Türkiye, 31 Temmuz 1959 târihinde Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) teşkilâtına üye olmak için ilk müracaatını yaptı.
Uzun müzâkerelerden sonra, 24 Temmuz 1962’de aday ülkeler arasına alındığımıza dair Avrupa Parlâmentosu (AP) toplantısında karar alındı. Tam üyeliğin yürürlüğe girmesi için neler yapılması gerektiği Türkiye’ye iletildi. 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara Anlaşması imzalandı. Anlaşma’da Türkiye’nin uyum için mevzuatında yapması gereken düzenlemeler belirtiliyor ve bu düzenlemeler için bir takvim hazırlanıyordu. Takvime göre; 5 yıllık hazırlık, 12 yıllık geçiş ve 5 yıllık son dönem öngörülmüştü.
14 Nisan 1987’de; Topluluğa, yapmamız gereken mevzuat düzenlemelerini tamamladığımızı bildirip, Ankara Anlaşması’na göre tam üyeliğimizin gerekleştirilmesi talebinde bulunduk. Bu talebimiz üzerine 2,5 yıl geçtikten sonra, 10 Şubat 1990’da Avrupa Bakanlar Konseyi, bizim için bir karar aldı. Karar, iç açıcı değildi: Tam üyelik görüşmelerinin başlatılması için şartların henüz oluşmadığı belirtiliyordu.
Bu gelişmelerin hemen ardından, topluluğun amacından değilse bile adından, Ekonomi kelimesi çıkartıldı. Organizasyon, Avrupa Topluluğu (AT) olarak anılmaya başlandı. 09 – 10 Aralık 1991’de Maastricht’te yapılan toplantıda, organizasyonun adı tekrar değişti. Avrupa Birliği (AB) oldu. Sözü edilen görüşmelerde, isim değiştirmekle yetinilmedi. Üye ülkeler arasında:
* Euro denilen tek para biriminin kullanılması,
* Tek Merkez Bankası kurulması,
* Tek ordu oluşturulması,
* Ortak vize uygulanması,
* Üye ülkelerde sosyal hakların eşitlenmesi
Olarak özetlenebilecek bir amaçlar paketi karara bağlandı. Ve gelecekle ilgili yeni amaçlar belirlendi:
* Tek bayrak kullanılması,
* Tek anayasanın geçerli olması,
* Millî egemenlik haklarının Avrupa Parlâmentosu’na devredilmesi… gibi.
* * *
Gelişmelerin bu noktasında (kimilerine göre daha önce) Anayasa’mızın 90. maddesinin yürürlüğe girmesi gerekiyor. 90. Maddede şunlar yazılı:
Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak anlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.
Ekonomik, ticârî veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan antlaşmalar, Devlet Mâliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konulabilir. Bu takdirde bu antlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bilgisine sunulur.
……..
Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü antlaşmaların yapılmasında, birinci fıkra hükmü uygulanır.
…….
Bozuk bir Türkçe ile kaleme alınmakla birlikte, Anayasa’nın âmir hükmü; tevile kapalıdır, yoruma gerek kalmayacak şekilde açıktır. Anayasa’mızın bu maddesi ile ilgili gerekçeli karar ise şöyledir:
Milletlerarası anlaşmalar, Türk Kanunlarında değişiklik yapılmasını gerektiren hükümler ihtiva ettiği takdirde, teşriî organın peşin tasvibine sunulmasını mecburî kılmaktadır. Bu hüküm, kanun yapmak yetkisinin teşriî organa ait olması prensibinin tabiî neticesidir.
* * *
Norveç, Anayasasındaki benzer bir maddeye dayanarak, AB üyeliğini referanduma götürdü. Halkın çoğunluğu, AB dışında kalmak yönünde oy kullandı.
Anayasa’mızın 90. maddesine rağmen Türkiye, dönemin Başbakanı ve Başbakan Yardımcısı / Dışişleri Bakan Vekili tarafından temsil edilerek AB ile 06 Mart 1995 tarihinde, Gümrük Birliği (GB) Anlaşması’nı imzaladı. Bu anlaşma da TBMM’nin onayına sunulmadı.
GB her ne kadar AB hedeflerinden yalnızca bir tânesi ise de, GB üyeliği prosedürünün uygulandığı bir başka ülke yoktur. Hiçbir ülkeye uygulanmayan bu prosedürün, Türkiye’ye tanınmış bir imtiyaz (ayrıcalık) olduğunu iddia edenler olmuştur. Gerçek ise farklıdır. AB dışında tutularak GB üyeliği ile Türkiye, AB’nin ikinci sınıf üyesi konumuna sokulmuştur.
Anlaşmanın, 01 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmesi ile Türkiye; ilk 5 yılda toplam 20 milyar dolar gümrük vergisi gelirinden mahrum kalmıştır. Gümrük vergisinin alınmaması sebebiyle ithal mallarının iç piyasadaki satış fiyatlarında herhangi bir düşme olmadığı gibi, ihracatımızda da beklenen yükselmeler gerçekleşmemiştir.
Buna rağmen Anlaşma’nın 3. maddesinde belirtilen yardımlar gelmemiş, tek bir Euro tahsil edilmemiştir. GB Anlaşması’nın 3. maddesi aynen şöyledir:
Hazırlık döneminde Türkiye, geçiş dönemi ve son dönem boyunca kendisine düşecek yükümlülükleri üstlenebilmek için, topluluğun yardımı ile ekonomisini güçlendirir. Geçiş dönemi, uzatma dışında beş yıldır.
Maddede, satır arasına konulmuş iki kelime dikkat çekmektedir: “uzatma dışında”… Uzatmanın, hangi şartlarda ve ne kadar süre ile yapılacağı belli değildir.
Türkiye, AB’ne tek taraflı olarak tanıdığı bu uzatma yetkisinin oluşturduğu engeli aşabilmek için tâvizler vermeye zorlanmaktadır. Verilen her tâviz ise, dipsiz kuyuya atılan taş demektir. Kuyunun dolması şimdilik mümkün görülmüyor.
AB ile ilgili mevzuatın 250.000 sayfadan fazla olduğu söyleniyor. Böylesine hacimli bir konu hakkında söylenebilecekler elbette yukarıdakilerden ibâret değildir. Ancak, söylenebilecekleri şöylece özetlemek mümkündür: Türkiye, AB ile ilgili yükümlülüklerini gecikmeli olarak da olsa, yerine getirmiştir. Ancak AB; yardımlar ve emeğin serbest dolaşımı konuları başta olmak üzere hiçbir taahhüdünü ifa etmemiştir. AB’nin bu güne kadar yaptıkları, bundan sonra yapacaklarının en açık göstergesidir.