Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Gazeteci - Yazar

Üç Osmanlı Paşasının Yurdu Lehistan ve Bugünkü Polonya

Lehistan’ın bugünkü Polonya olduğunu yeni nesil bilmeyebilir. Ama Polonya tarihimizde ciddi bir yer teşkil eder. Çünkü sürekli Çarlık Rusyasının tehdidi altındadırlar. Ancak İstanbul’a sığınabiliyorlar. Tarlabaşında vefat eden Polonya’nın milli Kahramanı  Adamawi Mickiavkzavi onlardan biridir. Osmanlı yönetimi, Babıali’de yabancı büyükelçiler toplantısına başlamadan önce işgal altındaki Polonya’ya veya kuşatılmış Varşova’ya destek için “Lehistan Sefiri geldi mi?” sorusuna “Yolda!” diyerek verilen cevap üzerine gündeme geçerlermiş. Polonya’ya hep sıcak ve sorunsuz bakmıştır Türk dış politikası. Öyle ki Adolf Hitler yönetimindeki Almanların Polonya’yı işgali sırasında Türkiye Büyükelçisi Von Papen Türk Hükümetine başvurarak Polonya’nın Ankara’daki binalarının kendilerine verilmesini istemiş, ancak bu talep kesin bir dille reddedilmişti.

YENİÇERİ BIYIKLI CUMHURBAŞKANI

Önümüzdeki çeyrek asır sonrasında Türkiye ve Polonya’nın Avrupa’da güçlü iki devlet olarak kalacağını öne süren Amerikan think tank kuruluşu Strotfor’un yöneticisi Prof. Dr. George Freidman’ın, yazdığı 21. Yüzyıl için Öngörüleri muhtevi GELECEK 100 YIL adlı kitabın Türkiye ile alakalı bölümü  Pegasus Yayınları arasında neşredildi. Bu çalışmanın iddiasına göre;  Türkiye, Polonya, Japonya ve ABD arasında 2050 yılında  küresel savaş yaşanacak. Böyle bir Amerikan rüyası işte veya tuzağı!. İşte bu nedenle de hep merak ediyordum Polonya’yı. Sırasıyla Lehistan’ın 1596’ya kadar ilk başşehri Krakow, Wroclaw, Lodz, Bugünkü Başkent Varşova ve Lublin’i içine alan 10 günlük bir gezi programı gerçekleştirdim yaz tatilinde. Yeni bilgiler öğrendim, eskimez şehirler keşfettim.

Avrupa Birliği’nin lokomotifi Berlin yönetimi, Alman Nazilerinin Polonya’daki tahribatını unutturmak için yatırım üzerine yatırım yapıyor. Avrupa Birliği’ne de giren Polonya, Küçük Almanya olma yolunda ama Lehistanlılar Almanya’ya Rusya gibi hala limoniler. Lehistanlılar genelde Katolik mezhebine tabiler. Kardinaller Meclisinde Papa seçilen İkinci Paul’un hemşerileri olması dolayısıyla bütün ülkede bayram yapılmış, hala da çok yerde ismi ve anıları yaşatılıyor. Sadece Papa değil elbette, Lehli yazar, şair, edebiyatçı, müzisyen, sinemacı, ilim adamı kim olursa olsun ya adına yapılmış anıtı mevcut, yahut bulvar, cadde ve sokaklarda ismi yıldız içinde yazılmış biçimde vefa gösteriliyor. Yeniçeri bıyıklı ilk işçi Polonya Cumhurbaşkanı Lech Walesa’ya alaka da öyle.

TUZUN KÜLTÜR TURU VEYA İNSUYU MAĞARASI

İlk durağımız UNESCO Dünya Mirasları listesindeki Lehistan’ın ilk başkenti Krakow oldu. Papa İkinci Jean Paul, Krakow başpiskoposu iken papa seçilerek buradan Vatikan’a gidiyor. Tarihi doku aynen korunuyor. Ortaçağ Avrupa’sında tarihi binalar arasında Krakow’da adeta yaşıyorsunuz. Yabancıların ihtiyaçlarını karşılayacak ve anlaşılır cümlelerle tanıtılan mağazalar, lokanta, pastane, tuvalet, çarşı vs gibi özel yerler de bu gündemin içinde yer almış. Krakow Milli Parkında resim sergileri açılıyor, kitapçılar var, yürüyüş parkurları kalabalık, bisikletlilerin sayısı bir hayli fazla. Ayrıca yaşlıların dinlenme ve gençlerin buluşarak birlikte oldukları ideal yerlerden birisi bu dev tarihi ağaçların ve yeşilliğin bulunduğu mekan. Bir yaya geçtiğinde bütün arabalar duruyor ve yol veriyor. Korna çalmak falan yok.

