2005 yılının bir yaz günüydü. Rahmetli Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” isimli romanını büyük bir zevk ile okurken sayfalar arasında Erzurumlu Nafiz Bey ismine rastlamıştım.
İstiklâl Savaşında ordumuza dört uçak alıp, iki uçak parası ödeyen bu “Çılgın Dadaş’ın” ismini ilk defa duymuş olmanın ezikliğini hissetmiş diğer taraftan da böyle fedakâr bir Erzurumluyla hemşehri olmanın gururunu yaşamıştım.
Kitabı birkaç gün içerisinde bitirdikten sonra ilk işim Nafiz Kotan’la ilgili bilgi toplamak olmuştu.
Yerli ailelerin büyük bir kısmının göç ettiği şehirde, işimin kolay olmadığının farkındaydım.
Bu düşünceler içerisinde arayışlarımı sürdürüyor her bilgiyi değerlendirmeye gayret ediyordum.
Bir gün eczanemde otururken uzun yıllar görmediğim ortaokul resim öğretmenim Fuat İğdebeli içeri girmişti.
Hocamın elini öperek ikramda bulunup, geçmişle ilgili sohbet etmeye başlamıştık.
Çok uzun yılların anlatımı birkaç dakika sürmüş, ben konuyu Nafiz Kotan’a getirmiştim.
Hocam, birkaç dakika düşündükten sonra Nafiz Bey’i hatırlamış ve İbrahim Paşa Camisi’nin karşısındaki eski Huzur Kahvehanesi’nin bulunduğu yerde evlerinin olduğunu, kapılarında son derece lüks bir taksi bulunduğunu söylemiş, benimde keyfim yerine gelmişti.
Fuat Hoca tabir yerindeyse adrese teslim bir bilgiyi bana sunmuş, bundan sonrası benim için kolay olmuştu. Kısa sürede Nafiz Kotan Bey’in akrabalarından Orhan Noyan amcaya ulaşmış ve sağlıklı bilgiler edinmeye başlamıştım.
Orhan Noyan kısa sürede Nafiz Bey’in torunu Kaya Kotan’a ulaşarak görüşmemizi sağlamıştı.
Kaya Bey, bilgileri ve belgeleri bizimle paylaşınca Nafiz Bey hakkında epeyce bir malumat edinmiş ve bu birikimler doğrultusunda Nafiz Bey’i ülke gündemine tekrar taşımıştık.
Yerli ve ulusal basın marifetiyle kısa sürede bu “Çılgın Dadaş’ın” ismini tekrar duyurmuş biz de bir vefa duygusunu yerine getirmenin huzurunu yaşamıştık.
Yapılmış olan bilgilendirme çalışmalarından sonra güzel bir farkındalık oluşturulmuş dönemin Milli Eğitim Müdürü Fevzi Budak’ın gayretleriyle Erzurum’da bir liseye “Nafiz Bey” isminin verilmesi sağlanmıştı.
Süreç olumlu yönde devam ederken bir taraftan da Nafiz Bey hakkında yeni bilgiler elde ediyorduk.
1877 yılında Erzurum’da doğan Nafiz Bey, 12 yaşında babası Hacı Ahmet Efendi’yi kaybetmiş daha sonra amcası Mustafa Kotan Ağa’nın himayesinde ticaret hayatını öğrenmiş, 1903 yılında Makbule Hanımla evlenmiş ve 1912 yılında İstanbul’a giderek kardeşi Necip Bey’le halı ticareti ve taahhüt işleri yapmış. İki kardeş, edindikleri yeni çevreler ile işlerini geliştirip yurt dışında bağlantı kurmuşlar ve ciddi bir mal varlığı elde etmişler.
Bu dönemlerde Nafiz Bey’in serveti artarken imparatorlukta çökme sürecine girmiş 30 Ekim 1918 yılında Mondros Mütarekesi imzalanmıştır.
İngilizlerin 13 Kasım 1918 de İstanbul’u işgal etmesi üzerine Nafiz Bey, tüm mal varlığını nakde çevirip Ankara’ya geçmiş ve Milli Mücadele’nin yanında yer almıştır.
