Amerika’nın Irak ve Afganistan’ı işgal etmesi ve bu işgallere bağlı olarak meydana gelen çatışmaların seyri, savaş veya çatışma biçimleri hakkındaki geleneksel tutumları ve söylemleri yeniden düşünmemizi gerektirmektedir.
Malum olunacağı üzere, savaş ve çatışma hakkındaki geleneksel tutumlar ve söylemler, savaşan tarafların görünürlüğü, tanınırlığı ve aşikârlığı esasına dayanır. Gerçekten de tarihte örneklerine rastladığımız bütün savaşlarda, savaşan taraflar kendilerini açık bir şekilde gösterirler. Orduların düşman kuvvetlerine saldırması süreci birkaç gizli keşiften sonra aşikâr olarak gerçekleşir. Saldıran ve savunan taraflar ve güçler kendilerini gizlemezler, saklamazlar. Bu durum ikinci dünya savaşında, savaşan kuvvetler arasında bile böyleydi. Savaş er meydanı olarak görülürdü. Savaşan taraflardan birisinin meçhul kalması ihtimali yoktu. Ordular kendileri için uygun gördükleri meydanları, savaş alanı olarak seçerlerdi. Bu meydanlarda mevzilenirlerdi. Bir ordu kiminle savaştığını bilirdi. Savaşını ona göre örgütlerdi. Bu tür savaşlara nizami savaş denmektedir.
Ayrıca bir de nizami savaşlarla birlikti yürütülen ikinci bir savaş türü daha vardı. Bu ikinci tür savaşla, karşı tarafın kamuoyu hedeflenirdi. Düşmanın morali çökertilmeye çalışılırdı. Halkın rakip kuvvetlere destek vermesi gayrı nizami harp teknikleri ile engellenmeye çalışılırdı. Gayrı nizami harp denilen bu savaş türü, saldırının gizli yapılmasını ve kitlelere yönelik olarak gerçekleşmesini de kapsardı. Modern savaş teknolojilerinin yani konvansiyonel silahların savaşlarda kullanılması yaygınlaştıkça, saldırılar sadece düşman kuvvetlere değil, aynı zamanda halka, şehirlere ve ekonomik hedeflere de yöneldi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları konvansiyonel silahların kullanıldığı, nizami ve gayrı nizami harp tekniklerinin birlikte icra edildiği savaşlardı. Amerika’nın Vietnam’a saldırısı da buna örnektir. Gayrı nizami harbin yapıldığı şartlarda da muharip taraflar belirgindir. Hangi saldırının kim tarafından yapıldığı bilinirdi.
Nizami ve gayrı nizami savaşların doğası hakkındaki tartışmaların ayrıntısına girmeyeceğim. Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu, Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak ve Afganistan’ı işgal ettiğinden bu yana, yeni bir savaş yöntemi ile Müslümanlara saldırdığını, bu yeni savaş tekniğinin önceki savaş biçimlerinden farklı olduğunu ortaya koymaktır. Asimetrik savaş olarak adlandırılan bu yeni saldırı biçimine göre, düşmanın yeri, gücü ve saldırı zamanı belli değildir. Dolayısıyla asimetrik savaş yaptığını iddia eden emperyal ve işgalci kuvvetler, kavramın anlamına bakılırsa Don Kişot gibi muhayyel düşmanlar ihdas etmektedir, muhayyel kuvvetlere saldırmaktadır!?
Hatırlanacağı gibi, ABD kuvvetleri kısa bir süre içerisinde Irak kuvvetlerini yendi. Mesela 1991 de yapılan birinci Körfez savaşı sadece bir ay sürdü ve Irak kuvvetlerinin yenilgisi ile sonuçlandı. 2003 yılında başlayan ikinci ABD saldırısında Irak kuvvetleri bir iki hafta içinde yenildi. Resmi Irak hükümeti dağıldı. Irak, ABD işgal kuvvetlerince yönetilmeye başlandı. Irak’ta bilindiği gibi, ABD işgali, aradan uzun süre geçmiş olmasına rağmen hala devam etmektedir. Aynı durum Afganistan için de geçerlidir. ABD Afganistan’ın büyük kısmını da birkaç hafta içinde işgal etti.