“Tuz’un kültür turu mu olur?” sakın ola ki demeyesiniz. Polonya kapatılan Wiecizka Tuz Madenini bir cazibe merkezi yapmış, randevu almadan burayı gezemiyorsunuz bile. Tuzdan yapılmış avizeler, duvara oyulmuş üç boyutlu tablolar, yer altı gölleri, tuzla yapılmış kabartmalar, anıtlar gizemli bir hava veriyor. Girişi 65 euro!. Tur otobüsleri ve yabancılar kuyrukta sıra bekliyor. İnanır mısınız Burdur’daki İnsuyu mağaraları kadar etkili değil. Etkili olan organizasyon. Buraları yaşadıktan sonra ülkemizdekilerle kıyas ettiğinizde gerçek ortaya çıkıyor. Ama bunun için, mesleğini ve uğraşını seven bir sahibinin ve sorumlusunun olması gerekiyor.

GÜNÜMÜZ NAZİLERİ ARAKAN, FİLİSTİN VE KEŞMİR’DE Mİ?

Leh geçişinde Polonya milli oyunlarını, müziğini ve yemek kültürünü tanıyorsunuz. Şehir Merkezine uzaktaki bir lokantada konuk olduk. Tam karşısında ise bir Türk kebapçısı var. Kendi damak lezzetimize pek uygun olmayan, ancak değişik bir kültürü tanıtan yemekte dansçılar teker teker sizi folklorlarını oynamaya davet ediyor, şarkılarını birlikte söylemeye çalışıyorlar. Başarılı da oluyorlar. Enstrümanların hepsi de yerel.

Wraclaw’a giderken Auschwitz-Birkenau Nazi Kampı’na uğradık. İkinci Dünya Savaşı sırasında insanlık dışı yöntemlerle tarihin en büyük katliamına sahne olan ve toplamda 6 milyon insanın hayatını kaybettiği toplama kampları burası. 11 Nolu bloku özellikle gezdirdiler. Burada 70 binden fazla insan ya gaz odalarında veya fırınlarda yakılarak öldürülüyor. Kampta Yahudilerle birlikte eşcinseller, katiller, uyuşturucu kullanan suçlular da var. Katilleri Naziler koğuş ağası yapıyorlar, dayanılamayacak yeni bir eziyet için. Çocuklar ise tıbbı ilimlerde kobay olarak kullanılıyor. Tuvaletler açıkta ve 20 saniye müsaade ediliyor(muş). Bir yatakta onlarca kişi birlikte kalıyor. Mağdurların çocuk ve büyük ayakkabıları, giysileri, takma kol ve bacakları, valiz ve çantaları, gözlükleri de sergileniyor kampta. Bu eşyaları Stalin zamanında bölgeyi işgal ederek Almanları yenen  Sovyet Orduları, daha sonra Polonya yönetimine bağışlamış. Dehşet bir yer. Ziyaretimiz sırasında ayin vardı. Burada hayatını kaybedenler için dualar ediliyordu. Aşırı kalabalıktı. Esasında burası Nazilerin işgali öncesinde Polonyalıların bir askeri kışlası imiş. Siyonistler bu onarılmaz acıyı örtülü bir propaganda olarak da kullanıyorlar. Her dilde yayınlanmış kitap var. Konuşmak yasak. Bunun için herkese kulaklık dağıtılıyor. Erasmus kontenjanından bölgeye gelen iki üniversiteli Türk genci Nazi selamı verdikleri için tutuklanmış ve hala cezaevindeler. Günümüzde ise Nazilere taş çıkartan uygulamalarla Filistin, Arakan ve Keşmir Müslümanlarını hatırlamak insani bir sorumluluk.

CÜCELER ŞEHRİ

Wroclav  Kuzey Polonya’nın Venedik’i olarak biliniyor. 124 köprü ile birbirine bağlı 12 ada üzerinde kurulmuş. Cüceler Şehri de deniyor buraya. Öyküsü de şöyle; 1990 SSCB dağıldıktan sonra Wroclaw’daki yerel seçimleri demokrat bir aday kazanıyor. Ancak komünistler eski rejime dönmek için faaliyetlerini artırınca belediye başkanı bütün şehri cüce anıtlarla donatıyor. Komünizm o’na göre cüce bir fikirdir. Gotik belediye binası aynı tarih estetiğini koruyor. Ortaçağ kasaplar bedesteni ise bugün sanatçılar çarşısı biçiminde değerlendirilmiş. Kiliselerin çanı her saat başı burada da çalıyor. Meydanlarda sihirbazlar, müzik grupları, seyyar satıcılar, simitçileri görmek mümkün. Otelleri gibi sokaklar da tertemiz. Üniversitesi iddialı ve 40 bin öğrencisi mevcut. Okuyan Türk talebeler de mutlu. Ayrıca Sicilya zeytinlerini lehçe söylemlerle satmaya çalışan fuar standındaki Kadıköylü genç de öyle.

