Napoli

Roma’dan ayrıldıktan sonra Napoli’deki otelimize yerleştik. Yol yorgunluğunu gidererek kahvaltıdan sonra Pompei’ye doğru hareketlendik. Aracımızı uygun bir parka teslim ettikten sonra biletimizi alarak bana göre lanetlenmiş kente girdik. Her yer düzgün yollar taştan yapılmış belli bir düzen içinde evler, caddeler, sokaklar her şey çok disiplinli. Burası ile ilgili görmeden önce yazılanlarla ilgili bilgi vermek de gerekiyor. Belki uzayacak ama bizden sonra geleceklere rehber olsun istiyorum. Mert adlı kardeşimin anlatısıyla başlayalım;

Belki günahkar, belki sapkın, belki dahi, belki de hepsi. Roma İmparatorluğunun en önemli şehirlerinden biriydi, ta ki yok olana dek… Şunu söylemeliyim ki, bilinenin aksine bu yazımda Pompei’nin rivayetleri ile birlikte, rivayetten öte gerçeklerini yazacağım. Yani rehberlerin ilgi çekmek için anlattıkları abartılı ve merak uyandırıcı rivayetlere değil, bilimsel gerçeklere vurgu yapacağım.

Napoli’ye bağlı Pompei’nin öncelikle en çok bilinen hikayesini anlatarak başlamak istiyorum. Roma İmparatorluğu’nun en önemli şehirlerinden biriydi Pompei. Denize kıyısı olması, imparatorluğun ticaret başkenti olmasını ve şehir halkının çok zengin olmasını sağladı. Yaklaşık 20.000 kişinin yaşadığı biliniyor, Tarihi Roma Forumu ile büyüklük açısından karşılaştırıldığında neredeyse başa baş geliyor, bu da zaten şehrin önemini belirtmeye yetiyor.

Halkın yarısından çoğunu köleler oluşturuyormuş, her türlü hizmeti köleler yapıyor ve asilzadeler keyfini çıkarıyormuş. Şehirde yaşayan insanlar o kadar zenginmiş ki artık farklı zevkler aramaya başlamışlar… Yemeklerini yatarak yerlermiş daha sonra doyarlar ve boğazlarına kaz tüyü sokarak yediklerini kusup midelerini boşalttıktan sonra daha fazla yemek yerlermiş. Sapkınlık diz boyuymuş, eşcinsellik, cinsellik hat safhadaymış. Birçok genelev inşa edilmiş ve buralara taştan yataklar yapılmış, o kadar hızlı çalışıyormuş ki bu genel evler, odalar boşaldıktan sonra taştan yataklara su tutulup hemen diğer müşterileri alıyorlarmış. Hatta günümüze kadar gelen kalıntılarda yerlere penis figürü çizildiği ve bu figür doğrultusunda ilerlendiğinde genel evlerin rahatlıkla bulunabildiği anlaşılmış. Yemekleri ziyan ediyorlar, kölelere kötü davranıyorlar umarsızca harcama yapıyorlarmış. Tanrı onların bu gidişatını cezalandırmak adına onlara bir felaket yaşatmış. Yanı başlarında bulunan Vezüv Yanardağı önce şehir halkını depremlerle uyarmış. Daha sonra şehri büyük bir duman kaplamış, şehir halkı buna rağmen şehri terk etmemiş, zerre kadar umursamamışlar ve günlük hayatlarına devam etmişler. Ta ki yanardağ patlayana ve tüm şehri yok edene dek. Lavlardan sonra insanlar taşlaşmışlar ve kalıntıları bugünlere kadar gelmişler.