İşin ilginç tarafı, işgalin tamamlanmasından sonra ölenlerin ve şehit olanların sayısı, işgal süreci içinde ölenlerle mukayese edilmeyecek kadar çoktur. Uluslararası kuruluşların hazırladığı raporlara göre savaşın bitmesinden 2008’in kasım ayına kadar beş yıl içerisinde, sadece Irak’ta iki milyon beş yüz bin sivil ıraklı öldürülmüş. Dört milyon beş yüz bin Iraklı ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Dört milyon çocuk yetim kalmıştır. Bir milyon ıraklı kadın dul kalmıştır. Sekiz yüz bin ıraklı kayıptır. İki milyon beş yüz bin ıraklı ülke içinde yaşamakla birlikte evini terketmek zorunda kalmıştır.
Asimetrik denilen bu savaşın yan etkilerinden dolayı Irak halkının sağlık, hastalık ve beslenme düzeni de bilindiği gibi bozulmuştur. Bu bozulmalar sonucunda ne kadar ıraklının öldüğü ise belli değildir. Muhtemelen bu ölümlerin oranı, doğrudan ve dolaylı olarak yapılan ABD saldırılarında ölenlerin birkaç katıdır. Iraklı yetkililer bu ölümlerin soykırım düzeyine ulaştığını beyan etmektedirler.
İşgalin tamamlanması klasik savaş kurallarına göre düşünüldüğünde, savaşın bitmesi demektir. Ancak olup bitenlere baktığımızda savaş işgalden sonra daha da artmıştır. ABD ise, işgali tamamlamış olmasına rağmen, savaşın bitmediğini ve devam ettiğini tekrarlamaya devam etmektedir. Halen Irak’ta işgalci kuvvetlerin nizami orduları dışında 126 tane özel güvenlik şirketi faaliyet göstermektedir. Bunların hepsi de yabancı istihbarat servislerine bağlı olarak çalışmaktadır. ABD’nin devam eden savaş hazırlıklarına bakılırsa, bu savaşın çok daha uzun bir zamana ve daha geniş bir coğrafyaya yayılacağı da açıktır. Zaten şimdiden Pakistan, Yemen, Sudan ve İran’ın bazı bölgeleri işgal sonrasında süregelen bu savaşın kapsamına girmiş bulunmaktadır.
İşgal sonrasında devam eden ve etkisi gittikçe şiddetlenen bu kirli savaşa asimetrik savaş denmektedir. Yani, kuvvetleri mütekabil olmayan güçlerin savaşı. İşgal sonrasında etkisi gittikçe artan bu asimetrik savaşın taraflarından birisinin ABD ve müttefikleri olduğu açıktır. Ancak diğer tarafın kim olduğu ve nerede bulunduğu belli değildir.
ABD’nin nizami, gayrı nizami ve açıkça tanımlanamayan kuvvetleri, bu geniş coğrafyada operasyonlara ve saldırılara devam etmektedir. Bu güne kadar ABD işgal kuvvetlerine karşı kimlerin savaştığı somut bir şekilde ortaya konamadı. ABD, fundamentalist İslamcı teröristlerle savaştığını iddia etmektedir. Onların kendisine saldırdığını ileri sürmektedir. Ancak şu ana kadar, bu terörist örgütlerden hiç birisi hakkında somut bir veri elde edilemedi. Elkaide adlı terör örgütü, ABD kuvvetlerine karşı düzenlenen küçük çaplı bazı saldırıları, sanal ortamda üstlenmektedir. Ancak Elkaide’nin gerçekten bu eylemleri yaptığı, resmi kurumlarca isbatlanmış bile değildir.
Bu asimetrik savaş, intihar bombalarının patlaması ve yüzlerce kişinin camide veya çarşıda topluca öldürülmesi ile bir vahşete dönüşmektedir. İntihar bombalarının patlaması ile ilgili haberlerin verdiği mesaja bakıldığında, sanki savaş ABD’nin işgalci kuvvetlerine karşı yapılmıyor. Bombalar camide, Müslümanların toplantılarında, çarşıda, pazarda, devlet kurumlarında ve masum halkın bulunduğu mekânlarda patlıyor. Bombaların patlamasına eşlik eden haberlerde ise, Sünniler, Şiiler, aşiret isimleri, resmi güvenlik kuvvetleri ve devlet memurları kavramları yer almaktadır. Direnişçilerin işgalci ABD kuvvetleri ile değil, sanki bazen Sünni olma sıfatı ile Şiilerle, bazen Şii olma sıfatıyla Sünnilerle, kendi kabilesi adına diğer kabilelerle savaştıkları söylenmeye ve anlatılmaya çalışılmaktadır.
