, o kadar ki Sünni Araplar Haçlılara at, yiyecek, içecek ve altın yardımları yapmışlardır hatta asker olarak Haçlılara katılanlar olmuştur Müslüman Kardeşlerimizden!.. Bu ihanet konusuna yine döneceğim, çünkü insanlarımız neyin ne olduğunu bilmesi gerekir diye düşünüyorum…

Evet şimdi kaldığımız yere Hatay’a dönelim. Orada neler oldu?.. Neler olmadı ki?..

 

Devamı gelecek sayıda.

Ali DEMİREL: Nevzuhur Dergisi Genel Yayın Yönetmeni / ANTALYA