Lodz en ünlü Piotrowska caddesi yayalaştırılmış. Yeşil alanlar otobandaki gibi korunuyor. Yine Türk kebapçılar var, kıyafetleriyle belli olan Arap turistler. Varşova’ya girerken gözlerime inanamadım. Bir tarih beklerken sırf gökdelenler ve marka firmaların renkli, ışıklı tabelalarıyla temsilcilikleri bizi karşıladı. Kadim Varşova’ya girerken Sovyetlerin hediye ettiği gökdelen kültür sarayının önünden geçtik. Varşova merkezi hem Naziler, hem Sovyetler yerle bir etmiş. Ama Polonyalılar yıllanmış resimlerinden yola çıkarak meydanı eski tarihi mekan haline getirmişler. Hatta Stalin Vistül Nehri’nin karşı kıyısında Nazilerin şehri yağmalamasına ve yıkmasına seyirci kalmış, müdahale etmemiş.

VARŞOVA’DA CHOPİN, İSTANBUL’DA ITRİ DİNLEMEK MÜMKÜN MÜ?

Oh be eski Varşova’yı nihayet gördük. Aşırı kalabalıktı. Cami kentin çok uzağında. Her sokak turist dolu. Kraliyet Sarayı, 3. Zygmunt sütun  ve Deniz Kızı Serena anıtı, kraliyet ve çan meydanları, Barbakan, Madam Curie’nin evi ilk gördüğümüz yerler oldu. Ama ben Chopin Konserini de kaçırmadım. Sadece yabancılar için bu ünlü müzisyenin eserleri değişik müzikhollere seslendiriliyor. Siz Dede Efendi veya Itri’nin eserlerini dinlemek isteseniz acaba böyle bir imkan bulunur mu İstanbul’da. Varşova’da 3000 kadar Türk ve işadamı yaşıyor. Metro’da Türk sermaye ve alın teri var.

Varşova’dan sonra sanayi ve kültür şehri Lublin’e geçtik. İkinci Dünya Savaşı sırasında yerle bir edilen Lublin hala onarıma, kentsel dönüşüme muhtaç. Ayakta kalan evler dikkatimi çekti. Mahallelere bir han kapısı gibi yerden giriliyor ve bütün mekanlar buradaki meydana bakıyor. İstanbul Hanlarının daha büyük olanı sanki. Bir kısım sakinler burayı otopark olarak kullanıyor, bir kısmı çocuk oyun alanı yapmış.  Tam da festival sırasıydı, iyice Leh kültürünü yaşadık.

Polonya yalnız ama iddialı bir ülke. İnsanları bir kısmı Protestan olmasına karşılık iyi birer Katolik. Tarihi kiliseler korunurken, yeni mimari özelliklerini taşıyan kiliseleri de görmek mümkün. Her taraf yemyeşil. Tarlalar ekili. Özellikle buğdaygiller ve ayçiçeği. Yeşil alanların haddi hesabı yok. Lokantalar hep dolu. Galiba evlerde yemek yapılmıyor olsa gerek ki çoğu kişi dışarda yiyor, içiyor. Siyaset hep gündemde tutulmuyor ama hızlı bir muhalefet gördüm.  Avrupa Konseyi’nde de etkililer. Çünkü Başkan Donalt Tusk. Okuma yazma oranı kadar, kitap yayın istatistikleri de yüksek. Kitapçı sayısı da bir hayli fazla. Gençler modayı yakından takip ediyor. Dövmesiz insan yok gibi. Spor yapmayan  genç de göremezsiniz. Müzik ve moda en etkili ve iletişimi çok hızlı bir yansıma içinde. Hukuk önde ve uygulamada insan hakları evvel geliyor. İç göç fazla değil. Vistül nehri ülkeyi bir baştan bir başa dolaşıyor.

OSMANLI PAŞASI LEHLER

Milli geliri kişi başına 9 bin $ kadar. Bize benziyor. Otoban yakınlarındaki yerleşim birimleri rahatsız olmasın ve ses geçmesin diye yola duvar örülmüş. Polonya Avrupa Birliği’ne girdikten sonra daha cazip hale gelmiş. Dolayısıyla kapılarını sağlam tutuyor. Kontrollerini gerektiği gibi yapıyor. Kredi kartı her tarafta geçiyor. Ama hala kendi parasını kullanıyor, euroyu değil. Atları süslü, sürücüleri yabancı dil bilen Faytonlar her yerde ve insanlar kuyrukta. Adalar elektrikliğe geçmek istiyor bizde ise. Vah ki ne vah. Birinci Mehmet Çelebi Mehmet zamanında bir asker Müslüman oluyor ve Osmanlı Ordusuna katılıyor. İsmini Esat Murat Paşa olarak yazdırıyor. Nazım Hikmet’in büyükdedesi Mahmut Celalettin Paşa da öyle. Suriye’de görev yapıyor. ”Be biz Osmanlıyız, bizde adam çoktur “ diyen Nazım Hikmet Ran’ın Dedesi Nazım Paşa da bir Mevlevi aynı zamanda. Nereden bakarsanız bakın Lehistan ile tarihimiz sıcak ilişkiler içindedir. Bilmem 2050 yılını beklemeye gerek var mı?