İttihatçı olduğu söylenen Nafiz Bey, bu sıkıntılı günlerde İnebolu’dan Ankara’ya malzeme taşıyarak büyük bir vatanseverlik örneği göstermiştir.
Nafiz Bey gibi İstanbul Hükümeti’nden ümidini kesen vatanseverler de yeni bir harekâtı başlatmak üzere Ankara’ya toplanmışlar, “VATAN TOPRAĞI KUTSALDIR, KADERİNE TERK EDİLEMEZ.” demişler ve Ulusal Kurtuluş Harekatı’nın meşalesini yakmışlardır.
Anadolu’nun ortasında küçük bir kasaba hüviyetinde olan Ankara birden hareketlenmiş insanlar akın akın Ankara’ya gelmeye başlamışlardır.
Ankara’ya Milli Mücadele’ye katılmak için gelenler olduğu gibi, bu ortamdan ekmek parasını kazanmak için gelenler de bulunmaktaymış.
Ekmek parası peşine gelenlerin içinde Erzurumlu bir at arabacı hemşehrimiz de varmış.
Nakliyecilik yapan bu hemşehrimizin bir gün arabasının tekerleği kırılmış ve parası olmadığından sıkıntı içine düşmüş.
Etraftakiler, kara kara düşünen bu hemşehrimizin yanına gelmişler ve ona Ankara’da Nafiz Bey isimli zengin bir Erzurumlu olduğundan bahsederek kendisinden yardım alabileceğini ifade etmişler.
Ertesi gün, at arabacısı hemşehrimiz, sorarak Nafiz Bey’in ofisini bulmuş ve şapkasını koltuğunun altına alarak içeri adım atmış.
Kendisini tanıtıp, meramını anlatmaya fırsat kalmadan içeri birkaç kişi girmiş ve Nafiz Bey ayağa kalkıp onları karşılamış. Bu esnada hemşehrimiz kapının arkasında ayakta kalmış.
Gelenler Mustafa Kemal ve arkadaşlarıymış.
Konuşma esnasında Mustafa kemal Paşa, Kuvay-ı Milliye’nin, paraya, silaha, cephaneye, erzaka, araca ihtiyacı bulunduğuna dikkati çekmiş ve bu konuda Nafiz Bey’den yardım talep etmiş.
Nafiz Bey, arkasında bulunan para kasasının kapısını açmış ve Mustafa Kemal’e dönerek “TÜM SERVETİM MİLLİ MÜCADELENİN EMRİNDEDİR PAŞAM. VATAN KURTULURSA HEPİMİZ KURTULACAĞIZ. FAKAT ALLAH GÖSTERMESİN, BU MUKADDES TOPRAKLARI KAYBEDERSEK BENİM SERVETİMİN NE KIYMETİ KALIR” diyerek dadaşlığın hakkını vermiş.
Böyle bir fedakârlık karşısında Mustafa Kemâl ve arkadaşları son derece duygulanmışlar. Bu ortamdan etkilenenlerden biri de bu tarihi olaya tanıklık eden Erzurumlu at arabacısı hemşehrimiz olmuştur.
Bu konuşmadan sonra Erzurumlu Nafiz Bey, Kuvayı Milliye’ye dört uçak almış ve iki uçak parası ödemiştir. Nafiz Bey’in aldığı İtalyan yapımı Fiat marka uçaklara Nafiz 1, Nafiz 2, Nafiz 3 ve Nafiz 4 ismi verilmiştir
Nafiz Bey, bununla yetinmeyip düşman hatlarını vuracak olan pilotlara 200 lira ödül vereceğini de taahhüt etmiştir.
Nafiz Bey, yaptığı bu hizmeti İnebolu’dan çektiği “İstanbul’dan satın aldığım ve buraya getirmeye muvaffak olduğum tayyare uçarak bugün geldi. Orduya namıma teberru ediyorum. Kabulünü istirham ile düşman üzerine ilk bombayı atacak zata iki yüz lira nakdi mükafat takdim edeceğim. Milletimizin istikbalinin selamete visalini ve muvaffakiyetini Cenab-ı Hak’tan temenni eder, hürmetle ellerinizden öperim.” 31 Ocak tarihli telgraf ile Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya bildirmiştir.
