Para… para… para… Varlığı bir dert, yokluğu yara…
Ekonomi ve Para Politikaları
(BİRİNCİ BÖLÜM)
İnsanoğlunun ihtiyaçları vardır. İhtiyaçlar sonsuzdur. Bunların belli başlılarını: beslenmek, giyinmek, barınmak, öğrenmek, bir eve veya bir binek aracına sahip olmak, gezmek, eğlenmek ve kendisinden sonraki aile fertlerinin, imkân ölçüsünde rahat yaşamalarını temin etmek, para ile yapılabilecek ibâdetlerini yerine getirmek ve ölümünden sonra da amel defterinin açık olmasını sağlayacak işler yapmak... şeklinde sıralayabiliriz.
Diğer tarafta, ihtiyaçları karşılayacak tatmin vasıtaları vardır. Bunlar sınırlıdır. Tatmin vasıtaları da; para ve altın - gümüş veya kıymetli mâden, hisse senedi şeklinde para ile ölçülebilir değerler ile mal - mülk... gibi varlıklardır.
Ekonomi; işte bu sınırsız olan ihtiyaçlarla sınırlı olan tatmin vâsıtaları arasındaki dengenin en mükemmel şekli ile nasıl kurulacağını araştırır.
Ekonomi, ücretsiz olarak karşılanan ihtiyaçlarla ve tatmin vâsıtaları ile ilgilenmez.
Kişiler, ihtiyaçlarını gidermek için çalışırlar. Fakat; toplum nizamını sağlamak, iç ve dış güvenliği temin etmek, adâleti gerçekleştirmek, eğitim ihtiyaçlarını karşılamak, kişilerin ekonomik faaliyetlerini devam ettirebilmeleri için gerekli altyapı hizmetlerini yapmak gibi ihtiyaçlarını, insanlar (çok pahalıya mal olacağı için) kendileri karşılayamazlar. Bu ihtiyaçları devlet karşılar. Devletin karşılayacağı ihtiyaçlar da sonsuzdur. Bu sonsuz işleri - hizmetleri yapmak için gerekli tatmin vâsıtaları da yine sınırlıdır.
Böylece, devlet ekonomisi denilen kavram ortaya çıkıyor.
Devlet, ekonomisini yıllık bütçelerle yürütmeye çalışır. Sağlıklı bir bütçe hazırlanırken, önce gelirler belirlenir. Sonra bu gelirlerin, ihtiyaç ve önem sıralamasına göre nerelere harcanacağı tespit edilir. Dünyadaki birçok ülkede ve bizde tam tersi oluyor: Önce giderler belirleniyor. Sonra da bu giderlerin, hangi gelirlerle yapılacağı araştırılıyor. Bütçenin gelir tarafı toplamı ile gider tarafı toplamının aynı olması lâzım. Yapılması düşünülen giderleri karşılayacak kadar gelir bulunamayınca, aradaki fark, bütçe açığı olarak kaydedilip bütçe bağlanıyor. Bütçe açığı; artırılan ve/veya yeniden konulan vergilerle, iç ve dış borçlanma yolu ile kapatılıyor.
Devlet borçlanınca, borç aldığı paralar için faiz ödüyor. Faiz, dinimizin yasakladığı, haram kıldığı bir nesnedir. Konunun bu yönünü din adamlarına bırakıp, biz konumuza dönelim.
Ekonominin şartlarına göre, borç alınan para ile yatırım yapılır ve o yatırım ile anapara ve faizini ödeyecek miktarda gelir elde edilirse, mesele yoktur. Fakat alınan borç, cârî gider olarak adlandırılan; işçi - memur - emekli maaşları, kiralar, taşıt masrafları... gibi işler için kullanılıyorsa, ekonomik olumsuzluklar başlamış demektir. Eskiler buna fasit daire diyorlardı. Bir zamanlar sarmal denildi. Şimdilerde kısır döngü deniliyor.
Günümüzde, ekonomik kriz olarak adlandırılan yaşadığımız olumsuzlukların sebebi, cârî giderleri ödemek için yapılan borçlanmalar ve onların faizleridir.
Doktorlar, “Teşhis yanlış ise, tedâvi mümkün değildir.” Derler. Onun için ekonomideki hastalığı iyi ve doğru teşhis etmemiz gerekiyor.
Ekonomi, bir sosyal olgudur. Sosyal oluşumlar, tek bir sebebe dayandırılamaz. Yaşadığımız olumsuzlukların elbette başka sebepleri de var. Savurganlıklar, hortumlamalar, yatırım yapılmayışı ve/veya verimsiz yatırımlar, popülist politikalar... gibi.
Bütün bu aksaklıkların çâresi var. Hiçbir problemimiz çözümsüz değil. Çözüm, devletimizi idâre eden hükümetlerin ve onların tâyin ettiği üst düzey bürokratların uygulamalarıyla sağlanacak.
Nasıl sağlanacak?
Şöyle veya böyle sağlanacak şeklinde kalıplar ortaya koymak mümkün değil. Çünkü ekonomide tek doğru yoktur, akıllı tercihler vardır. Her biri, bir halka olan akıllı uygulamalarla oluşacak bir tedbirler zinciri veya tedbirler paketi bizi çözüme ulaştırır.
Ekonomik önlemler paketi adı ile hazırlanan tedbirler zinciri ile zaman zaman çözüme giden yola girildi. Fakat hiçbirinden başarılı sonuç alınamadı.
Neden alınamadı?
Çünkü tedbirler paketi denilen ilaçların bir kısmı yanlış teşhislere göre hazırlanmıştı. Doğru teşhislere göre hazırlanmış ilâçlar da kullanılmadı değil, kullanıldı. Fakat tedâvinin gerektirdiği süre tamamlanmadan ya iktidar değişti veya yeni bir seçim dönemi geldi, tedâvi durduruldu. Onun yerine, akıllı tercihler değil, popülist politikalar uygulandı.
Ne yapmak lâzım?
Evvelâ verimi yüksek yatırımlar yapmak lâzım.
Üretimi ve ona bağlı olarak ihracatı artırmak lâzım.
Yeni iş imkânları, istihdam kaynakları açmak lâzım… İhtiyaç yokken eleman almak suretiyle değil, gerçekten çalışacak ve üretim yapacak yeni işyerleri açarak...
Denilecek ki bütün bunlar için para lâzım. Para nerede? Onu da söyleyeceğim.
Neden yeni işyerleri açmak lâzım? Önce bu soruyu cevaplandıralım.
İşsizlik büyük felâkettir. En büyük sosyal adaletsizliktir. Bulaşıcı hastalık gibidir. Çığ gibi büyür. Başka işyerlerinin kapanmasına sebebiyet verir, işsizler ordusuna yeni mangalar ilâve eder. Ekonomiyi felç eder.
(Devam edecek)