İKİNCİ BÖLÜM
Türkler zorla Müslüman edilmediler. Ceddimiz târih sahnesinde Müslüman olarak yer aldı. Bâzı eblehler diyebilirler ‘o zaman İslâmiyet yoktu.’ Hz. Âdem, Türklerden çok önceleri yaratılmıştı ve Müslüman’dı. Hz. İbrâhim de Müslüman’dı ve Türkler târih sahnesine çıkmadan önceki devirlerde yaşamıştı. Demek ki İslâmiyet Türklerden önce de vardı. Şüphesiz adı İslâmiyet veya Müslümanlık değildi. Hepsi o kadar.
Bakınız İslâmiyet’le şereflenmeden önce inanç prensiplerinde neler vardı, İslâmî akidelerde neler var. Aradaki benzerliği gözler önüne serelim:
*Türkler; kâinatın yaratıcısı, tek ve mutlak hâkimi olan ‘Kök Tengri / Gök Tanrı’ dedikleri tek tanrıya inanırlardı. Gök Tanrı, vasıfları ve taşıdığı sıfatlar itibariyle İslamî ölçülerdeki Allah (cc) inancına paralel düşmektedir. *İlkel toplumların hepsinde farklı yorumlarla görülen Şaman kültürü Türklerde de vardı. Fakat Şamanizm, din değildir. Şamanizm’de de Gök Tanrı inancı hâkimdir. *Gökyüzünün çok katlı oluşunda mutabakat vardır. *Türklerdeki ‘cihan hâkimiyeti’ ülküsü, İslamiyet’in ‘Cihad’ kavramı ile örtüşmektedir. *Şehitlik kavramında örtüşme vardır. *Türk töresinde ve İslamiyet’te insanlar eşittir. *Aile kavramı aynıdır. *Adam öldürmek yasaklanmıştır. *Çok evlilik Türklerde de vardır. *Yönetimde ve savaşta kadının konumunda benzerlikler vardır. *Vahdaniyet anlayışları aynıdır. *Elçinin dokunulmazlığı, *Millet olarak birlik düşüncesi, *Kadın hakları, *Kurban, *Cezalar, *Savaş taktikleri, *Ahlak anlayışı, *Çocuk terbiyesi, *Asalet, *Nâmus anlayışı, *Şeytan ve melek kavramları, *Cennet, cehennem kavramları, *İbâdet anlayışı, *Anne-babaya saygı, *Yaşlılara saygı, *Töre ve İslamî hukuk uyumu, *Hükümdar ve halife, *Vatan sevgisi, *Bağımsızlık, *İstişare / Kurultay, *Âlimlerin konumu, *Sosyal hayat ve yardımlaşma, *Domuz eti yasağı *Ulul emre itaat ve diğer konularda mutlak benzerlikler vardır.
Türklerin yaşayışları ile İslamî hükümler arasında sâdece 3 farklılık bulunabildi:
*Eski Türkler, evlatlarının suçu sebebiyle babalarını da cezalandırırlardı. *Eski Türkler, etini yiyeceği hayvanı boğarak öldürürlerdi. *Eski Türklerde fal açma merakı vardı.
Türkler, Müslüman olduktan sonra İslamî hükümlerin daha doğru olduğunu anladıklarından fala bakmak hariç, diğer iki konudaki uygulama ve alışkanlıklarını kolayca terk ettiler.
Türklerin Müslümanlaşma sürecinde Emevilerin yeri yoktur… Türklerin zorla Müslümanlaştırıldığını iddia edenler, Müslümanlaşma sürecini, Emevilerle başlatıyorlar. Emeviler Türk yurtlarına, İslamiyet’i Türklere tebliğ için gitmediler. Toprak fethetmek, savaştaki mahâretlerine hayran oldukları Türkleri, saray muhafızı ve savaşçı olarak kullanmak maksadıyla esir almak ve kendi yurtlarına getirmek ve Türkistan’ın göz kamaştırıcı zenginliklerini ülkelerine transfer etmek için gittiler.
Emevilerin para hırsını, servet avcılığını şu olaydan anlıyoruz:
Emevi döneminin adaletli ve haşmetli tek Halifesi Ömer Bin Abdülaziz döneminde Türkistan valisi olan el-Cerrah bin Abdullah el- Hakemi, Müslüman olan Türklerden de vergi almaya devam edince Halife neden böyle yapıldığını sorar. Vali, ‘Hazinemiz zayıfladı, vergi toplamamız lâzım’ Der. Halifenin cevabı tarihe geçmiştir: ‘Hz. Muhammed vergi tahsildarı olarak görevlendirilmedi. İslamiyet’i tebliğ için görevlendirildi. Sizin de oradaki göreviniz İslamiyet’i tebliğ etmektir. Vergi toplamak değil.’
Bu emir, Emevileri rahatsız etmiştir. Kısa bir süre sonra Ömer Bin Abdülaziz, -bir rivâyete göre zehirlenerek- ebedî âleme intikal etmiştir.
