Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Cumhuriyet

Türk milleti, tarih içinde bir iddiaya göre on altı devlet kurmuştur. Bu rakam, haklı gerekçelerle azaltılabilir de çoğaltılabilir de… Kurulan devletlerin çoğunun adı; devleti kuran şahsın ve ailenin adından alınmıştır: ‘Osmanlı Devleti’, ‘Selçuklu Devleti’, ‘Timur Devleti’, ‘Babür Devleti’…

Tarihte kurduğumuz ve dünya durdukça yaşayacak olan son devletimizin adı “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”dir. ‘Mustafa Kemal Devleti’ de olabilirdi. 

Kimse yadırgamazdı.

Geleneklere de aykırı düşmezdi.

Türkiye Cumhuriyeti oldu.

Çok da güzel oldu.

Bu güzellik, Türk’ün devlet anlayışında bir yenilik ve ileriliktir.

TBMM tarafından anayasanın birinci maddesine, ‘Türkiye Devleti'nin hükûmet biçimi cumhuriyettir.’  Hükmü konuldu. Anayasamıza göre bu maddenin değiştirilmesi teklif edilemez.

Cumhuriyet yönetiminde, devleti idare etme yetkisi halka aittir. Mustafa Kemal Paşa bu durumu;  ‘Hâkimiyet, kayıtsız, şartsız milletindir.’ sözü ile belirtmiştir. Bu yönetim şeklinde son söz, millet tarafından seçilmiş TBMM'dedir. Ancak cumhuriyet sisteminin işlerlik kazanması, demokratik bir toplum yapısı ile mümkündür.

CUMHURİYETİN İLANI:

Millî Mücadele'nin zaferle sonuçlanmasında tarihî bir görev yapan birinci dönem TBMM üyeleri, yeni seçim kararı alarak 1 Nisan 1923 tarihinde dağıldı. Yeni seçimlerin yapılmasından sonra TBMM ikinci dönem çalışmalarına başladı. Yeni kurulan meclis, Lozan Barış Antlaşması'nı onayladı. Böylece millî bağımsızlık tam olarak gerçekleşmiş oldu.

23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı sırada yeni Türk Devleti’nin adı henüz konulmamıştı. Hükümet, ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ adını taşıyor, meclis başkanı hükümet başkanlığı da yapıyordu. Bu sistem içinde devlet başkanlığı boş görünüyordu. Şimdi, yürürlükte olan siyasî rejime uygun devlet şeklini bulmak mecbûri hâle gelmişti. Millî Mücâdele Dönemi'ndeki, olağanüstü şartların bir ürünü olan meclis hükümeti sistemi de artık işlemez olmuştu. Bu sistemde, Bakanlar Kurulunun her üyesi için ayrı ayrı oylama yapılırdı. Bu durum ise hükümet kurulmasını zorlaştırıyordu.

25 Ekim 1923'te hükümetin istifasıyla bir bunalım ortaya çıktı. Bu olay Mustafa Kemal Paşa’ya, cumhuriyeti ilân etmek için beklediği fırsatı verdi. 28 Ekim 1923 akşamına kadar hükümetin kurulamaması üzerine, Mustafa Kemal Paşa, Çankaya Köşkü'nde arkadaşlarına ‘Yarın cumhuriyeti ilân edeceğiz.’ Diyerek fikrini açıkladı. O gece arkadaşları ile birlikte 1921 Anayasası'nın bazı maddelerini değiştiren kanun tasarısını hazırladı. ‘Türkiye Devleti'nin hükûmet şekli cumhuriyettir.’ hükmünün yer aldığı tasarı üzerinde TBMM'de yapılan konuşmalardan sonra cumhuriyetin ilânı, 29 Ekim 1923 tarihinde, ‘Yaşasın Cumhuriyet’  sesleri arasında alkışlarla kabul edildi.                            

Bundan sonra cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi. Yapılan gizli oylamada 158 milletvekilinin tamamının oyunu alan Gazi Mustafa Kemal Paşa, TBMM tarafından yeni Türk Devleti’nin ilk cumhurbaşkanı seçildi.

