Ne hazin bir manzara! Günlerden beri televizyon ekranlarından izliyoruz; zümrüt yeşili ormanlarıyla Kaz Dağlarının tam da böğrüne saplı duran emperyalizmin o zehirli hançerini, içimizi yakıp kavuran o ağaç katliamını…
Ne acımasız bir uygulama! Bir gram altına kurban edilen bir ağaç…
Gün geçmiyor ki, ülkemizin son kalan yeşilinde yeni bir kıyım yaşanmasın! Yeni bir doğa katliamı olmasın!
Giderek bozulan doğal yaşamın felç olduğu bu süreç, ülkemizin gelecek nesillerine adeta nefes alabilecekleri bir doğa parçası kalmamacasına doludizgin devam ediyor!
Değil bir yıl, bir gün öncesine kadar yeşiliyle, doğal güzellikleriyle öne çıkan bir doğa harikasının o doyumsuz güzellikleri yok ediliyor! Her sabah kuş cıvıltılarıyla uyandığınız, yapraklarının hışırtısıyla serinlediğiniz belki de yaşadığınız beldenin yaşamı ile özdeşleşmiş o son yeşil, asırlık o son çınar bir de bakmışsınız artık yok!
Yurdumuzun her köşesinden doğanın sessiz çığlıkları geliyor!
Ya o doğada yaşayan doğal canlıların yok edilen yuvaları?
Yol açma, maden arama, fabrikalaşma, havaalanı, diğer betonlaşma faaliyetleriyle ormanlarımızın arasına dalan her iş makinasıyla; kesilip sökülen ağaçların üzerinde, arasında yaşayan kuşların, ceylanların, tavşanların kısacası ormanların süsü o yaban hayatını da yok ediyoruz.
Bakın çevrenize, çevrenizde kalan son yeşile!
Kaç günlük ömrü kalmış dersiniz?
Şehirlerimizdeki yapılaşmanın ortaya koyduğu beton yığınlarına, her yanı camlarla süslü gökdelenlere bir bakın! Hiç çevresinde, içinde kalan bir yeşil alan var mı? Yok! Çünkü o son yeşilin böğrüne o beton yığınlarını sapladılar da ondan!
Şehirleşmenin getirdiği bu kıyım yetmiyormuş gibi, bir de buna Anadolu’nun o doğa harikalarının yok edilmesini eklediler!
O yörelerde yaşayanlar çaresizce umutsuzca direniyorlar, ellerinde kalan son yeşili de, son su kaynaklarını da emperyalizmin doymak bilmeyen o acımasız yaptırımlarına kaptırmak istemiyorlar. Ama eninde sonunda onlara, onlara olduğu kadar çevresinde de hayat veren o güzellikleri birer, birer kaybediyorlar!
Bu acımasızlıklara insanlarımızın tepkileri çığ gibi büyürken; ne ülke yönetimden, ne de o doğa katliamını yapanlardan insanlarımızı tatmin edici bir açıklama gelmiyor!
Yapılan kimi açıklamalar ise birbirini tutmuyor!
Örneğin; Kaz Dağlarında işletmeye açılacak altın madeni için ÇED raporuna göre 45.000 ağaç kesilmesi gerektiği bildirilirken, ilgili bakanlık 13.400 ağaç kesildiğini açıklayıp ama o Kanadalı şirketin 195.000 ağaç kestiği adeta görmezden geliniyor!
Kaldı ki, bu altın madeni için çevredeki su kaynaklarının ne kadarı kullanılacak? Ya altını ayrıştırmak için kullanılacak siyanür miktarı? Siyanürün yer altı su kaynaklarına, çevrenin tarımsal alanlarına verdiği zarar ne olacak? Yeterli bir açıklama yok…
Bakın, inceleyin üstü de altı da zengin maden yatakları, doğal kaynak sularıyla dolu bu güzel vatanımızda bu zenginliklerin büyük bir bölümü yabancı şirketler tarafından işletiliyor!
Neden?
