Yerel Seçimler Sonrası Bir Araştırma Yazısı…

Uzun bir yerel seçim dönemi yaşadık. 31 Mart’ta yerel seçimler gerçekleşti ancak İstanbul başta olmak üzere birkaç ilde itirazlar neticesinde seçim tekrarları yapıldı. Türkiye’nin en büyük vilayeti İstanbul’da 23 Haziran’da yenileme seçimleri yapıldı ve 25 yıl sonra belediye yönetimi değişti. Millet ittifakının adayı Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı oldu.

Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmasıyla birlikte alışkın olmadığımız bir uygulama başladı. İBB Meclis toplantıları sosyal medya üzerinden canlı yayınlanıyor ve milyonlarca İstanbullu yaşadığı şehir ile ilgili alınan kararları canlı takip edebiliyor. Bende milyonlarca İstanbullu vatandaşlardan birisi olarak bu meclis toplantılarını ilgi ile takip etmeye başladım.

Geçmişte Belediye’de görev yapmış biri olarak konuşulan konular ilgimi çekti diyebilirim. Bu süreçte özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesinin en büyük gelir kaynağı olan iştiraklerin kuruluş amaçları, faaliyetleri ve yerel ekonomiye katkıları konusu ilgimi çekti ve bu bağlamda bir araştırma yazısı yazmaya karar verdim. Doğuş Üniversitesi Hukuk fakültesinde öğretim görevlisi olan kız kardeşimden ( Nurhan Yaprak ) destek istedim. Kendisi doktora tezi olarak “ Belediye iktisadi teşebbüslerinin hukuki niteliği” üzerine çalışma yapmıştı. Sağ olsun beni kırmadı ve bu konuda beni yeterince bilgilendirdi kendisine teşekkür ediyorum. Ondan aldığım bilgiler doğrultusunda devletin girişimci yönünü ortaya koyan Kit’ler ( Kamu İktisadi teşebbüsleri ) ve Yerel Yönetimlerde Kamu İktisadi teşebbüsleri konularında bir yazı kaleme aldım.

Girişimci devlet ve Kit’ler ( Kamu İktisadi Teşebbüsleri )

Devlet kuralları koyan ve denetleyen mekanizma olarak algılanır, öyledir de ancak devletin bir de müteşebbis yönü vardır yani devlet serbest piyasa ekonomisinde, özel sektörle rekabet içerisinde ticaret yapar. Kit’ler yani kamu iktisadi teşebbüsleri vasıtasıyla ticari faaliyette bulunur. Devlet düzenleyici olarak hem de müteşebbis olarak ekonomiye müdahale eder.

Devlet ekonomik sistem içerisinde düzenleyici olarak, vergi alır, piyasanın rekabet kurallarını belirler, iş hukuku alanında belirli kurallar çerçevesinde ticaretin yürütülmesini sağlar. Aynı zamanda kamu iktisadi teşebbüsleri ile girişimci rolünü de üstlenir. Devletin bu yönü eski tarihlerden bu yana var olan bir uygulamadır. Roma İmparatorluğu döneminde, imparatorun gösteri düzenleyicisi ve yiyecek dağıtıcısı olması, imparatorluk tarafından kurulan işletmelerde, imparatorun kullanımına sunulmak üzere silah ve kumaş üretilmesi, Antik Mısır döneminde zeytinyağı, papirüs üretimi ve madencilik gibi faaliyetlerin prens tarafından yerine getirilmesi, devletin girişimci olarak ekonomiye müdahalesinin geçmişine ilişkin örnekler olarak verilebilir.

19. yüzyıla kadar dünya ekonomisinde devletin ekonomiye müdahalesi oldukça sınırlı olmuş. Liberal ekonomik sistemin etkili olduğu bu dönemde devletin görevleri savunma ve adaletin tesisi üzerinde yoğunlaşmış, Devletin ekonomik alandaki faaliyeti minimal düzeyde kalmış. 1929 yılında tüm dünyayı etkileyen ekonomik krizile birlikte liberal ekonomik sistemin güvenilirliği tartışılır hale gelmiş ve devletin ekonomiye müdahale etmesi gerektiği fikri hâkim olmaya başlamış.