Pompei’ye gittiğinizde size anlatılacak hikaye bu olacak, fakat bilimsel verilere göre olay aslında tam olarak bu şekilde cereyan etmemiş. 20.000 kişinin yaşadığını söylemiştim Pompei’de, fakat yaklaşık 2.000 kişinin kalıntıları bulundu yapılan kazılarda. Buda demek oluyor ki, halkın büyük çoğunluğu kaçtılar. Hatta yarıdan fazlasının köle olduğu bir şehirde, asilzadelerin kaçtığı ve köleleri eşyaları ve evleri korumak üzere şehirde bıraktıkları bile düşünülebilir kanımca. Yani burada telef olanların hepsi bana göre kölelerdi, dönemin asilzadeleri bu kadar vurdumduymaz olamazlardı. Ayrıca bir liman ve ticaret şehri olan Pompei’de, diğer tüm ticaret şehirlerinde olduğu gibi genelevler olması gayet doğaldı. Aylarını denizde geçiren kaptanlar enerjilerini bu şekilde atabileceklerdi, bu kaptanların hepsinin Pompei’de konuşulan dili bilemeyeceğini farz edersek, yerlere kazınan penis figürlerinin de aslında bu kaptanların ve mürettebatın halka bu yüz kızartıcı soruyu sormaktansa işaretleri takip ederek genelevin yerini bulmaları için kullanılan bir yol olduğunu düşünmemiz gerekir. Eğer yaşasalardı uzaya ilk gidecek insanların Pompei’liler olduğu söylenirken ve bu halkın bu kadar zeki ve gelişmiş olduğu bilinirken, yanardağın patlayacağını anlayamayıp kaçamamaları bence düşünülemez.

Kemal Kaya Kardeşim se; Düşünün, MS 79 yılında bir volkan patlaması sonucu tüm şehir toksik gaz ve yanan küller altında kalmaya başlamış ve Pompeii’de o gün hayat ve zaman durmuş. Toz ve kül altında kalan insanlar kurtulmak için her şeyi yapmışlar. Freskler bitirilmeden bırakılmış, boyalar halen kutularında duruyor. Toz ve kül bütün şehri öyle bir kaplamış ki tekrar gün yüzüne çıktığında her şey aynen o gün bırakıldığı gibiydi. Ne kadar trajik bir olay olsa da bu yığının altında kalan altın değerindeki neredeyse kusursuz korunmuş bilgi tam 2.000 yıl öncesine ait. Sokaklar, Vezüv’ün daha önceki patlamalarından elde edilmiş lav taşlarıyla döşenmişti. Bu sokaklardaki araba tekerleklerinin izi bugün bile görülebiliyor. Amfitiyatrolar, bazilikalar, atölyeler, küçük hamamları, meyhaneler, çamaşırhaneler, mısır öğütmek için kullanılan değirmenler, fırınlar, evlerin ve hamamların ısıtma sistemleri ve daha birçok yeri bugün bile görmek mümkün.

Şehrin orta yerinde yer alan geniş avlu Forum’da her hafta ayrı bir eğlence düzenleniyor;  düzenlenen eğlenceler kimi zaman bir kölenin başka bir köleyle veya bir aslanla ölümüne dövüşmesi şeklinde oluyordu.

Oysa daha önceleri, Vezüv’de yine bir püskürme olmuştu. Daha sonra bu püskürmeyi, Yunan coğrafyacısı Strabon, kraterleri incelemek suretiyle keşfetmişti. Ancak bundan bahsetmemeyi uygun bulmuştu. Aslında söyleseydi de o dönemde ona kimse inanmazdı.

Belki de, MS 62’de meydana gelen ve Pompeii şehrini tamamıyla yıkan bir zelzele, bu felaketin habercisiydi. Depremler o kadar sık oluyordu ki, artık Pompei halkı bunları önemsememeye başlamıştı.

Vezüv Yanardağı‘ndan Ağustos ayında dumanlar yükselmeye başladı ve büyük bir gürültüyle patladı “O gün öğle vakti, volkanın ağzından aniden yükselen bir kül bulutu, bir kaç saat içinde bütün Pompei’yi kaplamıştı.

Halk, limana doğru kaçmaya çabaladı. Gemilere binebilenler bir daha dönmemek üzere kentten uzaklaşmaya başladılar. Halk paniğe kapıldı ve bir hareketle Sarno Nehrindeki 600 metre uzakta olan bir limana atıldılar.

Gökten iri kum taneleri büyüklüğünde, çok kızgın küçük taşlar yağmaya başlamıştı. Hemen arkasından da, gaz ve kül yüklü kocaman siyah taşlar düşmeye başladı.