Kaz Dağlarında çıkarılacak altın madeninin tahmini rezervi 338 ton. Bu rezervin sadece % 4’ü ülkemize kalacak. Kalan rezerv değerinin ise Kanadalı şirkete kazandıracağı meblağ, milyarlarca dolar…
Kaz Dağları'nın yörede yerüstü, yeraltı su kaynaklarını oluşturan, besleyen ve onların sürekliliğini sağlayan, barındırdığı bitkilerle, hayvanlarla, temiz havasıyla ve sularıyla can verdiği tarım alanlarıyla yüzyıllardır tüm yörenin yaşam kaynağı olduğunu artık bilmeyenimiz kalmadı.
Pekiyi doğa zenginliği böylesine önemli bir bölgeye neden yabancı bir şirketin o acımasız eli değecek?
Sadece Kaz Dağlarına mı?
Vatanımızın pek çok yöresi bu tür acımasızlıklarla karşı karşıya?
Kaz Dağlarından Salda Gölüne, Cerrattepe’den Hasankeyf’e, Munzur’dan Alpu Ovasına, Akkuyu’dan İğne Adaya, İstanbul’un Kuzey Ormanlarından Atatürk Orman Çiftliğine parsel, parsel pazarlanan bu vatan bize atalarımızdan miras en kutsal varlığımızdır.
Vatan;
Özgürce soluduğumuz hava, bahçemizde kokan çiçek, lezzetle yuttuğumuz lokma, minarelerimizdeki ezandır.
Vatan;
Uğruna can verdiğimiz candır, ay yıldızla gölgelenen ecdat diyarıdır.
Vatan;
Bedenlerimizi sarıp sarmalayan, bizlere canından can katan anamızdır, babamızdır. Sevdiceğimizin gülen yüzüdür, yavuklumuzun sesidir, gönlümüzde taht kuran eşimizdir.
Geleceğimizin izidir, çocuklarımıza kucak açandır. Bizleri koruyup, kollayandır; atalarımızdan emanet olan.
Vatan;
Ocağımızdaki aştır. Her doyuşta; önce Yüce Yaratana, sonra ona şükredilendir.
Vatan;
Kültürümüzdür, kimliğimizdir, 4000 yıllık tarihimizi unutanlara anlatır bizi.
Özgürlüğümüzdür. Bağımsızlığını, canımızdan aziz bildiğimiz yerdir,
Kalplerimizdeki sonsuz sevdadır,
Bağrında doğduğumuz, koynunda toprak olduğumuz anadır…
Özgürlüğümüzün simgesi bayraklarımızla donanmış yurdumuza dam olmuş mavi kubbenin sarıp, sarmaladığı; çağıldayan tertemiz sularıyla, ılık ılık esen rüzgârlarıyla yüreklerimizi serinleten yemyeşil ormanlarıyla, nice haşmetli dağlarıyla, yalçın kayalarıyla, yiğitlerin harman olduğu ovalarıyla canım yurdumun şehitlerimizin kanlarıyla yoğrulmuş aziz toprakları; can beldesi vatanım:
Seni şahin bakışlarıyla gözetleyen, kartal kanatlı pençeleriyle kavrayan, canları pahasına koruyup, kollayan ülkemizin can insanları senin sinende var olduğu sürece; sana kem gözle bakan, seni bizden almanın türlü oyunlarını oynayan tüm şer odakları yerle yeksan olmaya mahkûmdur.
Ey beyler, ağalar:
Kıymayın bu toprakların yeşiline, verimli topraklarına. Geleceğimizin zenginlikleridir onlar, bizden sonraki nesillere kalacak…
Kıymayın doğamızın rengine renk katan doğa canlılarının yuvalarına.
İşitiyor musunuz? Her balta inişinde gövdesinden çıkan hıçkırıklarını ağaçların…
İşitmiyor musunuz? Katledilen binlerce ağaçla birlikte yok edilen ceylanların, kuşların çığlıklarını…
Ya şırıl, şırıl akan nehirlerimize karışan siyanürle, bağrı yanan suların ağlaşan seslerine eşlik eden rüzgârın feryadını duyuyor musunuz?
Yazıktır kıymayın bu toprakların yeşiline, o yeşil ki ecdadımızdan bize yadigârdır.