İnsan olarak yeryüzünde tek başına yaşayamıyoruz, ihtiyaçlarımızın tamamını bizzat kendimiz karşılayamıyoruz, bir kısım problemlerimizi başkasının yardımı olmadan çözemiyoruz.
İnançlarımızı, düşüncelerimizi, duygularımızı, sıkıntılarımızı, sevinçlerimizi paylaşacak kişi veya kişilere ihtiyaç duyuyoruz. Bütün bu ve benzeri durumlar toplum içerisinde yaşamamızı kaçınılmaz hâle getiriyor. Başta içinde yaşadığımız bir aile var. Sonra iç içe daireler hâlinde komşularımız, mahallemiz, köyümüz, kasabamız ve nihayet içinde yaşadığımız bir ülkemiz var. Bütün insanlık ailesinin de bir üyesiyiz. Bu gerçekler, yâni bir toplum içinde yaşama mecburiyeti, insanlar arasındaki ilişkilerde uyulması gerekli birtakım ahlâkî kuralların oluşmasını mecbûrî kılmıştır.
Meselâ her gün yüz yüze geldiğimiz komşularımızı ele alalım. Komşularımızla birlikte huzur içerisinde yaşayabilmemiz, komşuluk hukukuna ve görgü kurallarına riâyetle mümkündür.
Temelinde İslâmiyet bulunan kültürümüz, sosyal dayanışmaya büyük önem vermiş ve bu çerçevede komşuluk hukukuna riâyeti önemle tavsiye etmiştir.
Komşunun malının, canının ve namusunun korunması, komşuya iyi davranılması, ihtiyacı olduğunda yardım edilmesi komşuluk hak ve vazifelerindendir. Ayrıca komşuya zarar verecek, onu sıkıntıya sokacak davranışlardan da uzak durulması gerekir.