Volkandan çıkan zehirli gazları soluyanlar ise anında ölüyordu. Sonra ardı ardına Pompei üzerine kızgın küller yağmaya devam etti ve ilk ölenlerin üstünü yorgan gibi örttü. Birkaç saat içinde, “dünya ve zevk cenneti Pompei” büyük bir mezarlığa döndü. 20.000 insan bir anda yok oldu.

Böylece şehir, çok uzun bir sessizlik dönemine girdi. Pompei’nin üzerine düşen kızgın küller, 3 gün siyah kar gibi yağmaya devam etti ve arkasından Pompei, tamamen sessizliğe gömüldü. Pompeililer taş kalıplar halinde çıkarıldıkları vakit, ölüm anında ne yapıyorlarsa o halde bulundular.

Yaklaşık 2000 yıl o görkemli villalar, heykeller, duvar resimleri, mozaikler, tapınaklar ve pazarlar dokunulmadan gömülü olarak kaldı. Arkeologlar kenti keşfettiklerinde, son gün pişmiş ekmeği bile fırında buldular.

Pompeii’de kazı çalışmaları 1748’de Carlo Borbone önderliğinde başladı. Borbonei şöhret ve rastgele hazineye denk gelebilmek için bu işe kalkışmıştı. Tam anlamıyla söylemek gerekirse aslında bir mezar hırsızından farklı değildi.

Ancak 1861’de Giuseppe Fiorelli bu işi devraldığında işler değişti. Sistematik bir kazı çalışması artık başlamış ve Fiorelli, volkanik patlamada hayatını kaybeden kurbanların birer alçılarını çıkartarak bulundukları yerlerine koyulmasını sağlamış.

Benim görerek anlatacaklarım ise; bu kent lanetlenmiş bir şehir. Allahü Teala  Lut kavmini ve Nuh peygamberin kavmini nasıl helak etmişse aynı gerekçelerle bu kenti de yerle bir etmiş. Anlatılanlar ve gördüklerim bana böyle söylüyor.  Bugünkü günümüz şehirlerinin birçoğundan daha modern olarak yapılmış. Hala kanalizasyon sisteminin çalıştığı belirtildi. Bahsettiğim sistem bundan 2000 yıl öncesinin şehrinde kanalizasyondan bahsediyoruz. Yollar tamamen birbirine paralel ve taş döşeli sokak geçişlerinden logar girişleri mevcut. Caddeler ve sokaklar birbirine paralel ve çok düzgün olarak tasarlanmış. 10 mahalleden oluşmakta veya günümüze çıkarılan bu kadar. Halen kazı çalışmaları devam ediyor. Her mahallede Hamam, fırın, değirmen, mahalle çeşmeleri, havuzlar, botanik bahçeleri, su depoları lüks evler var. Sergilenen eserlere baktığımızda vazolar, tabaklar, masalar gerçekten günümüzün teknolojisiyle yarışır özeliklerde. 2000 yıl önceki tekniğin mükemmel olduğunu görmekteyiz. Meydanlar ibadet alanları çok düzgün, her ayrıntı düşünülmüş. Görselliği ihmal etmemişler. Alanları da heykellerle tamamlamışlar. Agora, colezyum, tiyatro alanları ihmal edilmemiş.

İbret almak için görülmesi gerekli; fazla da durmamak lazım.  İnsan bu kavmin helak olduğunu düşününce biran evvel ayrılmak gerektiğini düşünmek istiyor. Ayrılıyoruz. Zamanlamamız gereği bir an önce Bari limanına yetişmemiz gerektiğini gösteriyor. Gemimiz saat 17.30 da kalkacak 2 saat önceden limanda olmamız gerekiyor. Yani Napoliyi gezemeden geçiyoruz. Gemi biletini yaklaşık bir ay önceden aldık. Bir problem yaşamadan gemimize bindik koltuklarımıza kurulduk. Genellikle tırların olduğu bir gemi dolayısıyla her taraf şoförler le kaynıyor. Gemimiz saat 17.45 hareket etti. Çok rahat bir yolculuktan sonra ertesi gün saat 06.00 da Yunanistan’ın Ugomenitsa limanındayız. Buradan Atina’ya doğru yola koyulduk.