(1974 Kıbrıs Savaşlarının anısına…)
20 Temmuz 1974 sabahı uğruna savaşı göze aldığımız Kıbrıs konusu hala tüm sıcaklığı ile gündemimizde.
O sabahın Kıbrıs’ından, bugünün Kıbrıs’ına değişmeyen hiçbir şey kalmadı! Ada öncelikle ikiye ayrıldı! Kuzeyinde Türkler, güneyinde Rumlar yaşıyor…
Güneyinde Türklerin izi dahi kalmadı! Kuzeyinde ise değişime uğramayan sadece gönderdeki şanlı bayraklarımız ve şehitliklerimizde yatan yüzlerce Kahraman…
Her 20 Temmuz geldiğinde o sabahın unutulmaz görüntüleri canlanır hafızalarda! Savaşın tüm acımasızlıklarıyla dolu bir ada; kan, ölüm, göçler, insan sefilliği hepsi birarada…
Bir tarafta savaşın tüm acımasızlıkları yaşanırken; diğer tarafta ise kimisi adanın güneyinden kuzeyine, kimisi kuzeyinden güneyine savrulan, yaşama tutunmaya çalışan on binlerce insan…
Ne zaman biteceği belirsiz, sonu belli olmayan bir yaşam mücadelesi! Savaşın yaşandığı her yerde böyle değil mi zaten?
Ve…
O acılı yılların üzerinden neredeyse yarım asır geçti. Kıbrıs adasında her şey öylesine değişti, bu yıllar içinde öylesine olaylar gelişti ki, yazmakla bitmez…
Ama değişmeyen yegâne şey insanların vatan belledikleri bu adanın yönetim şeklinin belirsizliği!
Bu belirsizlik özellikle de ada Türkleri için geçerli…
Dini, dili, örfü, geleneği, yaşam biçimi farklı iki halkın yaşamına ev sahipliği yapan bu adada; dünya devletlerince Rumlar tanınıyor, Türklerin adadaki hak ve hukuku yok sayılıyor…
Aslında 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetine son veren Rumlar, o süreçten beri bu devletin yasal kurucu ortağı Türkleri adada istemiyor! Ada yaşamını adeta onlara zehir ediyor.
Neredeyse 60 yıldan beridir bu olumsuzluğa çözüm aranıyor ama bir türlü bulunamıyor! Rumların Türklere bakışı değişmediği sürece bulunamayacak da!
45 yıl önce her iki halkın yaşamına yuva olan bölgeler belirlenmiş, ada halkı halinden memnunken, ‘hayır her iki tarafta bir arada yaşamalı’ diyenlerin varlığı adada ne huzur, ne de geleceğe güven bırakıyor! Ama bir taraftan da adanın güneyinde kurulu GKRY tüm dünyaca hala adanın yasal hükümeti olarak tanınıyor!
İşte bütün sıkıntı da burada!
Adanın kuzeyinde yaşayan Türklerin kurduğu KKTC devletinin kimliği var ama Türkiye’nin dışında bu kimliği tanıyan yok! Uluslararası camiada Kıbrıs konusu ne zaman gündeme gelse; burada yaşayan, devlet kuran Türklere sanki adada yoklarmış gibi davranılıyor! Rum tarafı ise ada Türklerine azınlık haklarından bir fazlasını dahi vermeye yanaşmıyor!
Kıbrıs Türkleri bunun acısını öylesine çok yaşıyorlar ki! Adanın kuzeyine sıkışıp kalan bu insanlara, adanın Güneyinde yaşayan Rumlar öylesine insanlık dışı ambargolar uyguluyorlar ki; ne ticaret yapılabiliyor, ne de bir başka ülkeyle kültürel etkinlik…
Türkiye’nin yardımı olmasa adanın kuzeyinde yaşamak mümkün değil!
Rumlar adanın güneyine gelen turistlerin kuzeye geçmemesi için her türlü güçlüğü çıkarırken, Türk tarafına geçen Rumlara Türkler her türlü kolaylığı, hoşgörüyü gösteriyor.
Rumlar ise güneye geçen Türklere türlü engellemeler çıkarıp, araçlarını taşlamaya varan olmadık taşkınlıklar dahi yapabiliyor!
Rumların hukuksuz bir şekilde AB çatısı altına alınmasından sonra adada yaşanan gelişmeler giderek farklı zeminlere kaydı!
Özellikle ada çevresinde bulunan zengin doğalgaz ve petrol yataklarının varlığı, Doğu Akdeniz’deki bu zenginlikleri de içine alarak zaten stratejik özelliği olan bu adayı daha da stratejik bir yer yaptı.
Rumların bölge ülkeleri ve AB’ye üye ülkelerle yapmış olduğu enerji odaklı anlaşmalar, günümüz Kıbrıs’ında en çok gündemde olan konu.
Çünkü Rum tarafı bu zengin enerji kaynaklarının getirisini Türk tarafı ile paylaşmak istemiyor! Rumların bu hukuk tanımaz tutumu karşısında Türkiye hem kendi, hem de KKTC’nin uluslararası deniz hukukundan kaynaklanan hakkı gereğince bölgede sondaj çalışmalarına başlamış durumda. Ama bu defa da tüm dünya ağız birlikteliği etmişçesine Türkiye’nin bu faaliyetlerine karşı çıkıyor…
Her şey bir yana adanın bugünkü gerçeği ise şu:
Kuzeyde bir devlet, güneyde bir diğeri…
İki ayrı halk, iki ayrı bölge, iki ayrı yönetim…
Yani bir ada iki devlet!
Ada halkı; adalı olmanın zorluğu ile hayata tutunmaya, zor da olsa geçinmeye çalışırken; bu durum umurlarında bile olmayan, ada ile uzaktan yakından ilgisi bulunmayan kimi devletler, Kıbrıs Rum’unu anahtar yapmış, bölgedeki enerji kaynaklarının kapısından içeriye girmeye, bu zenginliklerden pay kapmaya çalışıyor!
Yaşanan gerçekleri değerlendirdiğimizde, adanın ikiye bölünmüş yapısı öylesine kemikleşmiş ki! Bu yapıyı birleştirmek artık pek de mümkün gözükmüyor!
Ancak bundan sonrasının gerçeği Kıbrıs Türklerinin, KKTC kimliğinin uluslararası camiada tanınması için Türkiye’nin atması gereken adımlardır.
İşte 45 yılın ardından Kıbrıs’ın gerçeği budur.
Savaşın o acımasız yüzünü gören, tüm acılarını yaşayan, yarım asırlık Kıbrıs gerçeğini bilen bir Kıbrıs Gazisi olarak bunca yıl sonra şu soruları sormadan da yapamıyor insan!
45 yıl önce Türk Askeri Kıbrıs’a gelmemiş olsaydı, adada Kıbrıs Türk’ü kalır mıydı? Türkiye bugün Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de söz sahibi olur muydu?
(20 Temmuz 1974 Kıbrıs savaşlarının 45’nci yıl dönümünde vatan ve vazife uğruna hayatlarını seve, seve feda eyleyen tüm şehitlerimize Allahtan rahmet, Gazilerimize sağlıklı bir yaşam diliyorum.)