Ord. Prof. Dr. Mehmet Fuat Köprülü şöyle diyor: ‘Emevilerin görevlendirdiği Türkistan askerî valileri, Ömer bin Abdülaziz’in yolundan gitselerdi… Yani tebliğ görevlerini yapsalardı, Türkler çok daha kısa zamanda Müslüman olurdu.’
Türklerle Emeviler arasında sürüp giden çatışma ve savaşlar, işgalcilerin Müslümanlığı anlatmalarına ve bilhassa uzak bölgelerde yaşayan Türklerin Müslümanlığı öğrenmeleri için uygun bir ortam oluşmasını engelliyordu. Esasen Emevî hükümdarlarının ve kumandanlarının Türk illerindeki hareketleri, dinî gayeden ziyade dünyevî emeller güdüyordu. Bu yüzden müteaddit defalar isyanlar, hükümet ve emîrler aleyhine ayaklanmalar meydana geldi. Emevilerin sebebiyet verdiği haksızlıklar sebebiyle Müslümanlığı kabul etmiş Türklerin bir kısmı, dinden dönmek mecburiyetinde kaldı. Bu tür olaylar, Emevi iktidarının sonunu erkene aldı. Diğer taraftan sapkın mezhepler gibi ayrılıkçı görüşlerin ortaya çıkmasına ve güçlenmesine yol açtı. Bu gelişmeler, hâliyle Abbasilerin ve Türklerin lehine sonuçların oluşmasına zemin hazırladı.
İlişkiler… İslamiyet’in, devlet otoritesi hüviyeti ile Türklerin karşısına çıkışı 644 yılındadır. İslam orduları, Türk yurtlarına tâbir yerinde ise keşif maksadı ile gelmişlerdi. Savaş olmadı. Emeviler 661 yılında devlet idaresini ellerine aldılar. 673 yılında Arap orduları komutanı Ubeydullah Bin Ziyad, Buhara şehrini kuşattı. Şehrin yöneticisi Kabaç Hâtun ile anlaşma yaptı ve Emevi sarayında muhafız olarak görevlendirilmek üzere Türk askeri alıp döndü. Ülkesine götürdüğü Türklerin ırkî ve ahlakî özelliklerinin bozulmaması için evlenecekleri bayanlar da getirildi ve özel bir şehir kuruldu, şehre yerleştirilen Türklerin Araplarla temasları yasaklandı.
Emevi Hânedânı’nın yönetimden uzaklaştırıldığı 750 yılına kadar ilişkiler kötü şartlarda devam etti. Kanlı savaşlar oldu. Fakat iddia edildiği gibi hepsinde Türkler ezilmedi. Türkler, Araplara karşı önemli zaferler kazandılar. En kanlı savaşlar Kuteybe bin Müslim’in bölge valisi ve komutan olarak Türk yurtlarında bulunduğu 705-716 yılları arasında oldu.
Sonuç: Bilindiği gibi İslamiyet’te zorlama yoktur. Tebliğ’in şartları bellidir. Emeviler, bu şartlara uymamışlardır. O halde, Emeviler döneminin, Türklerin Müslümanlaşma sürecinde nazarı itibâre alınmaması gerekir.
Hareket noktası yanlış, niyet halis değilse, varılan sonucun doğru olması da mümkün olamaz. Verilen hüküm de gerçeklerle uyuşmaz. Doğru hüküm şudur: Türkler; araştırarak, görerek bilerek ve kendi hür irâdeleriyle İslamiyet’in kendilerine en uygun din olduğunu görüp anladıklarından Müslüman olmuşlardır.
Türklerin zorla Müslümanlaştırıldığını iddia edenlerden bir yazar diyor ki ‘Domuz çabuk ürediğinden, eti ucuz bir gıdadır. İslamiyet domuz etini yasakladığından Müslümanlar, bu ucuz ve zekâ geliştirici değerli besinden mahrum kalmışlar ve gelişememişlerdir.’
Domuz eti yiyerek geliştirilen zekâlarla varılan hükümler demek ki ancak bu kadar olabiliyor. O zekâ ile belki ve ancak; ‘Ey Türkler, atalarınız zorla Müslüman olmuştu. Onların kararı sizi bağlamaz. Üstelik sizin için artık tehlike kalmadı, eski dininize dönün.’ Emrinin gereği yapılabilir.
Herhangi bir dini, zorla kabul etmek mecburiyetinde kalan bir insan, baskı kalktıktan sonra eski inancına döner. Ve de kendisine zorla kabul ettirilen bir düşünce uğruna can vermeyi göze almaz.
Bunun aksi, ; mantığa da insan tabiatına da aykırıdır.
‘Türklerin Müslüman oluşu, Cenab-ı Allah’ın takdiridir.’ Bu söz, ‘materyalist dünya görüşünü savunan’ kişileri tatmin etmez. Domuz eti yiyerek geliştirilen zekâlar da tabii ki bu sözün hikmetini kavrayamazlar.
BİTTİ