1990’lı yılların başında dağılan Sovyet Rejiminin hür ve demokrat dünyaya karşı iki stratejisi vardı. Birincisi; bazı açıklamaları Moskova değil de, önce Sofya veya Bükreş, yahut Prag ya da Belgrad’a yaptırırdı. Yok eğer bu açıklama demokrasiyle idare edilen yönetimlerden tepki görürse “Bu Moskova’nın görüşü değil, açıklamayı yapan söz konusu başkenti bağlar. Çünkü onlar da bağımsız bir devlettir.” derdi. Yok eğer olumlu karşılanırsa “falan yerde açıklanan görüşler tamamıyla Sovyetler Birliğinin programı içindedir. Sırası geldiği için bu düşüncelerimizi onlar açıklamıştır. Bu strateji tümüyle Sovyetlere aittir” denirdi. Bu diplomatik bir dildi. Özellikle de NATO’ya karşı kullanılırdı.
Sovyetlerin bir başka stratejisi de medyanın zaman zaman Moskova ile aynı dili kullanmaması ve ıska geçici eleştireler yapmasıydı. Fazla detay, ufuk ve hedef görünmezdi. Dünyadaki yandaşları öne çıkarılırdı. En meşhuru gerçek anlamındaki Pravda Gazetesiydi. Ama her şeye rağmen kontrolü politbüro tarafından yapılır ve değerlendirilirdi.
Hür dünya basını ise eleştirilerinden asla vazgeçmez, hem kendi rejimini ve hem de karşıt düzenlerin eksikliklerini hakarete, şiddete başvurmadan, gerektiği kadar eleştirerek yayınlardı. Hür basın her zaman kendi kendini denetlerdi, ama mutlaka bir ideolojisi de vardı, yok değildi.
HÜKÜMETLER VE MEDYA
Ülkemizdeki basına gelince.. İstiklal Savaşımız sırasında cephedeki askerlerimiz gibi örnek bir mücadele veren medya olduğu gibi, karşı çıkan; İstanbul hükümetini tutan gazeteler de yayınlanıyordu. Mehmet Akif’in başyazarı olduğu Sebilürreşat İstiklal Savaşına katkı veren yayın organlarından biriydi. Kazanılan özgürlüğümüze katkı veren bir basın organı oldu.
Medya tarihimizde CHP’nin her zaman desteklediği gazete ve dergiler olmuştur; Ulus, Tanin, Vatan, Cumhuriyet, Akis, Kim vs..DP de öyle; Kudret, Tasvir, Büyükdoğu, Zafer vs.. Gazetecilerin bu dönemde de, daha önceki dönemde de tutuklandığını ve yargılandığını görüyoruz. Darbeler döneminde ise bütün gazeteler ister istemez bir müddet yönetime teslim oluyor veya sesini kısıyor. Normal seçimler sonrası düzene geçildiğinde ise CHP’yi öne çıkaranlar olduğu gibi Adalet Partisi’ni tutan Adalet, Tercüman, Son Havadis, Yeni İstanbul ve Havadis gibi gazeteler de vardı. Milli Gazete her zaman milli görüşün yayın organı olarak kaldı ve hala öyle devam ediyor. Turgut Özal 1980 darbe sonrası iktidara gelince Türkiye’de iki buçuk gazete kalacak dediğinde büyük tepki toplamıştı, sonunda da dediği çıktı. Buna inat başbakanları şort ile evinde karşılayan gazete patronları gündeme geldi. Her şeye rağmen gazete ve basın mensupları hayatımızdan hiç eksik olmadı. TRT her dönemde hükümetin sözünden çıkmadı; ifrat ve tefrit içinde yüzdü. Bu bazen aşırı, bazen de özgürlük zırhıyla örtülü veya açık oldu. Ancak artık tam teslimiyet ve kadrolaşma içinde.
YAKLAŞIYOR GÜN BE GÜN
Günümüze gelince; Sözcü ve Karar gazeteleriyle, birkaç televizyon kanalı hariç (Fox, Halk TV gibi) bütün gazete ve televizyonlar hükümet yanlısı oldu. Birisi hedef gösterildiğinde linç bile edilebiliyordu. Ankara’yı eleştirmeye, eksik ve hataları göstermeye kesinlikle rıza göstermiyorlardı. Bundan nasibini iktidar mensubu kişiler, akademisyenler, vekiller ve yazarlar da almadı değil. Oysa ciddi hatalar yapılıyor, bunu devletin başı açıkça;“kültürde, eğitimde sınıfı geçemedik. İstanbul’a ihanet ettik” biçimindeki açıklamalarla gösteriyordu. Ancak belli bir trol grubu hükümet yanlısı medya mensubu ise bu hatırlatmayı görmüyordu.
Kısa adı SETA olan Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı kurulduğunda sevinmiştim. Bir bakıma ülkemizin sorunları konusunda bilimsel araştırmalar yaparak başta hükümete ve topluma yardımcı olacaktı. Kuruluşa çok ciddi paralar harcandı. Kelli felli adamlar burada dolgun maaşlarla görev aldı. Edirnekapı’daki mekanları bir saraydan farksızdı. Kitap üzerine kitap yayınladılar. Bazen bedava dağıttılar, bazen parasıyla. Yurtdışında ve içinde temaslar yaparak gelişmeleri ve sorunları yerinde incelediler. Fakat görünen o ki basılan kitaplar, verilen konferanslar, raporlar, bilgiler, yaklaşımlar değerlendirmeler pek de doğru çıkmadı. Sorunlar değişmedi, çözümleri olmadı, tam tersine geriye gidiş gözlendi. 31 Mart ve 23 Haziran 2019 seçimleri de tuzu biberi oldu. Oysa seçimlere hükümet kamu araçları ve medya imkanı başta olmak üzere avantajlı girmişti. Ancak evdeki hesap ayrıştırıcı dil yüzünden beklendiği gibi olmadı. Sevgi ve uzlaşı dili galip geldi. Çoğu kişi yarım asırlık perhizini bozdu.