1930’lu yılların başında uygulamaya sokulan “Devletçilik” ilkesi, ekonomik gelişmede sanayileşmeye önem vermiştir. Birinci beş yıllık sanayileşme planının uygulamaya konulması, bu durumun açık bir örneğidir. Bu planda, yerli üretime, yerel ya da bölgesel üretim birimlerinin kurulmasına önem verilmiş, sanayi işletmelerinin ham madde ve işgücü kaynaklarına yakın olması hedeflenmiştir.

Planda büyük sermaye ve teknik bilgi isteyen hizmet kollarında devletin planlı bir şekilde hizmeti yerine getirmesi öngörülmüş ve özel teşebbüse yer verilmemiştir. Fakat milli sermayenin israf edilmemesi için devletin özel teşebbüse yol göstermesi ve koruyucu olması hususu planda belirtilmiştir. Dolayısıyla devletin toparlanmayı hızlı bir şekilde sağlamak amacıyla kamu hizmetini bizzat üstlenmesinin öngörülmesinin yanında, özel sektörün de yönlendirilmesinin ve geliştirilmesinin hedeflenmesi, devletin hizmet üretiminde ve ülke kalkınmasında tamamen tek aktör olma gayesinde olmadığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

1950’li yıllara kadar bir yandan devlet, ortak ve genel ihtiyaçların görülmesi amacıyla kamu hizmetini sürdürmüş, diğer yandan da ekonomik alandaki kamu hizmeti faaliyetleriyle özel sektöre destek vermiştir. 1950- 1960 yılları iktisadi ve siyasi anlamda liberalizmi savunan Adnan Menderes Başbakanlığındaki Demokrat Parti yönetimi hızlı büyümeyi amaçlamış. Bu bağlamda; Bütçede yatırımları genişletmek, özel sektörü hukuki ve fiili emniyet altına alacak tüm düzenlemeleri yapmak ve geliştirmek, yabancı sermayeden faydalanmak, üretim hayatını bürokratik engellerden kurmak, mevcut sermayenin üretime akmasını sağlamak böylece özel müteşebbisler için uygun girişim ortamını oluşturmakiktisat politikasının temelini oluşturmaktaydı. Ancak Menderes dönemi iktisadi politika olarak liberalizmi savunsa da 1930- 1946 yılları devletçi diye nitelendirilen uygulamalarla paralellik göstermiş devletçi politikalar o dönemde uygulanmıştır.

70’li yıllarda yavaşlayan ekonomik büyümeye enflasyonun da eşlik etmesiyle birlikte devletin ekonomik performansında düşüşler yaşanmış ve ekonomide serbestleşme hareketleri tekrar ortaya çıkmaya başlamış.1980’li yıllara gelindiğinde ise devletin ekonomik hayata müdahalesinde kırılmalar yaşanmış. 24 Ocak 1980 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında, “İstikrar Programı ya da Ekonomik Stabilizasyon Programı” olarak adlandırılan programa ilişkin kararlar alınmış ve bu kararlar 25 Ocak 1980 tarih ve 16880 mükerrer sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiş.

Bu kararlarla devletin ekonomik hayattan çekilmesi fikrinin hâkim olmaya başlamasıyla birlikte “özelleştirme” kavramı devlet politikasının gündemine oturmuş ve uygulanmaya başlanmıştır. Bu durum da 80’li yıllarda özelleştirme politikalarının ortaya çıkmasına sebep olmuş. Bu bağlamda; Özallı yılları özelleştirmenin yoğunlaştığı serbest piyasa ekonomisinin tavan yaptığı bir dönem olarak adlandırabiliriz. O yıllarda çantasını eline alan Türk girişimcilerin yurt dışına ürün pazarlamak, ihracat yapmak, inşaat yapmak için akın akın gittiklerini söyleyebiliriz.

