Atina, Yunanistan’ın başkenti. Otelimize yerleştikten sonra Akropolis’in eteklerinde kurulu Hephaistosu gezmek üzere yola koyulduk. Bu antik şehri gezmek için öncelikle Monastiraki Meydanına gitmeniz gerekiyor. Şehrin turistik meydanlarından biri Avrupa’daki pek çok meydan ile kıyaslandığında oldukça küçük. Ancak kalabalık ve sürekli hareketli, tren garı, yunan yemekleri sunan restoranlar, kafeler, hediyelik eşya satan dükkânlar burada yer alıyor. Meydanın tam ortasında bir de ecdat yadigarı cami var. Ancak kültür müdürlüğü olarak kullanıldığını görmek canımızı sıktı. Monastiraki meydanından geçerek Hephaistos antik bölgesine geliyoruz. Girişte bir harita mevcut ancak içerisinde kalıntıları belli bir düzen içinde gezmeye yarayacak bir tabela sistemi yok. Her şey birbirine girmiş oradan oraya şaşkın ördekler gibi insanlar savruluyor. Hemen girişte sağ tarafta müze olarak kullanılan sütunlardan oluşan bina dikkat çekmekte. İçerisinde heykeller madeni eşyalar vazo ve bunun gibi topraktan yapılma eşyalar sergilenmekte. Antik kent içinde kiliseye çevrilmiş bir binayı geziyoruz. Sonra yaklaşık 500 metre yukarıda Hephaestus tapınağı yer almakta. Tapınak, Akropolisi karşıdan gören nispeten daha alçak bir tepe üzerinde ve Akropolisi farklı açıdan seyredebileceğiniz bir konumda bulunuyor. Antik kentteki gezimizi bitirdikten sonra yıllardır devam eden Yunan askerlerinin parlamento binası önündeki nöbet değişimini izlemek üzere Syntagma meydanına doğru yola çıktık. Burada Parlemento binası ve önünde meçhul asker anıtı var her saat başı burada klasik Yunan giysileri içindeki askerler törensel bir nöbet değişimi gösterisi sunuyorlar. Bizim gibi birçok turist bu nöbet değişimini izlemeye gelmişler.
Akropolis gezisini Atina’daki ikinci günümüzde gezmeyi planladık ve planımız üzere Akrapolisi görmeye gittik. Fakat Atina’da işaretleme levhaları çok yetersiz navigasyon ise bizi bir gün önce gezip gördüğümüz yere götürdü. Buradan Akrapolisin girişini bulmak çok zor. Arabamızı daracık bir sokağa park edip Akrapolisin girişini aramaya koyulduk. Bu sırada Anafiotika diye anılan Akropolisin dibinde kurulu beyaz duvarları mavi pencereleri daracık sokakları ile beyaz taş evlerden kurulu kendinizi bambaşka bir şehirde hissedeceğiniz bir bölgede buluverdik. Anafiotika bölgesinin arka kısmına geçtiğimizde Akrapolis’in girişini daha doğru bir tabirle bizi girişe götüren insan kuyruğunu bulmuştuk. Gittiğimizde 3 sıra kuyruk en az 500 metre uzunluğunda idi. Bu sıcakta kuyrukta beklemek mutlaka bir takım rahatsızlıklara neden olacaktı. Zaten halihazırda rahatsız olduğu için kızımı ve damadımı arabada bırakmıştım. Akrapolis’e girmekten vazgeçtik bir sonraki Atina gezisinde gezmek üzere ayrıldık.
Bir Atina değerlendirmesi yapmak gerekirse Atina’yı bir başkente yakışır güzelikte göremedim. Turistlerin yoğun olarak dolaştığı kısımlar bir miktar daha düzenli olsa da arka sokaklar biraz ürkütücü. Yaşayanlar şehri perişan etmişler. Tüm sokaklar graffiti denen yazılarla dolu öyle ki duvarın önüne park edilmiş araçlar da bu yazılardan nasibini almış, yazıyı yazanlar duvarı boyamaya başlamış arabanın üzerini dahi yazarak devam etmişler. Üzüldüm, şehrin tüm sokaklarında nereden gelecekleri belli olmayan motorsikletlilerle dolu. Aynısı İtalya’da da başımıza geldi. Hep dikkatli olmak zorundasın sağdan soldan nereden çıkacakları belli değil.
Atina’yı arkamızda bırakıp Selanik’e doğru yolumuza devam ettik. Sonraki hedefimiz Kavala ve İpsala kapısından geçerek güzel vatanım, memleketim, evim, anam, babam güzel ülkem Türkiyem.