SINIR TANIMAYAN GAZETECİLERDEN KINAMA
İşte bu arada durup dururken SETA Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları konulu bir rapor yayınladı. Bu aynı Türkiye’deki darbecilerin yayınladıkları andıç raporlarına benziyordu. Büyük tepki gördü. Bütün meslek ve sivil toplum kuruluşları raporu kınadı. Çünkü uluslararası basın kuruluşlarının Türkçe servisleri için çalışan gazeteciler burada hedef gösteriliyordu. Türkiye Gazeteciler Sendikası, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçede; “halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu ile kişisel verilerin kaydedilmesi suçlarını işlediği iddia ediliyordu.
İstanbul Barosu da SETA’nın hazırladığı raporun ifade ve basın özgürlüğüne yönelik bir tehdit olduğunu öne sürerek şöyle diyor “Andıç özelliği taşıyan rapor, yandaş bakış açısının tahammül gösteremediği ifade ve basın özgürlüğünün kısıtlanmasına yönelik bir gözdağıdır.” Ankara Barosu da çalışan gazetecileri hedef olarak gösteren raporu “utanç” olarak nitelendirdi.
Uluslararası arenalarda ülkemizin barışçı, vazgeçilmez demokrasiyle yönetilen, cumhuriyetçi, insan haklarını saygılı, hukuk devleti özelliğini taşıyan bir kadim devlet olduğu biçimindeki tanıtımının önde olması gerektiği bir dönemde bu SETA Raporu dünyanın en büyük 21 gazetecilik örgütü tarafından da kınandı. Sınır Tanımayan Gazeteciler RSF tarafından yapılan ortak açıklamada; basın mensuplarının fişlenmesi ve uluslararası alanda çalışan gazetecilere taciz girişimlerindeki tehlikeli tırmanıştan endişe duyulduğu belirtildi(Karar 11 Temmuz 2019).
RACON KESMEK
Üstelik bu rapor “yargıda etik değerler”, “yargı reformu stratejileri” nin gündemde olduğu bir zaman diliminde açıklanıyor! İç barışa yara açan beka, Pontus, İstanbul’un Konstantinopolis olması, zillet, illet, ihanet, feto borsası vs söylemlerinin etkisi bile geçmemiş, tam tersi adalet, vicdan, ahlak, manevi temeller gibi değerler tartışılırken gündem bu konuya dönüyor. Vah ki ne vah!. Üstelik hükümet yanlısı bir gazeteci toplumda derin duygu sarsılmalarını şöyle dile getiriyordu sütununda “Bizim taraf, medyanın %80’nine sahip ve toplam satış rakamı 200 binden fazla değil... şu şu gazeteler.. şu şu kanallar.. okunmayan yazarlar.. Doğan’dan medyayı almamız iyi olmadı..” Bu itiraflar neden ciddiye alınmadı bilmiyorum. Çünkü bu yazarlar iktidar medyasında devlet adına bir zamanlar racon kesiyorlardı. En mini eleştiriyi ilerde hesabını sormak üzere “düşman” hanesine not düşüyorlardı. Cumhurbaşkanının “Türkiye İttifakı’nı bile görmezden gelebiliyorlardı. Sanki öfke ve düşmanlık medya aracılığıyla kamplaştırılıyordu.
GAZETECİLİK VE SORGULAMAK
Bugüne geldik.
Bir Başbakanın haklı olarak dediği gibi “bölünmemenin sırrı, inanmadıkları şekilde yan yana durmak değil, ortak idealler etrafında omuz omuza verebilmektir.” Buna devam edersek; krizler muhasebeyi getirir. Yönetimde vizyonsuzluk ise toplumu tedirgin ediyor. Her halükarda trol çeteleri susturulmalıdır. Söylemlerde ve eylemlerde mutlaka ahlak önde olmalıdır. Çözülüş tehditlerle durdurulamaz ve birileri yani sorumlular mutlaka hesap vermelidir. Bunun başında da medyada ve bürokraside sorumluluk alanlar geliyor.
SETA yanlış yaptı.
Keşke Türk basını hakkında genel bir rapor hazırlasa; sorunları ve çözümleri ortaya koysaydı. Toplam gazete tirajları niçin çok az? Gazete patronları arasında neden gazeteci yok? Binlerce gazeteci niye işsiz? Yerel basın neden can çekişiyor? Fikri derinliği olan yorum ve analiz azlığı medyada neden yeteri kadar yapılmıyor, topluma yansımıyor? Bağımsız münevverlerin ve entelektüellerin görüşlerine, medyada neden fırsat verilmiyor? Yönetimler medya toplamının yüzde seksenini elinde bulundurması rağmen neden neden tutmuyor, amaca ulaşılamıyor?
Gazeteciliğin en güzel yanı soru sormak ve sorgulayarak öğrenmek olsa gerek.