Nafiz Bey’in bu erdemli davranışını Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi’nde “HAMİYYET-İ VATANİYENİZ ŞAYANI ŞÜKRANDIR" sözleri ile gündeme getirmiştir.
Milli Mücadele’ye büyük maddi destek sağlayan Nafiz Bey, Ankara’da bulunduğu yıllarda (1925-1935) inşaat müteahhitliği yapmıştır.
Ankara’nın 1923 yılında başkent olmasıyla birlikte şehrin bayındır işlerinde Nafiz Bey’in büyük katkısı olmuştur.
Nafiz Bey, Ankara’nın modern çehresini oluşturan Sağlık Bakanlığı, Merkez Bankası, Türkiye İş Bankası, Ankara Palas, Harp Okulu, Milli Savunma Bakanlığı, Türk Hava Kurumu, Vakıflar Bankası Genel Müdürlüğü, Büyük Tiyatro gibi binaları yapmıştır.
Nafiz Bey, Ankara’nın dışında, Alpullu Şeker Fabrikası, Eskişehir Şeker Fabrikası, İstanbul Tekel ve Likör Binası, Vasgit Barajı, Trabzon Numune Hastahanesi ve İzmir Elhamra Sineması’nı yapmış. 1930 yılında SSCB ile yapılan anlaşma doğrultusunda Kars’a gelerek Sovyet Rusya’ya hayvan ihracatını gerçekleştirmiştir.
Ülkesine karşı sorumluluk duygusu yüksek olan Nafiz Bey, Türk Teyyare Cemiyeti ve Türkiye Himaye-i Efdal Cemiyeti kurucuları arasında da yer almıştır.
Son derece vatanperver, cömert ve yardımsever bir kişiliği olan Nafiz Bey, sıkıntıda olanların her zaman elinden tutmuştur.
Malını mülkünü satıp, ticarete atılan ve iflas eden Zakir Bey ismindeki bir memura, Nafiz Bey ve Kardeşi Necip Bey’in her gün bir kamyon un, şeker, kantariye gönderip ve satılmayan malları da adamlarına aldırmaları onun kişiliğini gösteren anlamlı bir örnektir.
Hava Kuvvetlerinin ilk müsteşarı olan Orgeneral Muzaffer Ergüder: “Erzurumlu Nafiz Bey, evet, bu büyük Türk, İstiklâl Mücadelesi esnasında Türk Hava Kuvvetleri’ni düşünen ilk zenginimiz olmuş, harbin doğurduğu imkansızlıkları para kuvvetiyle yıkarak dört tayyare satın almış ve bunları vatanın en muhtaç olduğu bir zamanda Silahlı Kuvvetlerimize hediye ederek vatanperverliğin büyük örneğini göstermiştir.” diyerek Nafiz Beyin milli hassasiyetini özetlemiştir.
1935 yılından sonra maddi sıkıntılar yaşayan Nafiz Bey, 1939 yılında Erzurum’a dönmüş memleketinde ticaretle uğraşmıştır.
Turgut, Alaattin, Hikmet ve Nimet isminde iki oğlu ve iki kızı olan Nafiz Bey, 1948 yılında kalmış olduğu Cumhuriyet Oteli’nde şeker komasından vefat etmiştir.
Nafiz Bey’in devlet töreni ile kaldırılan cenazesi Araplar Düzü’ndeki mezarlığa defnedilmiş, daha sonraki yıllarda yapılan imar çalışmaları neticesinde buradan alınarak Kars Kapı Şehitliği’ne nakledilmiştir.
İşte bu aşamada Kars Kapı Şehitliğinde çıkan yangından dolayı evraklar yanmış ve Nafiz Kotan’ın mezarı kaybolmuştur. Ülkesine büyük fedakarlıkta bulunan bu Çılgın Dadaş’ın içinde yattığı bir mezarı bulunmaması vicdanları sızlatan affedilmeyecek bir ihmal ve vefasızlıktır.
Temennimiz, bu vefalı Türk evladına Kars Kapı Şehitliği’nde sembolik bir anıt mezarın yapılmasıdır.
Erdal Güzel
Kaynakça. Atnur İbrahim Ethem, Kalemli Hüseyin, Gönüllerden Göklere Erzurumlu Nafiz Kotan, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum, 2016