Bazı yazıları okuduğumda veya toplantılara katıldığımda “Biz Türkler olarak veya bu ülke sınırları içinde yaşayan topluluk olarak öyle bilgili, öyle görgülüyüz ki ak sütten çıkmış ak kaşık gibiyiz, emperyal güçler (dış güçler) bizim çocukları bozuyor” hissiyatına kapılıyorum çoğu zaman. Eli kalem tutanlar, ağzı laf yapanlar bu koroya katılıyor.
Benim gözlemlerim tamamen farklı. Eğer geçmiş dönem siyasilerimizin biraz görgüsü, bilgisi olsaydı ve iyi bir insan kaynakları planlaması yapsaydı, dünyadaki gelişmeleri anlasalardı durum çok farklı olurdu. Eğer bir gence meslek öğretip zanaat sahibi yapmazsak savrulur durur. Var mıdır sanayide kurulu düzeni olan biri, mesela kaynakçı olup Filistin’e veya başka yere gerilla eğitimine giden? Veya ailenin tek veya iki çocuğu olsa bırakır mı ebeveynler çocuklar anarşistlere takılsın? İstisnalar olmakla birlikte kesinlikle küçük çekirdek ailenin dağılması zordur. Çocuklar ya evlenip kendi yuvalarını kurunca ayrılırlar veya istikballerini okuyarak garanti altına almak için ayrılabilirler. Hayat boşluk kabul etmiyor. Bir şekilde çocuklarımızı, gençlerimizi istihdam etmeliyiz. Siyaset istihdam odaklı olmalı. Milliyetçilik vs. hep aş ve işten sonra gelmeli.
Dün akşam Türkiye’de elektronik sanayinin son 40-50 yılını Prof. Dr. Duran Leblebici (İTÜ hocası, 1935 doğumlu) anlattı. Zamanında entegre devre yapmak için Philips ve Siemens girişimde bulunuyor. Emek yoğun bir iş, on binler ekmek yiyecek. Bu devrelerde çok ince altın iletken teller kullanılacak. Zamanın hükümetinin bakanı altın tel ithalat yasağı koyuyor. Yatırımlar yapılamıyor. Şu an dünyada yüksek katma değerli ürün üreten elektronik sektörü Türkiye’de oluşamıyor. Ben de danışmanlığım sırasında Türkiye 100 milyar dolarlık uluslararası klinik araştırma pazarından 50 milyon değil de 5 milyar dolar pay alsın diye çok uğraştım. Böyle bir potansiyel vardı. 5 milyar dolarlık klinik araştırma pazarı en az 10.000 araştırmacının istihdamını sağlayacak, en yenilikçi ilaçlarla hastalarımız tedavi edilecekti. Büyüklerimiz biz kobay mıyız deyip fikrimden vaz geçmemi istediler.
58 yaşındayım. Aklım erdi ereli öküz altında buzağı arayan, kendine sürekli dış düşman güç üreten, komplo hayranı bir topluluk olduğumuzu gözlemliyorum. Bunun değişmesi zor. Kaynaklarımızı çarçur ediyoruz, rasyonalite çok az var. Üniversite hocalarının enaniyeti fazla, ekonomik katkıları az. Dün Prof. Dr. Leblebici hoca elektronik sanayinin gelişememiş olmasını sanayi yatırımlarının olmamasına yordu. Bende Cumhuriyet kurulduktan sonra, Sümerbank, Etibank, şeker fabrikaları, çimento fabrikaları, gübre fabrikaları, kağıt fabrikaları kuruldu. Bu fabrikalardaki otomatik kontrol ihtiyaçları gidip yerinde tespit etmeye çalıştınız mı veya fabrikayı işletenler bizim şu ihtiyaçlarımız var diye size geldiler mi diye sordum. Hayır ne biz gittik ne onlar geldiler dedi. Üniversitesi ve sanayisi bu kadar koordinesiz olan bir ülke nasıl yüksek katma değerli ürün üretip refah toplumu olacak. Bırakın üniversite-sanayi işbirliğini üniversitenin farklı birimleri arasında dahi bir işbirliği yok. Halbuki günümüz ürünleri çok fazla disiplinin beraber çalışmasıyla ortaya çıkıyor. Ziraatı ele alalım. Bugün bir ürünün (sebze, meyve) gübresini, suyunu hassas dozajlamazsanız, kök sıcaklığını ve pH sını doğru ayarlamazsanız rekabetçi olamazsınız. Gübre deyince işe kimya bilimi giriyor, otomatik kontrol deyince elektronik ve yazılım giriyor, mekanik konstrüksiyon ve projelendirme giriyor. Demek ki çok disiplinli çalışma şart. Tüm bunlar mühendislik seviyesinde de olmuyor. Uygulamalar için meslek öğrenmiş zanaatkar-ara elaman gerekiyor. Bu ara eleman sorunu ülkenin en önemli sorunu olmasına rağmen algılanmıyor.