Fakat devletin ekonomideki mevcut yapısal sorunların çözümlenmesine ilişkin önlemleri almadan ekonomide liberal politikayı benimseyip özelleştirme faaliyetlerine girişmesi, ekonomik kırılganlığı arttırmış ve 1994, 2000 ve 2001 yıllarında devlet ekonomik krizlerle karşı karşıya kalmıştır. 2002 yılından sonra, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması için uygulanan politikalarla devletin ekonomi alanındaki varlığı azalsa da devam etmiştir. 

Günümüzde ise devlet tarafından para, mal ve döviz piyasalarına doğrudan müdahale edilebilmekte, ekonomik alanda bir girişimci olarak devlet, iktisadi teşebbüslerle varlığını sürdürmektedir. 

Kamu İktisadi Teşebbüsleri…

Cumhuriyetin ilk yıllarında özel sektörün sermaye açısından yetersiz olması, büyük sermaye ve uzmanlık isteyen alanlarda devletin ekonomik alanda girişimci olarak faaliyet göstermesine sebep olmuştur. Bu bağlamda; Kamu iktisadi teşebbüsleri devletin ekonomik alandaki işletmeci rolünün bir sonucu olarak ortaya çıkmışlardır.

Devletçiliğin somut bir yansıması olarak değerlendirilen Kamu İktisadi Teşebbüsleri, ticari esaslara göre faaliyet gösteren tüzel kişiler olarak düzenlenmişlerdir. Devlet bu dönemde ekonomik gelişimini çeşitli faaliyet alanlarında, KİT’ler kurarak sağlamaya çalışmıştır. Örneğin; 1932 yılında Devlet Sanayi Ofisi, 1933 yılında ise Devlet Hava İşletmeleri İdaresi kurulmuştur. Böylece sayıları oldukça artan KİT’lerin yasal zemine oturtulması ihtiyacı doğmuş ve 1938 yılında 3460 sayılı sermayesinin tamamı devlet tarafından verilmek suretiyle kurulan iktisadi teşekküllerin teşkilâtı ile idare ve murakabeleri hakkındaki kanun çıkarılmıştır.

1960’lı yıllarda ise KİT’lerin devletin ekonomik gelişiminde aldığı rolün önemi birinci beş yıllık kalkınma planında açıkça ifade edilmiştir. Plana göre, Türkiye'nin ilkel bir ekonomik düzenden daha ileri bir üretim sisteminegeçmesi devlet yatırımları ve kamu iktisadi teşebbüslerinin faaliyetleriyle mümkün olmuştur. KİT’lere uygulanacak mevzuat ise 1984 yılına kadar sürekli değişime uğramıştır.80’li yıllarda ortaya çıkan devletin ekonomik alana müdahalesindeki kırılma KİT’leri doğrudan etkilemiştir. Bu kurumlar, öncelikle 1983 yılında çıkarılan 60 Sayılı KHK ile piyasada rekabet koşullarına uygun olarak yeniden düzenlenmiştir. Sonrasında ise 1986 yılında çıkarılan 3291 Sayılı kanunla KİT’ler tarafından görülenhizmetlerin özel sektöre bırakılması yoluyla bu kurumların özelleştirilmeleri süreci başlamıştır. Örneğin; bu dönemde devletin kamu hizmetinin ifasındaki rolünü azaltmak amacıyla çay ve tütün üretimi gibi kamu hizmeti alanlarında devlet tekelleri kaldırılmıştır

1980 öncesi dönem devletin ekonomiye etkin müdahalesinin olduğu bir dönemi yansıtırken 1980 sonrası dönem ise devletin ekonomik hayatta etkinliğini azaltarak, ekonomik bir aktör olmaktan ziyade “yönetme” fonksiyonuna yönelmek istediği bir dönem olarak ifade edilebilir. Günümüzde KİT’lere 1984 yılında çıkarılan ve bu kurumların yönetim ve denetimlerini düzenleyen 233 sayılı KHK uygulanmaktadır. Bu doğrultuda, merkezi yönetimin ekonomiye müteşebbis olarak müdahale aracı olan KİT’ler halen varlıklarını sürdürmektedirler. 