CUMHURİYETİM ÇOK YAŞA

Bölgemizde ve aynı kökten geldiğimiz milletler içerisinde en uzun ömürlü, özüne en yakın cumhuriyet idâresi bizde. Kara sınırları ile komşumuz olan Gürcistan, Ermenistan, İran, Irak, Suriye, Yunanistan, Bulgaristan ve denizaşırı komşularımız olan Ukrayna ve Rusya’da…  Yunanistan hâriç, hiçbirinde cumhuriyet idâresi bütün kurum ve kurallarıyla benimsenmiş değil. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetlerinde de...

Kimi insanlarımızı tatmin etmese de, yukarıda belirtilen ülkelerde; ayrıca Ürdün, Lübnan, Mısır,  Libya,  Cezayir, Fas ve Tunus... gibi ülkelerde, yönetim biçimimize gıpta ile bakanların sayısı hayli fazla.

Doksan üç yılda,  temsilî yönetimden katılımcı yönetime geçemedik. Fakat ekonomide devletçi zihniyetten özel sektör ağırlıklı sisteme geçtik. Fert başına millî gelir hesabı ile olmamız gereken noktada değiliz. Buna rağmen Rusya gibi dünya devi, İran gibi petrol ve doğal gaz zengini ülkelerden hayli ilerideyiz.

*   *   *

Geçmişteki doksan üç yılı ve bu gün bulunduğumuz yeri beğenmeyenler var.  Şikâyetlerin sebebi; lâyık olduğumuz yerde ve konumda olamayışımızdan kaynaklanıyor.  Gelecek yüz yıllarda ülkemizi ve milletimizi daha iyi yerlere ulaştırmanın yolları biliniyor. Bilinenler elbette uygulamaya konulacaktır. 

Özellikle demokratikleşme yolunda hayli mesafe aldık. İdarecilerimiz memnunlar. Artısı ve eksisi ile içerisinde bulunduğumuz ortam, onların eseri.  Kim kendi eserinden memnun olmaz?

Cumhuriyetimizin doksan üçüncü yılı kutlu olsun! Dünya durdukça devam edecek olan cumhuriyetli yıllar, aziz ve necip milletimize mutluluklar getirsin.

Bu düşünce ve dualar istisnasız olarak, Türkiye’de yaşayan Türk olsun-olmasın, Müslüman olsun-olmasın her insanın sâdece dilinde değil, gönlünde olmalı ve her gün tekrarlamalı.

Duâmızı yaptıktan sonra düşünelim: Osmanlı Cihan Devleti, 22 milyon kilometrekareye hükmediyordu. Çok kültürlü, çok dinli, çok etnik kökenli insanlar bir arada huzur içerisinde yaşıyordu. İletişimin ve ulaşımın çok zor olduğu çağlarda farklı kökenden gelen insanlar huzur ve güven ortamında, birlik içerisinde yaşıyorlardı. Sâdece sınırlarımız içerisindeki insanların değil, yakın ve uzak komşularımızın da güvenlik ve huzurundan sorumluyduk.

Öncekilerle birlikte, Birinci ve İkinci Balkan Savaşları ile Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra topraklarımız 25’te bir oranına düştü. İletişim ve ulaşımda en modern imkânlara sâhibiz. Osmanlı Devleti’nin muhteşem sınırları ile karşılaştırıldığında, ‘avuç içi kadar’ denilebilecek bir alanda yaşıyoruz. Buna da gönülden şükrediyoruz. Çünkü esir değiliz. İşbaşına getirdiğimiz yöneticiler yanlış yaptıklarında seçimle değiştirebilme imkân ve şansına sâhibiz.

Düşünülmesi gereken husus şudur: Niçin ve nasıl oluyor da içeride birliği, güven ve huzuru, dışarıda itibarlı ve caydırıcı olmayı temin edemiyoruz?

Dış tesirler, baskılar, çelme takmalar ve patinaj yaptırmalar… Hepsi doğru.

Vatan topraklarımızın jeostratejik konumu, iklim ve tabiat güzelliği, verimli topraklar, bütün dünyanın gözünün Türkiye üzerinde olmasına sebebiyet veriyor.  Bu durum, çağımızın gereğidir. Buna rağmen hak ettiğimiz yerde olabilmeyi becerebilmeliyiz.

Becerebiliyor muyuz?

Nasıl, neden, niçin?

Tekrar tekrar soralım:

Nasıl, neden ve niçin?

Tekrar tekrar sormaya devam edelim.