Zannediliyor ki ara eleman meslek liselerinde ve meslek yüksek okullarında yetiştirilir. Meslek eğitimi haftada uygulamayla 4 gün iş yerinde usta nezaretinde olur, teorisini öğrenmek için 1 gün okula gitmek yeterlidir. Meslek ancak 3-4 yıllık çıraklıkla öğrenilir. Almanya, İsviçre gibi ülkeler dünya çapında beğenilen en kaliteli ürünleri yapıyorlarsa bu sayede yapıyorlar. Her doğan 100 çocuktan sadece 20 si üniversite okuyacak kabiliyette olduğu 10-12 yaşına kadar ortaya çıkar. Geri kalan %80 usta nezaretinde çıraklıkla meslek öğrenmelidir. Burada anlattığım şekilde meslek öğrenen gençler arası işsizlik yok denecek kadar azdır. Haliyle macera olacak işlere gidemezler. Onların beynini yıkayanlarda zaten bu gençleri boş bulup akıllarını bulandıramazlar.
Dünkü akşamki toplantımıza tanınmış sima Bedrettin Dalan da iştirak etti. Bilindiği gibi siyasi kimliği yanında sanayici ve eğitimci kimliği var. 15 yıl önce eczacılık bayramı kendisinin kurduğu Yeditepe Üniversitesinde kutlanmış. İlaç üreticileri, STK lar, üniversitelerden 1600 kişi katılmış. Ülkede eczacılık eğitimi 1837 de başlamış. Kutlamada bir önceki yılın ilaç ithalat rakamı 6 milyar dolar, ihracatı da 200 milyon dolar olarak verilmiş. Sayın Dalan kapanış konuşmasına çıkınca 1837 den beri ne yaptınız, neden hala ilaçta bu kadar dışa bağımlıyız demiş. Ertesi gün medya Bedrettin Dalan ilaç şirketlerini, eczacılık hocalarını azarladı diye haberler çıkmış.
Velhasıl işimiz zor. Bilgi birikimi gıdım gıdım oluyor. Türk siyasetinin ve toplumunun bilgi birikimi düşük; İnsan kaynakları planlaması yanlış veya hatalı. Bu nedenle gerçekliğe yakın olan yazılı tespitlerle az karşılaşıyoruz. Kitabi bilgi ve internet bilgisinin bu ülkeyi refaha, huzura dönüşmesi zor görünüyor Bu eksikliklerin tanısı da doğru dürüst konulmadığı için debelenip duruyoruz. Suçu dış güçlere, emperyalizme yıkıyoruz. Kabiliyetli gençlerimiz ya gelişmiş batı ülkelerine gidiyor veya gitmek için fırsat kolluyor.
Dış güçler, emperyal güçler lafıyla, kelimeleriyle karşılaşınca dönüp dönüp bu yazımı okuyacağınızı veya okuma tavsiyesi vereceğinizi umuyorum. Sevgi ve muhabbetle kalın.