Belediye İktisadi Teşebbüsleri…

Belediyeler, kendilerine verilen görev ve hizmet alanlarında şirket kurarak bir müteşebbis gibi faaliyetlerini sürdürebilmektedirler. Belediyeler tarafından iktisadi teşebbüs kurulması sadece Türkiye’de değil diğer ülkelerde de başvurulan bir hizmet sunum şeklidir.

Belediyelerin iktisadi teşebbüs kurma uygulaması Avrupa’da oldukça yaygındır. Hatta Avrupa’da yerel yönetim şirketlerini biraya getiren ve onları temsil eden oluşumlar da mevcuttur. Avrupa Kamu İşletmeleri Merkezi’nin (EuropeanCentre of Enterprises with Public Participationand of Enterprises of General Economic Interest-CEEP)

Turizme ilişkin yerel yönetim şirketleri platformunun Deauvılle deklarasyonunda yerel yönetim şirketleri; “Yerel kamu şirketleri, sermayesinin en az %50’si ya da eğer otoriteler uygulamada teşebbüsler üzerinde gerçek bir kontrol muhafaza ediyorlarsa sermayesinin %50’den azı çeşitli yerel ya da bölgesel yönetimlerce desteklenen, uğraşı alanı kamu menfaatini sağlamak olan tüzel kişiliklerdir.” şeklinde tanımlanmıştır. 

Belediyeler tarafından yerel hizmetlerin üretim ve sunumunda faydalanılan kurumlar olarak belediye şirketleri, giderek artan oranda yerel hizmetlerin sunumunda etkin olmaktadırlar. OCED üye ülkelerinde (Organisation for Economic Co-operation and Development) bu şirketler yaygın olarak başvurulan bir kamu hizmeti sunuluş biçimi olarak değerlendirilmektedir. Örneğin; Almanya, İtalya ve Hollanda’da belediyelerin sahip olduğu şirketlerin sayıları 10 ile 20 arasında değişmektedir. Belediyeler bu şirketlerle yerel hizmet sunumlarını gerçekleştirmektedirler. Şirketler tarafından sunulan hizmetler ise genel olarak, su ve kanalizasyon, atık toplama, sağlık, elektrik, gaz, ısıtma, ulaşım, telekomünikasyon gibi hizmetlerin yerine getirilmesi, kentsel planlama ve gelişim faaliyetleridir.

Belediye iştiraklerinin kurulma amacı yerel ekonomiyi canlandırmak ve istikrarı sağlamak.

Belediye iktisadi teşebbüsleri birden çok farklı gerekçeye dayanılarak kurulabilmektedir. Bunlar; yerel ekonomiyi canlandırmak, teknik bilgi ve kaynak gerektiren hizmetlerin sunumunu ve kontrolünü daha kolay yerine getirebilmek, bürokratik kurallardan sıyrılarak serbest hareket edebilmek, olarak özetlenebilir. Bu bağlamda; Türkiye’de de yerel yönetimlerde belediye iştirakleri yaygın bir şekilde faaliyet göstermektedir.

Belediye iktisadi teşebbüslerinin ekonomik anlamda sıkıntı çeken belediyelerin gelirlerini arttırmak için arayışa girmeleri sonucu oluştukları ve halkın refahını inşa etmede kritik rol oynadıkları ifade edilmektedir. Bu şirketler, yerel halk için kaliteli ve istikrarlı iş imkânı sağlamanın yanında özel sektöre olan bağımlılığı azaltarak yerel ekonomik istikrarı temin etmektedirler. Ayrıca, yerel halkın mal ve hizmet ihtiyacını kâr amacı güden hizmet sağlayıcılarına göre daha düşük ücretle karşılayıp az hizmet gören yerlere de hizmet götürmektedirler. Yine kâr amacı güden şirketlere göre hesap sorulabilir, şeffaf ve demokratik açıdan kontrol edilebilir kurumlardır. Bu bakış açısına göre, iktisadi teşebbüsler yerel ekonomide canlılık ve istikrarı sağlamak için önemli bir rol üstlenmişlerdir.