ABD işgaline karşı savaştığı ve direndiği iddia edilen mazlum bir halkın savaşı, her nedense ABD kuvvetlerine beklenen zararı vermiyor. Ancak bölge halkına, millettaşlara, hemşerilere ve dindaşlara daha çok zarar veriyor. İntihar saldırıları daha çok dindaşlara, vatandaşlara ve soydaşlara karşı gerçekleşmektedir. Bu durum ABD savaşının doğası hakkında başka türlü düşünmeyi gerektirmektedir. Sanki işgal kuvvetleri, işgal bölgesindeki halkı, bir arenaya toplamıştır. Bu arenada sanal figürlerle kışkırtmaktadır, çatıştırmaktadır. Kendisi de bir taraftan çatışmaya teşvik etmektedir, diğer taraftan çatışmayı izlemektedir. Ölüm ve çatışma ABD’nin işgalini böylece meşrulaştırmaktadır.
Haberlerin ağı ile inşa edilen bu asimetrik savaş söylemine bakıldığında ABD kuvvetlerine karşı çok nadir saldırı yapılmaktadır. Ancak Sünnilere, Şiilere, yerli halka ve devletin milli güvenlik birimlerine ise çok sayıda saldırı düzenlenmektedir. Bombalar hep bu toplulukların arasında patlamaktadır. ABD saldırılarının kapsamı alanındaki ülkelerde, halk arasında kabile, mezhep ve benzeri etnik çatışmaların yaşandığı izlenimi uyandırılmaktadır.
Bölge halkları arasında etnik ve mezhep farklılıklarının olduğu doğrudur. Ancak bu etnik farkların gruplar arası sıcak çatışmalara neden olduğuna dair ciddi bir örnek yoktur. Bilindiği gibi, bu etnik farklarla birlikte, bölge halkları yüzyıllardır kardeşlik ve barış içinde birlikte yaşamaktadır. Etnik bilincin inşa ettiği bir çatışma şimdiye kadar mevcut olmamıştır. Ayrıca tarihte örneklerine rastladığımız, etnik çatışmalarda halkın ve etnik grupların doğrudan biri birlerine saldırdıklarını görmekteyiz. Etnik taraflar sokaklarda taşkınlık yaparlar. Karşılıklı olarak biri birlerinin meskenlerini ve işyerlerini yakarlar. Ciddi manada karşı tarafı ötekileştirirler. Beyazların 1960’lı yıllarda ABD’de zencilere yükledikleri olumsuz sıfatlara benzer sıfatlarla karşı tarafı itham ederler. Karşı tarafa baskı ve şiddet uygularlar. Farklı olduklarına inanan topluluklar ve halklar arasındaki çatışmalar, örgütlü, planlı ve hedefleri belli olan saldırılar değildir. Gruplar arası çatışmalar, gündelik hayatın her alanında kendini gösterir.
Oysa ABD işgal kuvvetlerinin etki alanı içerisindeki ülkelerde gerçekleşen şiddet eylemlerine ve saldırılara baktığımızda, hepsisinin de örgütlü güçlerce düzenlendiklerini, merkezi ve otoriter bir kuvvet tarafından yönetildiklerini müşahede etmekteyiz. Bu durum etnik diye medyatik gösterime konan bombalama eylemlerinin failleri hakkında başka türlü düşünmeyi gerektirmektedir. Yani mezhep çatışması olarak gösterime konan ve intihar saldırısı şeklinde gerçekleşen vahşi eylemler, aslında profesyonel bir şekilde işgal kuvvetleri tarafından örgütlenmektedir, düzenlenmektedir.
Eğer gerçekten, ABD’nin işgal kuvvetlerinin etkisi altındaki ülkelerde, meydana gelen ve yerli halkın kitlesel kıyımına dönüşen bu terörist eylemler, bizzat işgalci güçlerin uzantıları tarafından yönetiliyorsa, Don Kişot’un hayallerini teknik olarak örgütleyen ve öldürmeleri sürece yayarak korku ve tedhiş yaratan yeni bir savaş ve çatışma stratejisi ile karşı karşıyayız. Zaten ABD’nin yeni savaş stratejisi ve saldırı biçimi de tam olarak budur.